Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 25 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 25 Ekim , 2006 ALINTIHer şeyin bir sebebi olduğuna göre, ilk şeyin sebebi Tanrı olmak zorunda değil midir? Her şeyin bir sebebi varsa, ilk şeyin sebebi nedir? İlk şey eğer evrenin ortaya çıkışıysa, onun da sebebi Tanrıdır şeklindeki yaygın düşünce tarzı geçersiz bir mantık yürütmedir. Burada hemen akla "Peki Tanrı'nın sebebi neydi?" sorusu gelir. Nitekim küçük çocuklar genellikle sorarlar bu soruyu Tanrı konusunda. Zihinleri açıktır çünkü henüz. Şartlanmamıştır. "Tanrı'nın sebebi yoktur" veya "Tanrı kendi kendisinin sebebidir" açıklaması geçerli bir açıklamaysa, o zaman "Peki evrenin sebebini niye merak ediyorsun?" sorusu akla gelir. Belki de 'Evrenin sebebi yoktur' veya 'Evren kendi kendisinin sebebidir?'. Eğer evrenin sebebini merak etmek geçerli bir mantık yürütmeyse, Tanrı'nın sebebini merak etmek niye geçerli değil? Onun da sebebi daha büyük bir Tanrı, o Tanrı'nın da sebebi ondan büyük başka bir Tanrı dersem, bunun sonu gelir mi? Eğer bir açıklama yapabilmek için bir yerde durulması gerekiyorsa, o zaman nerede duracaklarına nasıl karar veriyorlar? Neden evrenin sebebinde değil de, Tanrı'nın sebebinde duruyorlar? Bu yazı aynı zamanda meşhur ateist fizikçi stephan hawkng'in fikirlerininde hulasası sayıldığından,ateizm.org adlı sitenin, akıllıca yaptıklarını sandıkları bu izahatı çürüteceğim. Tüm mesele kırmızıyla yazdıkları yazıdır.O halde başlayalım; Şimdi buradaki iddia çok açıktır.deniliyorki , evren kendi kendisinin sebebidir.Yani buna bir ezeliyet veriyorlar , ve başlangıcının olmadığını söylüyorlar.O halde evrenin ezeli olamayacağını ispat edelim. Bugün bilimin kabul ettiği termodinamiğin iki meşhur kanunundan söz etmek istiyorum.Zira enerjiyle ilgili tüm bilgiler,termodinamiğin 2. kanununa uymak zorundadır.Termodinamiğin 2. kanunu derki; Madde çevresine ısıyı vere vere nihayet kendisindeki ısı tükenecek ve Kainatın her yerindeki enerji eşit şekilde bulunacaktır.Buda her ne kadar termodinamiğin 1. kanunu olan enerjinin korunması ilkesinde olduğu gibi,enerjinin yok olması anlamına gelmiyor olsa bile, sonuçta yine termodinamik kanununda belirtilen (2.kanun) enerjinin geri dönümü mümkün olmayıp, hem tüm enerji kaynaklarının da tükenmesinden dolayı kainatın kıyameti anlamına gelmektedir. Her ne kadar evren bir bütün olmayıp, cüzlerden oluşuyor olsa bile,sonuçta cüzlerde tesiri gözlenen her olay , bütüne de aynı şekilde tesir edecektir. Termodinamikten elde ettiğimiz bu çıkarımla,zaman ve mekanın sonsuz olduğu fikrinin , ne derece bağlantılı olduğu veya bu termodinamik kıyametin zaman ve mekana nasıl bir tesirde bulunacağı konusuna şöyle bir izah getirilebilir. Termodinamik için iki kavram evvela açıklanmalıdır; bunlardan biri ezel diğeri ebed kavramlarıdır. Ezel: başlangıcı olmayan , sonsuzdan beri gelen anlamına gelir. Ebed: sonu olmayan , yok olması kabil olmayan anlamına gelir. Doğal olarak ezel olan aynı zamanda ebedi olmuş olacaktır.Ezeli ve ebedi aynı anda bir gibi görebiliriz. Ezel olan şeyin özellikleri; 1- evvela sonsuzdan geldiği için parçalanamaz olur,yani bir terkip edilemezlik vardır. 2- Asla değişmez,hep aynıdır (değişse ezelden değişirdi) müdahale edilemezlik vardır. 3- Tabiidir ki zaman ve mekan kayıtlarının dışında olmak zorunluluğu vardır.Ve tüm zaman mekan hareketlerinin dışında olmak zorunluluğu vardır. 4- Ezelden (sonsuz önceden)geldiği içinde mutlaka ebedidir. Ayrıca akılların alabileceği,en büyük sayılar ezelin yanında sadece birer ‘’sıfır’’dır.Bunun aksini iddia eden, ezelin tanımını bilmiyordur.Hal böyleyken maddeye gelin bakalım; *Madde , ezele aittir dediğimiz özelliklerin hangisine sahiptir? Mesela ezel ve ebed haddi zatında birdirler,zira zamansızlık tanımına dahildirler.başlangıçsız olana sayısal değer veremeyeceğimize göre,zamanda başlangıcıyla bilindiğine ve tarihle ifade edildiğine göre, sonuç olarak ezel ve aynı zamanda ebed zaman kaydına bağlı olamaz.Peki madde zamana tabi midir?Evet . Zira biliyoruz ki , zamandan ayrı mekanı yani maddeyi düşünemeyeceğimiz gibi, mekandan ayrıda zaman düşünülemez. *Termodinamiğin kanıtladığı; madde, değişerek bir zaman gelip tüm enerjisini kaybedecek olan enerjiden ayrı düşünülemeyeceği içinde, ezeli olamaz.Zira ezelden gelmiş olsa , enerjisi daha ezelden bitmiş olurdu.pekala, sonsuz önceden gelmenin anlamı budur. *Ayrıca madde dikkat buyurun, her türlü terkibe de açıktır. *Madde , bununla beraber zaman ve mekan kaydı altında bulunmaktadır.Ve yine bilinen bir gerçektir ki madde zamana tabidir,zamanda varlığını maddede bulur.Oysa ezel için , bir başlangıç düşünemeyeceğimizden , ezeli olan , zaman ve mekan kaydına tabi tutulamaz.Dolayısıyla burada maddeye ait bunca saydığımız özellikler , ezelden gelecek olanla aynı değil, hatta birbirine uzaktır. Kelam alimleri derler ki ; Bir şeyin ezeli olduğu kesinse , onun yok olması asla söz konusu olamaz.Buda kelam alimlerinin bu söyledikleriyle , termodinamiğin söyledikleri ve yaptığımız mantıksal analiz ortak bir sonuca açıkça işaret etmektedir; Madde ezeli değildir. Ayrıca akıllara gelebilecek bir meseleyi daha arz etmek istiyorum; Termodinamiğin 2. yasası gereği, enerji geri dönüşümü mümkün olmadığından , mesela ,bir kitabın devrilmesi için harcanan enerji, aynı kitabı düzeltmek için harcanan enerjiden daima azdır. Eğer bu mantıkla evrene bakarsak biliriz ki , evren ezelden beri gelmiş olsaydı şöyle olurdu; Evrendeki enerji , termodinamiğin kanununa göre değişiyorve mesela bu enerji bir durumdan öbürüne geçiyor ise, örneğin;hidrojenin yanıp helyuma dönüştüğünü biliyoruz, eğer bu helyumda bir şekilde başka bir enerjiye dönüşebiliyor ise ( böyle bir durum yoktur aslında) ve bu dönüştüğü enerjide başka bir enerjiye dönüşüyorsa , bu durumda eğer dönüşüm yapabilecek enerji sayısı çok büyük bir rakamla ifade edilecek kadar bile olsa , sonuçta sınırlı olacağından , böyle bir dönüşümün ta ezelden(başlangıcı olmayan) tükenmiş olması gerekirdi.Zira sayı ne kadar büyük olursa olsun ezele göre sıfırdır. Yok eğer bu enerji dönüşümü sonsuz sayıda , yani sosuz enerji çeşidi varsa, bu takdirde ; Bunların dönüşüme başlaması için bir ilk dönüşüm söz konusu olduğundan , buda mümkün görünmemektedir. Yani örneğimizdeki hidrojenin helyuma dönüşümü ve sonra bu helyumun başka bir enerji şekline dönüşümünde, bu dönüşümü ilk başlatan enerji nasıl ki hidrojen ise, aynen öylede ,dönüşüm işinin dönüşüm olması için, bir ilk girdiye ihtiyaç vardır.Sonuç olarak eğer bir ilk olayı varsa buda ezeli değildir, olamaz.Çünkü ezel başlangıcı olmayandır ve ilk kelimesi başlangıcı olanı anlatır.Böylece bu durumda mümkün değildir. Evet böylece enerji maddeden ayrı düşünülemeyeceği için , madde ezeli değildir. Gelelim Allah’ın varlığına; Eğer bir şey ezelden gelmiyor ve bunun bir başlangıcı varsa ( ispat ettik) o zaman olmayan bir şeyin yaratılması ayan beyan ortaya çıkmış oldu .İşte o yaratıcı Allah’dır. Allahı başka birinin yaratması durumuna bakarsak; Bu madde olayı gibi düşünülemez, nedeni ; Madde bilinç sahibi değildir, oysa Allah mutlak bilinç sahibidir.Dolayısıyla madde hakkında ki çıkarımları bunun için düşünemeyiz.Hem düşünsek dahi ,yani yaratanı başka bir yaratan, onu da başka bir yaratan var dersek, iş teselsüle girer , yani sonu gelmeyen bir döngüye girer ki bu da muhaldir,yani imkansızdır.Yani yaratanı yaratan olsa bunun zamana tabi olduğu orataya çıkar ve maddenin ezeli olamayacağı gibi buda öyle olur.Başlangıcı olanda birisinin yaratmasına muhtaç olacağından ve bu sonsuza kadar gidemeyeceğinden , bu çıkarımda muhaldir. Gelelim o şahane soruya; ALINTI'Evren kendi kendisinin sebebidir?'