Editörden Aylık Yazılar / Yorumlar / Açıklamalar Ana Sayfa|Reklam|İletişim|Başlangıç|Bookmark|English   
Bu sayfayı arkadaşınıza tavsiye edin..!   



Hicri Köroğlu
Mesaj ve Tartışma Panosu

1962 yılında eğitim için Amerika’ya geldi. Minessota (ABD) Ünersitesinden makine mühendisliği diplomasını aldıktan sonra Californiya Üniversitesinde feza dinamiği üzerine ihtisas yaptı.

Otuzdört yıllık bir iş hayatından sonra, 2002 yılında bilgisayar teknoloji müdürlüğü yaptığı şirketinden emekli oldu.

Editöre yanıt vermek veya konu hakkında düşünce eklemek veya eksik olan bir bölümü tamamlamak için lütfen Mesaj Panosu'nu kullanın.

 

 

KENDİ KİTABINI YAZMAK


Seksenli yılların sonunda Dünya Osmanlı Tarihçileri, konferanslarını Minnesota eyaletinde yapmıştı  ve Minnesota Üniversitesi Osmanlı Kürsüsü başkanı Profesör Caesar Farrah üye olduğu Türk-Amerikan derneğinden bazılarımızı tarihçilerlere verilen bir resepsiyona davet etmişti. O resepsiyondan bende kalan en derin iz bir Macar tarihçisinin dediğiydi: “Kendi kitabını kendin yaz.” Macar profesör devam etmişti: “Bu konferansta Türk olmayan bütün tarihçiler, Osmanlı tarihini yabancılar tarafından yazılanlardan öğrenmiştir.”

Profesörün dedikleri esasında uzun zamandır düşündüğüm bir konuydu. Neden Tarihimiz, bizim yazdıklarımızdan değil de, yabancıların yazdıklarıyla biliniyor du? Bu soruya yanıt aradığımda, doğal olarak ileri sürülen bazı tezleri düşündüm. Doğrudur, Batı dillerinden biriyle (özellikle şimdiki “dünya dili” İngilizce ve geçmişin “dünya dili” Fransızca), yazılan eserleri başka dillere çevirmek, Türkçe yazılan bir eseri çevirmekten daha kolaydı. Ayrıca, Batı’da, Türkiye’ye karşı bir ön yargı olduğu da doğruydu. Fakat beni düşündüren, bu sorunun başka nedenleri olup olmadığıydı. Türk toplumunda, tarhimizle ilgili düşünce ve bilgilerimizi serbestçe açıklamamızı engelliyen koşullar mı vardı? Yoksa toplum olarak “üstüne fazla gitmemeyi” benimseyip sessiz kalmayı mı seçmiştik?

Bunların yanıtını tam olarak bilmeme rağmen, sessiz kalmamamızı gerektiren durumlarla karşılaştığımda, ister istemez bu sorular tekrar tekrar canlanıyorlar. Örneğin, iki değişik kaynaktan birincisi, Amerikanın en büyük müzesi Smithsonian’ın yayın organı Smithsonian dergisi ve tarihçi Arnold Toynbee’nin Mankind and Mother Earth (İnsanlık ve Ana Doğa), Alman Musevilerinin Türk kökenli olduğunu okudum. Burda konuştuğum Macar arkadaşlar da, kendi tarih kitaplarında bunun yazıldığını ve Türklerle Macarların çelişkilerinden birinin Musevi Türkler’in Şaman Macarları sünnet etmeye kalkmaları olduğunu söylerler. (Almanların Yahudi soykırımını anlatan Holocaust adlı Amerikan televizyon dizisinde bütün “ekstraların” Türk oluğunu biliyormuydunuz?) Bu kaynakların verdiği bilgiler yalnış olabilir, fakat Türk tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin bunun üstüne gitmesi gerekmez mi? Yoksa, Müslüman olmayan bir Türk kaviminin varlığı bizi rahatsız eder diye mi bu konuyu araştırmıyoruz?

Eski İsrail dış işleri bakanı Abba Eban, bir Amerikan televizyon kanalında “İsrailliler” adlı bir dizi sunmuştu. O dizide Musevi-Alman-Türk tezine değinmiş ve hiçbir delil vermeden (veya iddia edilenleri çürütmeden) “bu tarihçilerin bir uydurmasıdır” demişti. Zaten Abba Eban başka şekilde konuşamazdı, çünkü İsrail kendi varlığını bütün dünya Musevilerinin Filistin kökenli olduğuna bağlıyordu. Filistin’de, İsraillere göre, tek Allah’lı dinlerin kutsal kitaplarında yazıldığı gibi Allah tarfından Musevilere armağan edilmişti. Amerika’da “kalem kılıçtan güçlüdür” diye bir laf vardır. Hep sorarım: Arap tarihçileri, Musevilere başka ırklardan karışım olmadığını iddia eden bu saçma teoriyi neden çürütmeye çalışmıyorlar?

Yine seksenli yılların sonunda Amerika’ya kültür misafiri olarak gelen bir Türk opera sanatçısıyla tanışmıştım. Sanatkarın bana ilk sorduğu soru Salman Rushdie’nin Şeytan Ayetleri kitabının neden Amerika tarafından yasaklanmadığı idi. Hiristiyanlığın peygamberi İsa’nın cesedinin köpekler tarafından yenildiğini iddia eden kitapları yasaklamayan Amerika’nın, Rushdie’yi de yasaklayamayacağını sanatkara hatırlatınca öfkeyle seslenmişti: “Bu kadar da hürriyet olmaz ki!”

Sanatkarın bu sert tepkisini, İran mollalarının Rushdie’ye çıkardıkları ölüm fetvasını onaylaması olarak kanıtladım. Düşündüklerini korkusuzca yazan Turan Dursun, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve diğerlerinin öldürülmesinden sonra, kendi tarihimizi niye kendimiz yazamıyoruz sorusunun yanıtına biraz daha yaklaştım. Görünüşe bakılırsa, toplumumuzda önemli olan, yazdıklarımızın inandıklarımızla uyumluluğudur. İnandıklarımızın gerçekle veya tarihle bağdaşıp bağdaşmadığı önemli değildir. Bir bakıma, opera sanatkarı, toplumun duygularını seslendirmiş ve suçun, belki de gereğinden fazla hür düşündükleri için, öldürülenlerde olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Öldürenlerin bir türlü bulunamaması da belki toplumun bu tavrına dayalıdır.

Batı’da az gelişmişliği tembelliğe bağlayan kişiler vardır. Belki Arap tarihçileri tembelliklerinden dolayı sahayı İsrail ve Batı tarihçilerine bırakmıştır, fakat bence Türkiye’de durum başkadır. Kendi tarihimizi, başkalarının önemseyeceği şekilde , kendimizin yazması için toplumun getirdiği tabu zincirini kırmamız gerekiyor. Özgürlüğün kısıtlanmasını doğal bulan bir toplumun kendisini köleliğe mahkum ettiğini görmemiz gerek.

Yorum eklemek istiyorsanız, lütfen buraya tıklayınız...
 

Hicri Köroğlu

Bu sayfayı arkadaşınıza tavsiye edin..!  

Diğer Yazılar: Ana Sayfaya Dön

Bütün hakları saklıdır. izinsiz kopya edilemez ve kullanılamaz..! Yasal Uyarı (Disclaimer)
Copyright © 2000-2008 Stork Corporation-Turkish-Media.Com bir Stork Corporation Kuruluşudur...
Hicri Koroglu HİCRİ KOROGLU hicri koroğlu Hicri KÖROĞLU HICRI