. Eğer evrenin sebebini merak etmek geçerli bir mantık yürütmeyse, Tanrı'nın sebebini merak etmek niye geçerli değil Bu soruda evrenin ezeli olmadığını açıkça ispat ettik mi? Evet ispat ettik.Demek ki evren ezeli değildir, ve madde için düşünülen kendi kendisinin sebebidir doğru olsaydı ezeli olurdu.Sonuç olarak , elimizde bir tek ihtimal yaratıcı kalıyor ve bunun başlangıcı yoktur.Yukarda yaratıcının neden yaratılamayacağını arz ettik.Yaratıcıyı bir başkası onu da bir başkası yaratmış olsa ve bu sonsuza kadar gidemeyeceği için yine bir ilk gerekiyor.O ilk bizim kabul ettiğimiz Allah’tır. Ve başlangıcı olmayandır.Olsa maddeye dair yapılan çıkarımlara dahil olurdu, bununda olamayacağını ispat ettiğimize göre mesele bitmiştir. himyata Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 26 Ekim , 2006 Sayın Himyata Konumuzla alakalı bir başlıkta benden. TÜBA'dan ( Türkiye Bilimler Akademisi ) "Evrim" Teorisi İle İlgili Duyuru - 17.09.1998 “Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” Mustafa Kemal Atatürk “Bilim, insanın içinde yaşadığı evreni ve doğayı gözlem, deney ve sınamalar yoluyla anlamak, açıklamak için geliştirdiği en başarılı çabadır. Yüzyıllar boyunca bilim adamları baskı ve engellemelere boyun eğmeyerek dogma, önyargı ve geleneklere karşı insan aklının üstünlüğünü ve doğruya ulaşabilme yeteneklerini savunmuşlardır. Günümüzde bilim, insan uygarlığının doğayı denetleyebilme, toplumları yüceltme ve mutluluğa kavuşturabilme amaçları doğrultusundaki en büyük ve güvenilir yol göstericisidir. Bilim, doğası gereği, özgür düşünce ve bunun ürettiği sınanabilir hipotezlerle çalışır. Bilimsel gerçekler ancak uzun yıllar boyunca birbirinden bağımsız yöntemlerle defalarca sınanıp serbestçe tartışıldıktan sonra uluslararası bilim camiasında onay görebilir. Bilimin bu acımasız sınavından başarıyla geçmiş, birçok olguyu birden açıklayabilen ve yeni hipotezlerin sınanmasına olanak verebilen görüşler ise bilimsel teori (kuram) adını taşımaya hak kazanırlar. Dışımızdaki bir evrenin varlığını ve bunun anlaşılabilir olduğunu öngören bir düşünce sistemi olan bilimi dogmatik inanç sistemlerinden ayıran başlıca özellik, her zaman özgürce tartışılabilmesi ve en başarılı sanılan kuramların bile daha gelişmişi ortaya çıktığı zaman değiştirilebilmesidir. Son yıllarda ülkemizde çağdaş bilime ve bilim eğitimine karşı örgütlü bir kampanyanın başlatıldığı görülmektedir. Özellikle evrenin ve canlıların ortaya çıkışı ve gelişimiyle ilgili bilimsel teorilere saldırı ile kendini gösteren bu çalışmalar, ülke içi ve dışındaki bazı din gruplarının işbirliği ile yürütülmektedir. Aslında bu grupların öne sürmeye çalıştıkları kavramlar değişik Hıristiyan kuruluşarının uzun yıllardan beri yaymaya çalıştıkları ancak bilimde ilerlemiş ülkelerde tümüyle reddedilmiş görüşlerden ibarettir. Evren ve canlıların çok kısa bir süre içinde olağanüstü güçlerin eseri olarak yaratıldığı inancını değişmez ve tartışılmaz gerçek olarak gören bu gruplar, özellikle tüm canlıların uzun zaman dilimleri içinde ortak atalardan türediğini ve sürekli bir değişim içinde olduğunu belirleyen evrim teorisine karşı savaş açmışlardır. Evrim teorisi bugün yaşamla ilgili birçok soruna açıklık getiren en temel kavramdır ve bilim dünyasında çok yaygın bir kabul görmekte, saygın bilim adamları ve kuruluşlarınca kuvvetle desteklenmektedir. Üstelik başlangıçta biyolojik bilimler alanında ortaya atılan evrim teorisi bugün bilgibilim (epistemoloji), toplumbilim, ekonomi gibi birçok dalda son derece ilginç uygulama alanları bulmuş, temelinde edinilmiş bilginin bir nesilden diğerine aktarılması sözkonusu olan tüm gelişme süreçlerinin incelenmesi ve açıklanmasında kullanılmaktadır. Dogmalara dayanarak evrim teorisinin geçerliliğini yitirdiği ve bilimsel yönden yanlışlığının gösterildiğini ileri süren propaganda tümüyle gerçek dışıdır. Insanoğlunun yüzyıllar boyunca biriken bilim geleneğine yapılan bu saldırıların asıl amacı düşünmeyen, sorgulamayan, sınamayan; kendisine verilen dogmatik ve geçersiz bilgileri olduğu gibi kabullenen bireyler yetiştirmektir. Ülkemizde laik sisteme, özgür eğitime, bilim ve teknolojide gelişmeye karşı açık veya gizli savaşan çevrelerin, bağımsız düşünen uygar insanlar istemedikleri anlaşılmaktadır. Bu kesimler öncelikle eğitim programlarında bilim dışı inançların da bilimsel görüşlerle birlikte yer alması yönünde çaba göstermekte, uzun vadede ise evrim kuramının tümüyle ders kitaplarından çıkarılması amacını gütmektedir. Bu ilkel girişimler bilim geleneği yüksek ülkelerde yıllar önce reddedilmiş ve gündemden silinmiştir. Türkiye Bilimler Akademisi, insan ve toplumların içinde yaşadıkları evreni anlama, doğayı tanımlama ve kurallarını belirleme, sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerden ilerleme amaçlarına yönelik doğru yol ve yaklaşımın bilim olduğuna inanmaktadır. Ülkemiz insanının bilimin teknolojiye yansıyan ürünlerini tüketmek kadar, bilimin yöntemlerini ve düşünce sistemini de öğrenmek ve ilerlemesine katkıda bulunmak hak ve sorumluluğu vardır. Bu nedenle eğitim sistemimizde yer alan bilim dışı ögelerin ayıklanması, çağdaş bilimsel düşünce yöntemlerinin ve ürünlerinin eğitim programlarımıza yerleştirilmesi ve yirmibirinci yüzyıla girerken “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” Cumhuriyet kuşaklarının yetiştirilmesi için gerekli önlemlerin alınması konularında kamuoyunu uyarmayı ve bilgilendirmeyi bir görev saymaktayız.” Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 konuya her hangi bir katkısı olmadığı gibi, alakasız şeyler yazdığının farkındasındır umuyorum. bende sana konuya katkısı olsun diye '' türeyiş destanını mı '' yazayım? bak bakalım ben ne yazmışım sen ne eklemişsin Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 konuya her hangi bir katkısı olmadığı gibi, alakasız şeyler yazdığının farkındasındır umuyorum. bende sana konuya katkısı olsun diye '' türeyiş destanını mı '' yazayım? bak bakalım ben ne yazmışım sen ne eklemişsin Sn Himyata senin bütün davan herşeyi yaratan allah bende diyorumki allah hiçbirşey yaratmamıştır.Kendine bile hayrı yoktur.İnsanın kazandığı kendi bileğinin hakkı gerisi boş evrim vardır karanlık her noktayı aydınlatmaktadır ve aydınlatmaya devam edecektir evrimin karşısında son 150 yıldır hiçbirşey duramıyor Kiliseden nemalanan HY nın engelleme gayretine rağmen baraj doldu artık önünde engel duramaz.Amerikada artık yaratılış masalı bitti az kaldı bizdede yakında allaha yol gözükecek.Evrimi daha iyi anlamak için aids,sars,grip gibi hastalıkları bir araştır istersen. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Dini dogmaları desteklemek adına bilimin murdar edilmesinden hiç hoşlanmıyorum... Bir de "Ispat ettik mi" diye sorup "Evet ettik" diye cevap verilmiyor mu... Ispat ettiyseniz çıkarsınız bilimsel arenaya, sizi Nobel'e boğarlar. Ancak siz bu safsatalar ile bırakın Nobel almayı, herkesin size bilmem nereleri ile gülmelerine neden olursunuz. Termodinamiğin 2.kanunu kapalı sistemler için geçerlidir. Evren ise kapalı değil, açık bir sistemdir. Üstelik enerjinin yokolması diye bir şey yoktur. Enerji, kullanılabilir olmaktan çıkarak içinde bulunduğu sisteme dahil olur. Evrenin ısı ölümü öngörülen modellerden biridir. Ancak böyle bir olay gerçekleşse bile, bu evrenin değil, canlılığın sonu olacaktır. Evrenin ısı ölümünü örnek göstererek maddenin ezeli olmadığını iddia etmek abesle iştigaldir. Bırakın bilimi, felsefi bir görüşün parçası bile olamaz. Buna olsa olsa "safsata" denir... Alıntı
Φ ihgg Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 bilim denilensey materyalizm mi? yada darwinizm mi? nedendir bilinmez en buyuk bilim adamlari ikisinide bilim yerine koymamistir. Enistein,Pascal vs... kimdir bu bilim adamalri maddesizlik yoksa hiçbirsey yoktur diyen? Fena Fil Hayvan Olan Darwin ve Marx mi? yada Engels mi? Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 bilim denilensey materyalizm mi? yada darwinizm mi? nedendir bilinmez en buyuk bilim adamlari ikisinide bilim yerine koymamistir. Enistein,Pascal vs... kimdir bu bilim adamalri maddesizlik yoksa hiçbirsey yoktur diyen? Fena Fil Hayvan Olan Darwin ve Marx mi? yada Engels mi? Öncelikle bir sosyalist olmadığımı söylemeliyim. Marx ya da Engels'in benim için özel bir yeri yok. "Hayvanlık" meselesi ise, sizin ufkunuzun yetmeyeceği kadar derin bir konudur. Bu konuda söz sahibi olabilecek kadar derin bir araştırma içine girmiş olabileceğinize ihtimal vermiyorum. Zira böylesine basit ve amiyane bir nükteye (!) konu olmaktan çok uzaktır. Materyalizm tamam da, darwinizm diye bir şey yoktur. Darwin de, Einstein ya da Newton gibi bir bilim adamıdır. Bir ideolojinin kurucusu falan da değildir. Bu ifade tamamen evrim teorisine saldıranların uydurmuş olduğu bir kelimedir. Dünya'da Einstenist ya da Newtonist ne kadar insan var ise, Darwinist de o kadardır. Elbette felsefe, bilimsel verileri kullanarak bir takım çıkarımlarda bulunacaktır. Bu felsefenin doğasında vardır zaten. Ben de bilimin verilerini kullanarak bir ateist felsefe görüşü belirledim. Siz de bu verilerden teist bir felsefeye dahil olabilirsiniz. Bu da doğal karşılanabilir. Ancak iş, bilimsel verileri çarpıtarak kendi felsefi görüşünün doğru olduğu yönünde bir dikteye dönüştüğü zaman, biz de buradaki yanlışları göstermeyi kendimize hak sayacağız. Alıntı
Φ ihgg Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 ((: darwinizm dedigimiz olay evrimciliğin diger adidir acaba bunu anlamayacak kadar ******? hayvanlık meselesi benim ufkumu asiyor dogrudur cunku ben ******olamiyorum sizin gibi nedendir bilinmez? bilimsel carpitma dedigin olay içinde Holgram ve Quantum Fizigine bak anlarsan tabii Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 ((: darwinizm dedigimiz olay evrimciliğin diger adidir acaba bunu anlamayacak kadar ********? hayvanlık meselesi benim ufkumu asiyor dogrudur cunku ben *******olamiyorum sizin gibi nedendir bilinmez? bilimsel carpitma dedigin olay içinde Holgram ve Quantum Fizigine bak anlarsan tabii Bunu anlayamayacak kadar geri miyim? Sanmıyorum... Ancak sizin için evrimi bir ideoloji ya da akım olarak görmeniz vesilesi ile aynı şeyi söyleyemeyeceğim... Alıntı
Φ ihgg Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Bunu anlayamayacak kadar geri miyim? Sanmıyorum... Ancak sizin için evrimi bir ideoloji ya da akım olarak görmeniz vesilesi ile aynı şeyi söyleyemeyeceğim... bilim adamlari özelikle son yillarda yani evrime bilimsel bir olay olarak bakmayi birakiyor buda onun ıdeolojiye dönüstügünün kanitidir. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 bilim adamlari özelikle son yillarda yani evrime bilimsel bir olay olarak bakmayi birakiyor buda onun ıdeolojiye dönüstügünün kanitidir. Bunun müsebbibi sizlersiniz. Bilim adamlarının öyle bir derdi yok... Dogmatik inançlarına uymuyor diyerek evrime ve bilim adamlarına saldıranlardır bunun müsebbibi. Bilim, dogmatizme pabuç bırakacak değildir. Öyle olsaydı bugün hala dünyanın düz olduğunu iddia edecektiniz... Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Sn Himyata senin bütün davan herşeyi yaratan allah bende diyorumki allah hiçbirşey yaratmamıştır.Kendine bile hayrı yoktur.İnsanın kazandığı kendi bileğinin hakkı gerisi boş evrim vardır karanlık her noktayı aydınlatmaktadır ve aydınlatmaya devam edecektir evrimin karşısında son 150 yıldır hiçbirşey duramıyor Kiliseden nemalanan HY nın engelleme gayretine rağmen baraj doldu artık önünde engel duramaz.Amerikada artık yaratılış masalı bitti az kaldı bizdede yakında allaha yol gözükecek.Evrimi daha iyi anlamak için aids,sars,grip gibi hastalıkları bir araştır istersen. bak saklıgerçek; senin metodun budur ki; alakasız konuları alakasız yerlerde işlemeye bayılırsın, ayrıca copy paste yapıp,sonrada bize harun yahyanın ardına sığınıyorsunuz dersin.sen bir kere bu konuda evrimle ilgili bir tek meseleye değinmiş miyim onu söyle.ayrıca bu konuyla ilgili bir başlığım var zaten ve benim orada evrimi değil ! dikkat buyurun evrimin alet edildiği ''doğal seleksiyon masalını''tenkit ettiğimi biliyorsun.buna rağmen sadece gözle ilgili sorduğum onca soruya , hiç bir net cevap veremediğin gibi , sadece bana biyolojik bazı meseleleri ,o da alıntıyla anlatmışsın. ben zaten işin oluşum aşamalarını biliyorum. hadi bilmesem bile girer netten incelerim.yine ben evrimle iligili onca şey yazmışım , soru sormuşum ve sadece bir göz için sorduğum bu soruların hiç birine cevap veremediğin gibi, alıntılarınıda incelemeden yapıştırdığın şurdan belli; konu evrimken ve sana onca soru sormuşken , sen bana yine kuran hakkında kısır ve önünü göremeyen bazı yorumların olduğu alıntıları yapmışsın . senin derdin ne saklıgerçek. eğer sorularıma cevap vereceksen yaz buraya maddenin ezeli olduğunu ispat et . tartışalım.ama yine konuyu saptırıp , sizin Allahınıza ( sonsuz haşa ) yol göründü gibi , basit ve imalı bazı tahkirattan başka ne yaptın? sana ne söylenir bilemiyorum artık. sen tamamen maksadını aşmışsın . Dini dogmaları desteklemek adına bilimin murdar edilmesinden hiç hoşlanmıyorum... Bir de "Ispat ettik mi" diye sorup "Evet ettik" diye cevap verilmiyor mu... Ispat ettiyseniz çıkarsınız bilimsel arenaya, sizi Nobel'e boğarlar. Ancak siz bu safsatalar ile bırakın Nobel almayı, herkesin size bilmem nereleri ile gülmelerine neden olursunuz. Termodinamiğin 2.kanunu kapalı sistemler için geçerlidir. Evren ise kapalı değil, açık bir sistemdir. Üstelik enerjinin yokolması diye bir şey yoktur. Enerji, kullanılabilir olmaktan çıkarak içinde bulunduğu sisteme dahil olur. Evrenin ısı ölümü öngörülen modellerden biridir. Ancak böyle bir olay gerçekleşse bile, bu evrenin değil, canlılığın sonu olacaktır. Evrenin ısı ölümünü örnek göstererek maddenin ezeli olmadığını iddia etmek abesle iştigaldir. Bırakın bilimi, felsefi bir görüşün parçası bile olamaz. Buna olsa olsa "safsata" denir... yazdığın imalı bazı lafızların manası gayet sarihtir, bu lafların muhatabı ben değilim bizzat senin şahsındır. şimdi konuya bakalım; evren açık sistemdir demişsin. açık sistem enerjisini başka bir yerden alan sisteme dinir. mesela dünya güneşten enerjisini alıyor , böylece bir açık sistem vardır dünya için.peki madde atomlardan oluşuyor ve atomlarda enerjiden bağımsız olmadığına göre , hatta güneş ve evrenin her yerinde bulunan tüm yıldızlar, kara delikler ve daha bilmediğimiz herşey maddeyse ki öyledir, bunlar atomlardan oluşuyor , atomlarda enerjiden olşuyor olduğuna göre , soruyorum; atomlar dahi kendilerinde bulunan ''enerjinin geri dönüşümünün '' olmama prensibi dışına çıkamıyorsa, tüm açık sistem elemanlarıda böylece, enerjinin geri dönüşümünün imkansızlığı prensibine mahkum olmuş olmuyor mu?zira hepsi yani everendeki tüm sistem atomlardan müteşekkildir ve atomlarda sonuçta içlerinde bir enerjiyi barındırırlar,ve harcanan enerjide geri dönüşümü olmayan bir sisteme mahkumsa , o takdirde tüm evren asıl itibariyle yine bir kapalı sistem olmuş olur. gelelim evrenin ısı ölümüne , sen sadece ısı demişsin, ışıkta var bunun içinde...az daha oku ! termodinamiğin ısı ve ışık , kısaca enerjinin dönüşümünü imkansız kılan 2. kanunu şunu gösterir, açık ve net; enerji ezeli değildir.yani sonzuz değildir. ezeli olsa, tüm ısı ve ışık (enerji) dönüşümleri biter ve sadece işe yaramaz , artının ve eksinin olmadığı , hayatın ve bugünkü anlamda hiç bir maddesel hareketin oalmayacağı bir ortam olurdu.çünkü sonsuzdan gelseydi bütün enerji dönüşümleri tükenir , ve hiç bir şey ifade etmeyen hareketsiz enerjisiz bir durum söz konusu olurdu. demekki başlangıcı vardır.ayrıca termodinamiğin bu kanunu için yine bir başka maddesinde derki; bütün çıkarımlar bu ikinci maddeyle uyum içerisinde olmak durumundadır. böylece sonsuzdan gelemeyeceği ayan beyan ortadadır. hem senin kafanı karıştıran , termodinamiğin 1. kanunu enerjinin korunmasıyla ilgili kanuna göre; enerji yoktan var, vardan yok olamaz,meseleside yine termodinamiğin 2. kanunuyla uyum içinde olmak zorundadır. şöyleki; enerji yoktan var olamazsa, sonsuzdan beri vardı demektir. hal böyleyken sonsuzdan gelen enerji tüm dönüşümlerini yapmış olarak sonsuzdan gelmiş olacağına göre bu durumda, şu anda evrende enerjinin işe yaramaz olması gerekirdi,oysa biz şuanda enerjiyi görüyor biliyoruz.demekki enerji yok iken var edilmiştir.bunun kaçarı göçeri yok dostum.ayrıca ben ezel meselesini izah ederken, sadece termodinamiğe mahkum bir izah getirmedim, dönüp yazımı okursan göreceksin zaten. bilmem anlatabildim mi? Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Sn Himyata Bak sana konuyla alakalı türkiyeden saygın bir isim. Dr. Umit Sayin......BILIM ve UTOPYA DERGISI Ekim 1998 (Dört Bolum) Son 50 yildir, bilimin insanin ve dünyanin geçmisi hakkindaki bulgulari , Klise ve "Yaratilisçilarla", bilim insanlari arasinda büyük bir tartisma baslatmistir. Amerikali ve Avrupali bilim insanlari Yaratilis Teorisinin dogru olmadigini, insanlari hatali düsünmeye sevk ettigini ve ders kitaplarinda sadece Evrim Teorisinin okutulmasi gerektigini savunmaktadirlar. Buna karsilik "Bilimsel Yaratilisçilik" gibi bilimsel olmayan teorilerle ortaya çikan din adamlari vardir; bu kisiler özellikle Reagan ve yönetimi tarafindan desteklenmistir. Son olarakNational Academy of Sciences, The American Association for the Advancement of Science, The National Academy of Biology Teachers ve 72 Nobel ödüllü bilim insani bir deklarasyon yayinlamis, resmen Evrim Teorisini tanidiklarini, okullardaki egitimden Yaratilis Teorisinin çikarilmasini ve Yaratilis Teorisinin gerçek olmadigini, bilimle bagdasmadigini açiklamislardir. Evreni, maddeyi, veya madde ötesini yaratan ilk neden, Tanri, tarafindan dünyadaki insanlari "Evrensel Gerçekler" hakkinda bilgilendirmek için indirildigi iddia edilen kutsal kitaplara göre, insanin kozmostaki macerasi söyledir (bkz. Kur'an-i Kerim, Incil ve Old Testament, ayrica 1, 2, 3): 1) Insan en mükemmel canlidir, evrendeki tüm diger canlilarin üzerindedir, evrimsel sürece bagli olmadan bir çirpida Tanri tarafindan yaratilmistir. Tanri Ademi topraktan yaratmistir. Tüm diger canlilara hakim olmak insanin yaratilisinin amaçlarindan birisidir; daha dogrusu diger canlilar, bitkiler insan için vardirlar. Tanri Evreni ve dünya gezegenini 6 günde yaratmis, 7. Gün ise dinlenmistir (tabii, bunun 6 Jüpiter günü mü, yoksa 6 dünya günü mü oldugu meçhuldur). 2) Insan, kendisi gibi antropomorfik (insansi) bir süper-güç olan Tanri tarafindan yaratildiktan sonra büyük bir bahçeye konmustur; burada varligini sürdürmesi için çok emek ve enerji sarfetmesi gerekmemektedir. 3) Kutsal kitaplarin Tanrisi, kendisine ibadet edilmesinden, itaatkar olunmasindan mutluluk duyar; insanlara kizar; felaketler, tufanlar yagdirir; öç alir; kan ve kurban ister; gerektigi zaman acimasiz ve kötü, gerektigi zaman da sevgi dolu olur; insan gönüllüdür. Tanriyi kesinlikle kizdirmamak gereklidir. Politeizm'deki farkli dogal olaylari yöneten insansi Tanri imaji monoteizm'de herseye muktedir olan bir Tanriya indirilmis; panteizm'de (ve tasavvufta) ise Tanri ile evren-madde birbirinin içinde erimistir. 4) Tanri, tek insan (homo sapiens) olan Adem'in yanlizligina üzüldügü bir gün uyurken onun kaburga kemiginden Havvayi yaratir. Ama ikisine de cinselligi yasaklar ve onun bir sembolü olan "yasak meyva agacindan" meyva yememelerini söyler; halbuki onlarin cinsel organlarini da, limbik sistemdeki içgüdüyü de onlarin vücutlarina koyan odur! Fakat seytana uyduklari bir gün, Havva, yilana kanarak Adem'in aklini çeler ve yasak meyvadan yerler. Birbirlerinin çiplakliklarindan utanirlar, günah islerler, Havva hamile kalir. Bu ise çok içerleyen ve kizan Tanri, onlari günümüzden yaklasik 10 000 yil önce cezalandirilmalari ve egitilmeleri için dünya gezegenine koyar ve bu gezegendeki diger canlilari yaratir. Yani Kutsal kitaplara göre hayvanlar da bitkiler de birdenbire yaratilmistir, bir evrim süreci yoktur. 5) Yaratilis sirasinda, gökyüzünde buhar halinde, dev su kitleleri vardir. Bu kitle hareketsiz, öylesine durmaktadir. Rüzgarlar, siklotronlar diger atmosferik hareketler yoktur. TUFAN sirasinda Tanrinin laneti sonucunda, Okyanuslarin tabanlari yükselmis , büyük depremler olusmus, volkanlar fiskirmis; gökyüzüne hapis edilmis olan su kitlesi yagmur olarak dökülerek, daglarin tepelerine kadar ulasan seli meydana getirmistir. Nuh (Noah) isimli kisi, Tanrinin sözünü dinledigi için, bir gemi insaa etmis ve bu gemiye doldurdugu her türden canliyla dünyadaki yasami kurtarmayi basarabilmistir (dünyada 2-2.5 milyon tür oldugu akildan çikarilmamali). Bu sirada çesitli katmanlarda ölen canlilar fosilleri olusturmustur. Gemideki canlilarin bazilari da 371 gün süren TUFAN boyunca hibernasyona yattiklari için yiyecege gereksinim azalmistir. TUFAN zamanimizdan yaklasik 6000-7000 yil önce gerçeklesmistir. Insanliga "kozmostaki geçmisi konusunda" 2000 yildir din kitaplarinda anlatilmakta olan ve "Yaratilisçilar" tarafindan savunulan masallar bunlardir. Son 150 yilda ve özellikle son 20 yilda biyoloji, antropoloji, jeoloji, tip ve moleküler biyoloji bilimleri ise tüm bu görüsleri çürütebilecek akilci kanitlara sahiptir. Bilimin verilerine göre insanin kozmostaki macerasi özetle söyledir: 1) Bir ilk neden olan Tanri var olsun, veya olmasin; insan dünyadaki bir evrim zinciri sonucu diger canlilar gibi evrimleserek bugünkü durumuna gelmistir. Insan, din adamlari tarafindan yanlis anlasildigi üzere maymundan bir çirpida türememistir; insan var olan primatlarin, maymun gibi mutasyona, adaptasyona ve seleksiyona ugramis, farkli bir primat atadan degisime ugrayarak bu hale gelmis bir türüdür (4, 5, 14). 2) Insan en mükemmel canli degildir, evrim zinciri içinde vücudu çesitli mutasyonlarla ve dogal seleksiyonla adaptasyonlara ugramistir; biyolojik olarak pek çok kusuru, verimsiz çalisan sistemleri, kisir döngüye girmeye yönelik biyolojik hatalari vardir. Insanin pek de sanildigi kadar ideal bir canli olmamasi, onun herseye muktedir bir Tanri tarafindan yaratilmadigini düsündürmektedir. 3) Üstelik evrim zinciri içindeki pek çok diger canli, çevreye ve dogaya adaptasyon saglayabilmek açisindan insandan çok daha iyi yeteneklere sahiptir. Ama insani dogaya ve çevresine hakim kilan bes temel unsur vardir: a) frontal lobunun ve neo-korteksinin diger primatlara oranla daha gelismis olmasi Girtlak yapisinin farkli sesleri çikarabilecek yapida olmasi ve gelistirebildigi dil yetenegi c) Ikinci beyni olan elini çok sofistike kullanabilmesi (motor korteksin büyük bir kismi, el hareketleri konusunda uzmanlasmistir) ve eliyle "opponens" hareketini (basparmak ile, küçük parmagi ve diger parmaklari birlestirip, kavrama hareketi) ve diger ince hareketleri basariyla yapabilmesi. d) Ayakta durabilmesi ve tüylerini kaybetmis olmasi sonucu soguk iklimlere adaptasyon saglayabilmek için alet yapabilmesi, avlanabilmesi, hayvanlarin kürklerini kullanabilmesi, atesi kesfedisi (bkz 6, 13). e) Diger primatlar gibi gruplar içinde yasamasi, yardimlasmasi, sosyal bir canli olmasi. 4) Disinin erkegin vücudundan, üstelik de kaburga kemiginden yaratilmis olmasi mümkün degildir. Çünkü doga, genetik bilgisinin çesitliligini arttirabilmek için, disiyi ve erkegi var etmistir; eseyli üreme yaklasik 1-1.25 milyar yil önce meydana gelmistir. Üstelik embryolojik gelisim çizgisi içinde insan önce disidir, daha sonra testesteron hormonunun devreye girmesi ile baskalasip erkek haline döner veya disi olarak kalir. Aslinda disinin özü erkek degil, erkegin özü disidir (7). 5) Insan ve onun atalari (homo erektus, homo habilis, neandertal adami, homo sapiens vb, bkz sekil 2) dini kitaplarin dünyaya konduklarini bahsettigi tarihten çok daha önce mevcuttular; bulunan fosiller ve jeolojik bilgiler bunu kanitlamakta ve insanin evrim çizgisi hakkinda çok önemli ipuçlari vermektedir. 6) Insan biyolojik olarak ( organsal yapisi, hücreleri, vücudundaki kimyasal reaksiyonlar) dünyadaki diger hayvanlara, primatlara çok benzemektedir. Örnegin embriyolojik gelisim çizgisinde geçirdigi evreler, tüm milyonlarca yillik evrimin pek çok özelligini sergilemektedir. Evrimin her basamaginda, bir önceki canlilarda olan özellikler (örnegin mitokondria, hareketli kuyrukçuk, fagositoz yetenegi, hareketli tüycükler vb) bir sonraki canlinin vücut ve hücre fonksiyonlari için kullanilmistir. Insan vücüdundaki biyokimyasal tepkimeler, enzimler, reseptörler 4 milyar yillik bir evrimin basarisidir (Bkz sekil 1 ve sekil 3). 7) Önemli olan ilk prokaryotlarin ve ökaryatlarin veya çok hücrelilerin kendi kendine olusabilmesidir. Bu meydana gelebildikten sonra, diger pek çok canli türü milyonlarca yil içinde evrimleserek bugünkü halini alabilir. O nedenle ilk amino asitlerin, ilk RNA ve DNA'nin nasil kendi kendine meydana geldiginin saptanmasi, diger canlilarin olusmasini ve evrimsel zincirin açiklanmasini saglayabilir (5, 6, 8, 9, 10, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22). 8) Modern bilimsel görüslere göre, yasam dünyada denizlerde veya göllerde baslamis, sonra yavas yavas yayilmistir. Ya da yasami olusturabilecek moleküler bilgi uzaydan düsen meteroritlerden, kuyruklu yildizlardan gelmistir. Örnegin son olarak Hale Bobb kuyruklu yildizinda saptanan kimyasal maddelerin, ilk amino asitleri olusturabilecegi konusunda kesin kanitlar bulunmustur. Sonuçta insan birdenbire yaratilarak bu gezegene konmamistir; ya basit hücrelerin kendi kendine olusmasi ve evrimlesmesi ile gelismistir; ya da insana kadar uzayabilecek evrim zincirini baslatacak bilgi, dünyadan daha elverisli baska gezegenlerde olusmus, uzaydan dünyaya gelmistir. Gelismis uygarliklarin UFO'larla gelip de insanlari dünyaya ektigi fikri ise henüz bir fantaziden ibarettir. Homo Sapiens ve dünyadaki canli yasamin moleküler bilgisi, uzayli gelismis zekalar tarafindan da yeryüzüne getirilmis olabilir, fakat bu konuda ele geçmis hiç bir bilimsel kanit yoktur. 9) Yaratilisçilarin çok savunduklari TUFAN efsanesinin hiç bir biyolojik, jeolojik, paleontolojik, arkeolojik, antropolojik ve zoolojik kaniti ve tutarliligi da yoktur. TUFAN efsanesi, yaratilis ve kutsal kitaplarda verilen bilgilerin hemen hepsi bilimin bulgulariyla taban tabana zittir, akilci verilerle çelismektedir. Eger kutsal kitaplar dogruysa, bilim ve bilimin geçmis hakkindaki tüm verileri, teknikleri yanlistir. Eger bilim dogru ise kutsal kitaplarda yazili pek çok hipotez yanlistir! YASAMIN TEMEL KIMYASI: INORGANIKTEN, ORGANIGE Yasamin varolabilmesi için, "olmazsa olmaz " en önemli kosul H2O, yani sudur! Su gibi, iyi bir çözücü olan amonyak içinde de yasam olabilecegi iddia edildiyse de bunun dayanaklari bulunamamistir. Suyun pek çok önemli özellikleri vardir, en önemlisi polarize-elektrikle yüklü bir yapisi oldugu için yüklü pek çok bilesigi çözebilmesi ve pek çok bilesigi iyonlasmis bir biçimde içinde tasiyabilmesidir. Ayrica, sivi kati ve gaz hallerine geçebilmesi için oldukça genis bir temperatür spektrumuna sahiptir (0 derece ile 100 derece arasinda); bu dünyanin ve dünyaya benzer sogumus gezegenlerin pek çok yerinde en ideal formu olan akiskan sivi olarak bulunmasini saglar; akiskanlik ise atomlarin birbiri ile çarpisma olasiligini, kimyasal tepkimeleri arttirir. Ikinci önemli bilesik ise, karbondur; karbonun dört farkli bag yapabilme yetenegi, bilesik olusturmadaki çesitliligi ve kararli yapilari getirmistir. Örnegin benzen halkasi 6 karbondan olusmus çok kararli bir yapidir ve pekçok organik bilesigin içinde yer alir. Kararli ve kolay bozulmayan ve de entropi açisindan en minumum enerjiyle varligini sürdürebilen bilesikler yasam için çok gereklidir. Bilindigi gibi termodinamigin ikinci yasasi olan Entropi yasasina göre, enerji, süregen bir biçimde daha az enerji olan yere dogru dagilir; yani yasam entropiye aykiri olarak gelisiyor gibi görünebilir! Fakat son yillarda elde edilen kanitlara göre, yasami olusturan yapi taslari, entropik açidan minumum enerji hallerindedirler; çok kompleks gibi görünen DNA bile, aslinda entropi ile baris içindedir! Canli maddelerin % 95'i hidrojen, karbon, nitrojen ve oksijen'den yapilmistir. Dünya gezegeni baslangiçta çok az oksijen içermesine karsin, sonralari oksijen miktari artmistir; bu elementler açisindan bakinca, dünya atmosferi ve denizler çok zengin bir medya olusturmaktadir (9). Günesin % 87'si hidrojen, % 12.9'u helium, geri kalanlar ise oksijen, nitrojen, karbon, magnezyum, silikon, demir, sülfür den olusur. Evrendeki 100 atomdan yaklasik 93'ü hidrojen atomudur; hidrojen evrendeki tüm maddenin agirlik olarak yaklasik % 76-80'nini olusturur. Evet yasam bu kosullarda bir mucize gibi görünmektedir; ama kendinize, etrafiniza bakiniz, bu olgu gerçeklesmistir! Üstelik doganin yarattigi "mucizeler" (!), din kitaplarinda bahsedilen mucizelerden daha gerçek, daha keskin "mucizelerdir" (!). Bilim artik yasamin aslinda bir mucize de olmadigini, uygun kosullarda, yeterli süre verilirse kendi kendine gerçeklesebilecegini söylemektedir. Eger bir yerde, yüksek miktarda hidrojen atomu ve karbon atomu varsa, mutlaka ortamda metan gazi (CH4); nitrojen varsa, amonyak (NH3)olusacaktir. Oksijen varsa, uzaydan gelen ultra-viyolet isinlari ve kozmik isinlar sayesinde ozon (O3) olusup, atmosferde bu kozmik isinlara karsi yasamin baslamasi için bir kalkan görevi yapacaktir. Kozmik, radyoaktif isinlarin, ultraviyole isinlarinin girdigi yerde yasam olusamaz, çünkü bu isinlar tasidiklari , moleküler enerji sayesinde, hem organik moleküllerde kararsizlik, parçalanma olustururlar, hemde primordial RNA'ya (veya daha sonra da DNA'ya) zarar verirler. Karbonun metanin, oksijenin oldugu yerde de mutlaka karbon dioksit bulunacaktir; karbon dioksitin, suyun, oldugu yerde ise enerjiyi yasamsal yapilarda kullanabilme yetisine sahip seker (glikoz, C6 H12O6) ortaya kolaylikla çikabilecektir. Ilk hayatin bu temel maddeleri kullanan fotosentez yapan bitkilerle basladigina dair kanitlar vardir (9, 10, 13, 14, 15, 16, 17). Kimyasal enerji günes isigindan saglanmaktadir. Metanin, suyun ve amonyak'in oldugu yerde de formaldehid (HCHO) ve hidrojen siyanit(HCN) olusabilir, bu moleküller, son yillarda Mars'da, ayda ve dünyaya düsen meteoritlerde de gözlemlenmistir. Marsdan gelen ALH84001 isimli meteoritte yasama ait çok önemli kanitlar ve mikrop fosilleri bulunmustur (10). Sonuçta su gibi belli bir ortam olduktan sonra, belirli 5-6 atom çesidinin oldugu yerde, yasamin temelinde var olan organik bilesiklerin zamanla kendi kendine olusmasi mümkündür! Bu, deneysel laboratuar kosullarinda defalarca elde edilmistir (9, 10, 13, 14, 17). Alıntı
Φ ihgg Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2006 ((: dunyanın duz oldugunu idda edensizdiniz .ki Kur'an da dunyanin yuvarlak oldugu aciklaniyor ama anlamayi bilene Alıntı
Φ ihgg Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2006 Princeton NEC Enstitüsü'nün uzmanlarından Dr. Lijun Wang ve arkadaşları, 2000 yılında yaptıkları bir deneyi ve sonuçlarını açıkladıklarında bilim dünyası büyük bir şaşkınlık geçirdi. Deney, bir ışık demetinin, içinde özel olarak hazırlanmış sezyum gazı bulunan test ortamına gönderilmesi suretiyle gerçekleştirilmişti. Wang'ın verdiği bilgiye göre, aşırı hassas zaman ölçme cihazlarının kullanıldığı deneyde, ışık demeti, daha sezyum gazlı test ortamına girmeden ortamdan çıkıyor. Işık demetinin test ortamından çıkıp yoluna 20 metre devam ettikten sonra, ortama daha o anda girdiği belirleniyor. Wang, bir başka deyişle, ışık demetinin, iki yerde aynı anda bulunduğunu söylüyor. Yani ışık daha test ortamına girmeden dışarıya çıkmış oluyor. Test sonuçlarını inceleyen Berkeley Üniversitesi fizik profesörü Raymond Chiao, deney verilerinin "inanılmaz bir duruma işaret ettiğini" söylüyor. Bilinen fizik kurallarına göre her türlü veri, en fazla, saniyede 300 bin kilometre olarak kabul edilen ışık hızıyla iletilebildiği gibi, zaman da, bu ışık hızıyla göreceli olarak hesaplanıyor. Wang'ın deneyinin geçerli kabul edilmesi halinde, fiziğin temel kanunlarından olan ve "neden sonuçtan önce gelir veya bir olgunun sonu başından sonra gelir" şeklinde özetlenebilecek "etki-tepki" yasasının da geçersiz kalacağına dikkat çekiliyor. Bu durumda, bir olgunun sonucu, onu yaratan nedenden önce geliyor. Ve başlamadan bitmesi mümkün olabiliyor. Deney sonuçları bilinen zaman kavramının "çökeceğine" işaret ediyor. Köln Üniversitesi'nden Dr. Guenter Nimtz de, konuyla ilgili olarak, "bilgi"nin ışıktan daha hızlı bir şekilde ulaştırılabileceğinin kanıtlandığını söylüyor." (Sabah Gazetesi, "Işık Hızı Aşıldı, 05.06.2000) Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 yazdığın imalı bazı lafızların manası gayet sarihtir, bu lafların muhatabı ben değilim bizzat senin şahsındır. şimdi konuya bakalım; evren açık sistemdir demişsin. açık sistem enerjisini başka bir yerden alan sisteme dinir. mesela dünya güneşten enerjisini alıyor , böylece bir açık sistem vardır dünya için.peki madde atomlardan oluşuyor ve atomlarda enerjiden bağımsız olmadığına göre , hatta güneş ve evrenin her yerinde bulunan tüm yıldızlar, kara delikler ve daha bilmediğimiz herşey maddeyse ki öyledir, bunlar atomlardan oluşuyor , atomlarda enerjiden olşuyor olduğuna göre , soruyorum; atomlar dahi kendilerinde bulunan ''enerjinin geri dönüşümünün '' olmama prensibi dışına çıkamıyorsa, tüm açık sistem elemanlarıda böylece, enerjinin geri dönüşümünün imkansızlığı prensibine mahkum olmuş olmuyor mu?zira hepsi yani everendeki tüm sistem atomlardan müteşekkildir ve atomlarda sonuçta içlerinde bir enerjiyi barındırırlar,ve harcanan enerjide geri dönüşümü olmayan bir sisteme mahkumsa , o takdirde tüm evren asıl itibariyle yine bir kapalı sistem olmuş olur. gelelim evrenin ısı ölümüne , sen sadece ısı demişsin, ışıkta var bunun içinde...az daha oku ! termodinamiğin ısı ve ışık , kısaca enerjinin dönüşümünü imkansız kılan 2. kanunu şunu gösterir, açık ve net; enerji ezeli değildir.yani sonzuz değildir. ezeli olsa, tüm ısı ve ışık (enerji) dönüşümleri biter ve sadece işe yaramaz , artının ve eksinin olmadığı , hayatın ve bugünkü anlamda hiç bir maddesel hareketin oalmayacağı bir ortam olurdu.çünkü sonsuzdan gelseydi bütün enerji dönüşümleri tükenir , ve hiç bir şey ifade etmeyen hareketsiz enerjisiz bir durum söz konusu olurdu. demekki başlangıcı vardır.ayrıca termodinamiğin bu kanunu için yine bir başka maddesinde derki; bütün çıkarımlar bu ikinci maddeyle uyum içerisinde olmak durumundadır. böylece sonsuzdan gelemeyeceği ayan beyan ortadadır. hem senin kafanı karıştıran , termodinamiğin 1. kanunu enerjinin korunmasıyla ilgili kanuna göre; enerji yoktan var, vardan yok olamaz,meseleside yine termodinamiğin 2. kanunuyla uyum içinde olmak zorundadır. şöyleki; enerji yoktan var olamazsa, sonsuzdan beri vardı demektir. hal böyleyken sonsuzdan gelen enerji tüm dönüşümlerini yapmış olarak sonsuzdan gelmiş olacağına göre bu durumda, şu anda evrende enerjinin işe yaramaz olması gerekirdi,oysa biz şuanda enerjiyi görüyor biliyoruz.demekki enerji yok iken var edilmiştir.bunun kaçarı göçeri yok dostum.ayrıca ben ezel meselesini izah ederken, sadece termodinamiğe mahkum bir izah getirmedim, dönüp yazımı okursan göreceksin zaten. bilmem anlatabildim mi? Yeterince sarih yazmaya özen göstermiştim. Demek ki başarılı olmuşum... Geçelim... Evrenin yalnızca %4 ü bilinen (baryonik) maddeden müteşekkildir. Bunun 4-5 katı kadar da varlıkları yaptıkları kütleçekimi etkisiyle dolaylı olarak çıkartılan karanlık madde vardır. Geri kalan %75-80 lik kısım ise kütleçekimine ters bir etkiye sahip olan ve nitelikleri henüz tam olarak bilinmeyen karanlık enerjiden oluşuyor. İşte siz, çıkarımlarınızı bu %4 lük kısım üzerinden yapıyorsunuz. Halbuki bilinen madde türü evrende çok az bir yer işgal eder. Hadi karanlık madde ve karanlık enerjiyi geçtik diyelim... Baryonik madde üzerinden modellerimizi oluşturduk ve evrenin ısı ve ışık ölümüne doğru gittiğini gördük. Ancak bu durum "maddenin sonu" anlamına gelmiyor. Zira madde varken yok olmaz, yoktan da var olmaz; yalnızca biçim değiştirir. Şimdi size bir örnek vereyim. Elektronlar, bağlı oldukları yörüngelerden daha fazla enerji gerektiren bir yörüngeye geçecekleri zaman, aradaki fark kadar enerjiyi sağlamak için foton soğururlar. Tersi olacağı zaman da bu işlemin tersini yaparlar. Yani bir ışık parçacığı olan foton, elektrona gerekli enerjiyi sağlamıştır. Artık bu enerjiye ihtiyaç kalmadığında da, foton elektron tarafından serbest bırakılır. Atomun enerjisinden bahsetmişsiniz. Bazı durumlarda atomun toplam enerjisinde bir azalma meydana gelebilir. Örneğin , protona göre paralel dönme hareketinde bulunan elektrona herhangi bir etkide bulunulursa, dönme yönü değişir. İşte bu durum atomun toplam enerjisinde bir azalma meydana getirir. Ancak böyle bir durumda da atomdan bir ışıma yayınlanır. Yani kayıp (!) enerji ışınıma dönüşmüştür. Bu ışınım da, bir başka parçacığa enerji sağlayacaktır. Anlayacağınız, sistemin toplam enerjisinde bir azalma ya da artış söz konusu olamaz. Ne yaparsanız yapın, bir maddeyi yok edemezsiniz... Evren, genişlemeye devam edip ısı ve ışık ölümü gerçekleşse bile bu tarihten trilyonlarca yıl sonra geride elektronlar ve fotonlar kalacak. Bunların da toplamı, Big Bang'i hazırlayan enerji topağından eksik, ya da fazla olmayacak. Bilim adamları Big Bang'den öncesine açılan kapıyı araladılar. Burada görünen, genişleyeceği yerde içine kapanan bir evren modeliydi. İşte ısı ve ışık ölümünden trilyonlarca yıl sonra geride kalacak olan parçacıklar, yeni bir Big Bang'in kaynağı olacaklar. Alıntı
Φ Evrensel Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 İşte ısı ve ışık ölümünden trilyonlarca yıl sonra geride kalacak olan parçacıklar, yeni bir Big Bang'in kaynağı olacaklar. Çok önemli bir noktaya değinmişsiniz. Tebrikler değerli Yam_yam. Alıntı
Φ omerhayyam1 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 BÖYLE BAŞLIKLARA BAYILIYORUM evet var bir yaratan ve bu kainatı,güneş sistemini ve samanyolunu,milyonlarca yıldızı,dağları,denizleri,karadelikleri,binlerce hayvanı,bitkiyi,canlıyı yaratıyor. ve bütün işini gücünü bırakıp cebrailin 50 000 yılda geldiği bir mesafe kadar uzak olan mesafeden, bizi izliyor,vede ona kulluk kölelik edeni cennetle ödüllendireceğini söylüyor. ben almayayım, eğer varsada vede huzuruna beni kabul ederse zaatalileriniede bir iki çift lafım olacak. niçin bu kadar gereksiz işlerle uğraştığına dair Haklısın doğru lafa ne denir bu arada hoşgeldin. Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2006 Evrenin yalnızca %4 ü bilinen (baryonik) maddeden müteşekkildir. Bunun 4-5 katı kadar da varlıkları yaptıkları kütleçekimi etkisiyle dolaylı olarak çıkartılan karanlık madde vardır. Geri kalan %75-80 lik kısım ise kütleçekimine ters bir etkiye sahip olan ve nitelikleri henüz tam olarak bilinmeyen karanlık enerjiden oluşuyor. İşte siz, çıkarımlarınızı bu %4 lük kısım üzerinden yapıyorsunuz. Halbuki bilinen madde türü evrende çok az bir yer işgal eder. Yahu ciddi manada bilgi takviyesine ihtiyacın var senin arkadaşım! Senin karanlık madde diyerek ortaya attığın iddia , aslında yine madde den müteşekkil bir vasıftır.Karanlık madde, atomun elektronlarını çekirdeğine çekip çekirdeğin içine çökmesiyle oluşan bir madde türüdür ki, yazımın tamamını okusaydın zaten, demişim ki evren atomlardan oluşan bir yapı arz etmekte ve atomlar için geçerli tüm kanunlar evrenin her yerinde aynı manayı taşımaktadır.Mesela atomun işleyişindeki tüm enerji kuvvetleri aslında bir dönüşüme dahil olsalar bile, sonuç itibariyle bir enerji döngüsünün var olduğunu göstermekte , böylece termodinamiğin 2. kanununda ki enerjinin geri dönüşümünün mümkün olmaması prensibine tabi olmaktadır. Ayrıca San Diego California ünv. Fizikçi Kim Griest mikromercek durumunu izah ederken , magellan bulutsusunda bir yıldızın parlayıp tekrar sönmesine binaen ‘’bu mikromercek olayı olabilir’’ demiştir. Esasen mikromercek olayında bir yıldızın ışığının , bir başka yıldızın çekim kuvvetiyle kırılıp yoğunlaşmasından bahsedilir ki, bu durumda jüpiterin veya ışığı az bir yıldızın dahi karanlık maddeye örnek olduğu söylenmektedir. Yani kısaca senin %75-80 diyip kaçtığın karanlık madde , yine aslında bizim bildiğimiz atom yapısının sadece değişmiş şeklinden veya mikromercek olayında olduğu gibi atom yapısının bizim bildiğimiz yapıda olmasından başka bir şey değildir.Yeni bir şey bulmuşsun gibi sevinmeni anlayamadım.Ancak ifade şeklin çok sığ ve ‘’ işine geldiği’’ tarzda olmuş. Hadi karanlık madde ve karanlık enerjiyi geçtik diyelim... Baryonik madde üzerinden modellerimizi oluşturduk ve evrenin ısı ve ışık ölümüne doğru gittiğini gördük. Ancak bu durum "maddenin sonu" anlamına gelmiyor. Zira madde varken yok olmaz, yoktan da var olmaz; yalnızca biçim değiştirir. Şimdi size bir örnek vereyim. Elektronlar, bağlı oldukları yörüngelerden daha fazla enerji gerektiren bir yörüngeye geçecekleri zaman, aradaki fark kadar enerjiyi sağlamak için foton soğururlar. Tersi olacağı zaman da bu işlemin tersini yaparlar. Yani bir ışık parçacığı olan foton, elektrona gerekli enerjiyi sağlamıştır. Artık bu enerjiye ihtiyaç kalmadığında da, foton elektron tarafından serbest bırakılır. Arkadaşım sen foton meselesini de tamamen işine geldiği yerinden kavramışsın.Foton etkileşimlere parçacık şeklinde girip dalga olarak yayılan bir maddeyken sen tutmuş bunu da elektronun işi bittikten sonra serbest bıraktığı bir şey gibi anlatırken , neden acaba dahil olduğu etkileşimi bıraktığında dalga olarak yayılır demeyi unuttun?Ayrıca fotonların dahi birer enerjileri vardır.Taşıdıkları enerji türü hıza göre değişen kinetik enerjidir ki, bir misalle şöyle arz edebiliriz: Tabancayla göğe bir el ateş ettiğimizde , namludan çıkan merminin kinetik enerjisi yükseldikçe belli bir oranda azalacak ve sonuçta gidebildiği en son yerde kinetik enerjisi bitmiş olacaktır.Tam bu anda potansiyel enerjisi maximum seviyeye ulaşmış olacaktır i böylece enerjilerin toplamı yine aynı olacaktır.Demekki enerjinin korunması durumu burada dahi geçerli olacak , ortada bir enerjinin durum değişmesi kaçınılmaz olmuş olacaktır.Ve en önemlisi bu misaldeki ‘’ sürtünme kayıpları’’ nereye gidiyor? Bunu hiç düşündün mü?Ayrıca atomun bünyesinde ki nükleer enerjiyi nereye koydun bunu da anlamış değilim.Dolayısıyla enerji maddeden ayrı düşünülemiyor, madde enerjiyle kaim olmuş oluyor ve sonuç itibariyle değişen enerji bir daha geri dönüşüme tabi tutulamıyor.Anlayamadıysan sana küçük bir misal daha vereyim: Isı enerjisi haddi zatında tükenebilen daha yerinde bir ifadeyle değişen bir enerji türü değil midir? Evet , o halde ısı enerjisinin ne olduğunu biliyor musun?Isı enerjisi molekül ve atomların sahip olduğunu kinetik enerjinin ta kendisidir.Bunun değişmesi başkalaşması ne demektir? Fotonlarında aslında sahip olduğu kinrtik enerjilerinin bitmesi veya vasıf değiştirmesi anlamına gelir.Hal böyleyken enerjinin geri dönüşümü imkansızdır, kanunu gereğince (term.dinmk. 2.) fotonlar dahil tüm evrenin yapısını teşkil eden atomlar bunların elektronları çekirdeklerindeki notron proton yine bunların alt bölümleri baryonlar mezonlar, bunların alt parçaları kuarklar vs…her şeyiyle ve tüm yapısıyla ‘’harcanan enerji ilk halini yitirmeden yerine konulması için , daha büyük bir enerjiye muhtaçtır’’. Kanununa göre, yani enerjinin geri dönüşümünün imkansız olmasından benim ortaya koyduğum , enerjinin ölü hale geleceği, artının eksinin bir gün son bulacağı, bununda sonsuzdan gelmiş olsa çoktan tükenirdi , kaidesince doğrudur, eksiksiz bir çıkarımdır.Sen mevzuları karıştırmışsın.Mesela senin ihmal edip yazmadığın , karanlık maddeden ayrıca birde ‘’ters madde’’ vardır ki , buda yine maddenin enerjiye dönüşümünü anlatan bir durumdan başka değildir. Bazı durumlarda atomun toplam enerjisinde bir azalma meydana gelebilir. Örneğin , protona göre paralel dönme hareketinde bulunan elektrona herhangi bir etkide bulunulursa, dönme yönü değişir. İşte bu durum atomun toplam enerjisinde bir azalma meydana getirir. Ancak böyle bir durumda da atomdan bir ışıma yayınlanır. Yani kayıp (!) enerji ışınıma dönüşmüştür. Bu ışınım da, bir başka parçacığa enerji sağlayacaktır. Anlayacağınız, sistemin toplam enerjisinde bir azalma ya da artış söz konusu olamaz. Bunuda nerden çıkardın?Atomun kaybettiği enerji başka maddeye enerji sağlayacak ve bu madde bu enerjiyi kullanacak ve toplam enerjide azalma olmayacakmış.Peki vasfı değişen bu enerji bir başka madde tarafından kullanılsa bile tekrar ilk haline dönüşecek midir? Hayır. Ve Sonunda nu enerji yerine konulamayacağı için , tamamen ölü enerji olma yolunda gidecek midir?Evet.Kaldıki atomların bünyesinde mevcut kararsız bir enerji olan nükleer enerji , elektro menyetik dalga ve ışık yayar böylece, çekirdekte depolanan bu enerjide yerine tekrar konulamayacağı için, termodinamiğin 2. kanunu gereği , ölü enerji olmayolunda ilerler. Ne yaparsanız yapın, bir maddeyi yok edemezsiniz... Evren, genişlemeye devam edip ısı ve ışık ölümü gerçekleşse bile bu tarihten trilyonlarca yıl sonra geride elektronlar ve fotonlar kalacak. Bunların da toplamı, Big Bang'i hazırlayan enerji topağından eksik, ya da fazla olmayacak. İşte buyurun!tam bir tezat!Sen yukarda onca yazdığın yazıya mukabil , tutmuş işi big benge götürmüşsün.O ki enerjinin geri dönüşümü olamayacağına karşıydın , nerden big bengi çıkardın?Bin- beng olayı tamamen benim savunduğum enerjinin geri dönüşümünün olamayacağı , termodinamik 2. kanunun sonuç kısmıdır.Enerji ölü hale gelecektir.Dolayısıyla ölü hale gelecek bir enerji sonsuzdan gelemez, sonsuzdan gelseydi zaten sonsuzdayken ölü olurdu, ve biz enerjiyi kullanıyor görüyoruz, demekki enerji var ve sonsuzdan gelmedi .Bundan bağımsız düşünülemeyen madde de sonsuz olamaz o halde.Afedersin ama bu ne perhiz bu ne lahana turşu, demekten kendimi alamıyorum. Bilim adamları Big Bang'den öncesine açılan kapıyı araladılar. Burada görünen, genişleyeceği yerde içine kapanan bir evren modeliydi. İşte ısı ve ışık ölümünden trilyonlarca yıl sonra geride kalacak olan parçacıklar, yeni bir Big Bang'in kaynağı olacaklar. Tamam işte bende bunu ama az bir farkla ifade ediyorum.Demekki kuru inkarın sonu buraya kadarmış. Bu bahsini ettiğimiz olayların , yani enerji dönüşümü olaylarının bir ilk girdiye ihtiyacı vardır. Hatta misal vermiş demiştim ki: Hidrojen güneş tarafından yakılır helyuma dönüşür, akabinde buda mesela güneşte olmasa bile, helyum karbona taki en son en ağır elemente demire sıra gelirki demirden sonrasının olamayacağı , demirin son nokta olduğunu bilim ifade ediyor.Bu dönüşüm işinin başlangıcına hangi maddeyi koyduk? Hidrojeni koyduk.Demek ki bu bir dönüşüm olsa dahi sonuç itibariyle bir ‘’ilk girdiye’’ ihtiyaç kaçınılmaz oluyor.Ve buda misalimizde arz ettiğim gibi hidrojendir. Big beng hadisesi aslında tamamen teorik olarak ifade edilen, - sonsuz defa tekrar eden – bir hadise olsa bile , bununda bir başlangıcı olması kaçınılmaz olmaktadır.Çünkü çok açık ve net bir ifadeyle anlattım ki, sonsuz bile sanılsa bir dönüşümden bahsederken buna bir ilk girdi olmak zorundadır.Ve bunu ben değil, tamamen bilimin söyledikleri ortaya koymaktadır. Yalnız ben burada özellikle tekrar ediyorum,yazımın tamamı termodinamikle izah edilen bir anlatımdan ibaret değildir. Gerçi termodinamikle anlatılanlarda sonuş itibariyle sarsılamaz ilmi hakikatler olmasına rağmen, her ne hikmetse , işimize gelince onu atmış, işimize gelince kullanmışız( ? ). Ayrıca gidin bakın bunu ortaya atan adam (carnot) ve geliştiren bilim adamlarınce ifade edilen bir söz vardır oda: Bütün bilimsel çıkarımlar termodinamiğin ikinci kanununa uymak zorundadır.Denmektedir. Dolayısıyla ben bunu kafamdan sallamıyorum. Maddenin ezeli olamayacağına dair bir yığın delil vardır, ve termodinamik bunca delile sadece bir yönden yaklaşmak zaviyesidir. Yazılarımı tenkit edercesine tamamen usta bir taklitçilikten öteye geçmeyen arkadaşlarında, hepsini yapmış oldukları ‘’ilmi katılımlarından’’ ! ) ötürü tebrik ediyorum. Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Dr. Umit Sayin....BILIM ve UTOPYA Ekim 1999...BOLUM 2 YASAMIN KENDI KENDINE BASLAMASI: YARATILMAYIS Stanley Miller,Harold Urey'le 1953'de Chicago Üniversitesinde, artik klasiklesmis ünlü deneyini gerçeklestirdi. Miller Sekil -4'te görülen düzenekle, metan, amonyak, hidrojen ve suyu bir arada tutarken, bir tesla sarimi araciligiyla, 150-200 bin voltluk bir akimi bu karisimdan geçirdi. 24 saat sonra, deney odasina döndügünde, sivinin renginin degismis oldugunu gördü. Bu karisimi incelediginde, basityag asitleri, formik asit, asetik asit, propionik asit ve en önemlisi yasamin gelismesinde temel amino asitler olan glisin, alanin, aspartik asit ve glutamik asit buldu (bkz Sekil 4). Bilindigi gibi, amino asitler, proteinlerin yapi taslaridirlar ve çok farkli kombinasyonlarla bir araya gelip, diziye göre çok farkli üç boyutlu konformasyona sahip, farkli fonksiyonlar gören protein yapilarini olusturabilirler. Deney Pavlovskaia ve Paynskii tarafindan Rusya'da; Heyns, Walter, Meyer tarafindan Almanya'da; Abelson tarafindan Amerika'da çok farkli bilesimler ve gaz ortamlarinda tekrarlandi. Hepsinde organik bilesikler olustu; oksidasyonun engellendigi kosullarda da amino asitler olustu. Ilk dünya atmosferinin çok az oksijen içerdigi, daha sonra bazi okyanus algleri ve bitkiler tarafindan oksijenin böylesine arttirildigi bilinmektedir. Böylece, ilk yasam kosullarinda oksitlenme olayinin minumumda oldugu düsünülmektedir. Ilk hayat ya anaerobik (oksijen solumayan) veya fotosentetik (fotosentez yapan) tarzda baslamistir. Milyonlarca yil içinde de dünya'da yasami olusturacak çesitlilikte, amino asitler, ve bunlarin bilesimi olan proteinler kendi kendine okyanuslarda, göllerde olusmustur. Baska bir bulgu'da Cyril Ponnamperuma'nin NASA'nin laboratuarlarinda gerçeklestirdigi deneyler üzerine, organik maddenin daha ziyade okyanuslarin dibinde toplanacagidir; bu da daha oksijensiz ortamlar anlamina gelir. 1963'de Ponnamperuma ve Calvin'in Berkeley'deki lineer akselatörlerde gerçeklestirdigi deneye göre, beta partikülleri, amonyak, su buhari, metan'a çarptirildiklarinda yine apparat'in dibinde organik maddeler olusmustur. Metan, amonyak ve su 2000 angstrom dalga boyunun altinda dissosiye olabilirler; bu nedenle ultraviole isinlariyla yapilan tüm deneyler basarili olmamistir. Arastiricilar baska enerji kaynaklari aramislardir. Isi da tek basina bazi organik bilesiklerin olusmasi açisindan etkili olabilmektedir. Örnegin volkanik ortamlari taklit eden deneylerde, metan ve amonyak, 1000 C gibi sicakliklarda parçalanip, amino asitleri ve hidrokarbonlari olusturabilmektedir (9). Ayrica 1960-1980 arasindaki diger arastirmalar baska amino asitlerin, karbonhidratlarin, pürinlerin, primidinlerin, kendi kendine primordial (ilk) atmosfer kosullarinda, farkli enerji kaynaklari etkisinde olusabilecegini kesinlestirmisti NÜKLEIK ASITLER Bilindigi üzere canlilarin hangi aminoasitlerden veya bilesimlerden yapilacaginin yapisal bilgisi DNA'da kodlanmistir. Ökaryotlarda, mRNA, DNA'dan aldigi bilgiyi, hücre içinde ribozomlara iletip, protein sentezi yaptirmakla sorumludur. Ama genetik bilgiyi RNA'nin tasidigi durumlarla da karsilasilmistir; ama RNA, DNA gibi kendini esleme, kopyasini yaratma yetenegine sahip degildir. Ilk canlilarda 2.5-3 milyar yil önce genetik bilginin primordial RNA ile tasindigi sanilmaktadir. Eger DNA ve RNA belli okyanus kosullarinda olusabilirse, zaten amino asitlerin de olusabildigi bilindigine göre, ilkel yasam kolaylikla milyonlarca yil içinde, entropiyi bozmadan, en ideal minumum enerji kosullarina göre, çevre ile enerji alisverisi içinde olusabilir. DNA (deoksiribonükleik asit) temelde dört bazin (adenin, guanin, sitozin ve timin) deoksiriboz isimli seker molekülleri ile birbirine farkli dizilerle siralanmasindan olusmustur. RNA (ribonükleik asit) 'da timinin yerini urasil alir, seker riboz'dur. Juan Oro , Houston Üniversitesinde, ammonyum siyanidi isitarak adenin elde edebilmistir. Hidrojen siyanid zehirli bir bilesiktir, kuyruklu yildizlarin tayflarinda fazla miktarda gözlenmistir, hidrojen siyanid'inbulundugu yerde ammonyum siyanit de bulunabilir. Ayrica primordial atmosferde de vardi.Ponnamperuma tarafindan metan ve amonyak, beta partikülleri ile isinlaninca, adenin olusmustur. Diger pürinlerin ise primordial atmosfer ve denizde kendi kendine var olup olamayacagi konusunda tartismalar vardir. Salk Institute'den Leslie Orgel, metan ve nitrojen'e elektrik akimi uyguladiginda, Siyanoasetilen, elde etmistir. Siyanoasetilen, primordial ortamda bulunan üre ile isitildiginda sitozin olusmustur. Son yillarda (1997-1998) yapilan ve 4 milyar yil önceki atmosfere daha farkli tahminlerle yaklasan kosullar altinda diger nükleotidlerin de kendi kendine olusabilecegi ortaya çikmistir veya Hale-Bopp'da gözlendigi üzere, uzaydan gelebilme olasiligi mevcuttur (10). Formaldehid'ten, sekerlerin ön maddelerinden biri olan glikoaldehit'in olusabilecegi de laboratuarda 1970'li yillarda gösterilmistir. Ponnamperuma ve Gabel, pentozlari ve heksozlari (bes karbonlu veya alti karbonlu sekerler) primordial atmosfer kosullarinda elde etmislerdir (9). Nükleik asitler kendi kendilerine ilk primordial RNA'yi yapabilmislerse, yasamin kendi kendine olusup olusamayacagi sorunu o noktada çözülür. Son yillarda, deneysel düzeneklerin içinde primordial ortam son jeolojik bilgiler ele alinarak olusturuldugunda primordial (ilk, ön) RNA'nin kendi kendine olusabilecegi gösterilmistir . Scripps Enstitüsünden (California) Dr.Gerald Joyce kesin sonuca çok yaklasmistir (10). Ama son söz 21. Yüzyilin baslarinda söylenecekti DINOZORLARDAN DA ESKI: 4 MILYAR YIL ÖNCE DÜNYA Yasama ait yeryüzündeki ilk kanitlari Izlanda'nin bir adasinda bulunan bir kaya tasimaktadir, kayanin yasi 3.86 milyar yildir (10). Yaklasik 4 milyar yildir, Mavi Gezegen suskun suskun yasamin gelisimini selamlamistir! Halbuki, "Bilimsel Yaratilisci" (Scientific Creationist) yazarlara göre, dünyanin 10 000 yildan öncesine kadar gitmesi mümkün degildir, zaten din kitaplari da böyle söylemektedir. Bunu iddia eden yaratilisci yazarlardan, fizikçi Dr. Thomas G. Barnes (University of Texas, El Paso) dünyanin manyetik alaninin 1400 yillik bir yari ömürle gittikçe azaldigini, 10000 yil öncesine gidildiginde ise manyetik bir yildizin manyetik alanina sahip bir alanla karsilasilacagini, 10 bin-20 bin yil önce böylesine manyetik ortamda yasamdan bahsetmenin bile mümkün olmadigini söylemekte ve klise tarafindan alkislarla karsilanmaktadir (11). Thomas Barnes'in, düzenbaz bir fizikçi oldugu ve hesaplarinin dogru olmadigi, koyu katolik bir egitim aldigi, bilimde "fabrikasyon" (uydurma) yaptigi daha sonra ortaya çikmis; gerçek bilim ortamindan elimine edilmistir. Dünyanin manyetik alaninin 1400 yilda yarilanarak azaldigi dogru degildir, jeolojik bulgular manyetik alanin polarizasyon degistirerek çesitli dalgalanmalarla gerek vektörel olarak gerekse amplitüd olarak farklilastigini, artip azaldigini ortaya koymaktadir; Prof. Kenneth Miller, Dr. T. Barnes'in temel textbook bilgilerinden bile yoksun oldugunu belirtmistir (16, "Scientific Creationism Versus Evolution:The Mislabeled Debate" Kenneth R. Miller, sayfa: 18-63). Bu sahis gibi pek çok kisi, dini kitaplarda yazilanlari, Nuh'un gemisini, efsaneleri bilime uydurarak ANTI-BILIM yapmak için dev bir çaba sarfetmektedir (12, 14, 15, 16), üstelik klise ve bu bilimsel safsatalar tutucu ABD hükümetleri tarafindan da (özellikle Reagan) finansal olarak desteklenmistir. Bir kayanin veya fosilin yasinin saptanmasi için artik kesinlesmis (Karbon-14'ün saptanmasi gibi) bilimsel yöntemler vardir. ANTI-BILIM yapan dindar bilim adamlarinin ve dinlerin dediginin aksine, dünya gezegeninde varolusun ve yasamin baslangici 4- 4.5 milyar yil önceye gitmektedir.Homo Sapiensin ne zaman ortaya çiktigi henüz kesinlesmemis olmakla birlikte, bu süre en az 50 bin ile 1 milyon yil önceye gitmektedir. Yani dinlerin insanlarin bu gezegendeki varoluslari hakkinda anlattigi masallarin büyük kismi gerçek degildir; bilimsel kanitlarla çelismektedir. En önemli sorunlardan birisi 3-4 milyar yil önce dünyadaki olasi atmosfer, su miktari, inorganik ve organik maddenin miktari hakkinda dogru tahmin yapabilmektir. Bunu ancak kesinlesmis bazi radyoizotop çalismalari ile saptamak mümkündür. Dünya'nin 4.5 milyar yil önce meydana geldigi kesinlesmistir.O zamanlar kendi etrafinda dönme hizi çok daha fazlaydi, günler 18 saatti, yerçekimi ivmesi (g=9.8 m/sn2) bile biraz daha farkliydi (10). Günes daha soluktu, ve genç bir yildizdi. Kitalar yoktu, sadece okyanuslarin üzerinde fiskiran volkanlar dünyanin alt tabakalarindaki elementleri yüzeye saçiyordu. Atmosferde oksijen hemen hemen hiç yoktu, daha ziyade, hidrojen, az miktarda nitrojen, su buhari mevcuttu. Volkanik olusumlarin suyla birlestigi yerlerde, "Stromatolite" denen hareketsiz yapilar yaklasik 4 milyar yil önce, ilk mikroplarin olusmasina ortam sagladi (bkz Tablo 2-a). Prekambriyen dönemde yasamin ilk sahitleri olan Stromatoliteler halen Avustrulya'da mevcuttur. Bu kaya parçaciklarinin içerisi ölüdür, Siyanobakterilerin olusturdugu filamentlerin salgiladigi köpüksü sivistramatolitelerin süngerimsi yapisinda sürekli hareket eder. Bu mucus sonradan sertleserek kayalarin birbirlerine tutunup dev yiginlar olusturmasini saglar, bu da bir çok elementin, besin maddesinin paylasildigi milyonlarca yilda gelisen mutasyonlar için ortam saglar. Ilk bakteriler vearchae için oksijen bir zehirdi. Siyanobakteri'ler zamanla fotosentezi gelistirdiler ve disari verdikleri oksijenle atmosferi degistirmeye basladilar (10, 17). Dünya gezegeninde ilk canlilar için zehir olan oksijenle doganin kirletilmesi yaklasik 2 milyar yil sürdü (Bkz, Tablo 2 b, c, d). Hesaplara göre, oksidatif yasamin baslamasi için atmosferdeki oksijenin % 10 civarlarinda olmasi (simdi % 21 civarinda), bu islemin de bu kadar fazla vakit almamasi gekirdi, ama bunun açiklamasi yapilmistir. Oksijenin atmosferi isgal edisinin gecikmesinin ilk nedenlerinden birisi, üretilen oksijenin denizlerde çok fazla olan demir iyonlari ile reaksiyona girip, onlari yakmasi (yani paslanmaya yol açip, demiroksit olusturmasi) bu pasin da okyanus dibine çökmesidir. Okyanus dibinde bulunan 2-3 milyar yasindaki demir-oksit kayalar bunu kanitlamistir, bu kayalarla ayni yerde bulunan 2 milyar yasindaki, Grypania isimli aerobik canlilarin fosilleri de geçis dönemi hakkinda bilgi vermektedir. Okyanuslardaki tüm demir kullanilip, dibe çöktükten sonra, oksijen atmosfere yükselmeye baslamistir (10). Bu sirada da ozon atmosferde kalkan tabakasi olusturarak, okyanus yüzeyinde gezinmekte olan primordial RNA'nin ve amino asitlerin ultraviyole isinlari tarafindan parçalanmasini, bilinçsiz olarak engellemistir. Anaerobik bakterilerin bir birim sekeri fermentlemesi sonucunda 2 birim enerji ortaya çikar, aerob bakteriler bir birim sekeri yakmalari sonucunda 36 birim enerji üretip gövdelerinde saklayabilirler. Böylece hücreler ata-hücreleri için bir zehir olan oksijeni kullanmakla vücutlarinda enerji biriktirme konusunda bir devrim yaratmislardir. Biz aslinda kendi vücudumuzda bile Prekambiyen döneme ait bakterileri, sonra gelisen ökaryotlari, paramesiumlari tasimaktayiz Mitokondria isimli hücre organellerimiz oksidatif fosforilasyon yaparak enerjinin ATP (adenozintrifosfat) moleküllerinde saklanmasini saglar. ATP, tüm hareketlerimizde, kaslarimizda, beyin hücrelerimizde, tüm kimyasal reaksiyonlarimizda yakit olarak kullanilir. Mitokondria'nin oksijen soluyan bir bakteri oldugu ve 2 milyar yil önce ökaryatlarin vücuduna girip onlarla simbiyoz yasayarak evrimlestigi ve ökaryot hücrelerin bir organeli haline geldigi kanitlanmistir. Yani her soluk alisimizda vücudumuzdaki 3.5-4 milyar yillik evrimin farkli bakterilerini beslemekte oldugumuz, dogaya hayranlik uyandirici bir duygudur. Alıntı
Φ enkas Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 BÖYLE BAŞLIKLARA BAYILIYORUM evet var bir yaratan ve bu kainatı,güneş sistemini ve samanyolunu,milyonlarca yıldızı,dağları,denizleri,karadelikleri,binlerce hayvanı,bitkiyi,canlıyı yaratıyor. ve bütün işini gücünü bırakıp cebrailin 50 000 yılda geldiği bir mesafe kadar uzak olan mesafeden, bizi izliyor,vede ona kulluk kölelik edeni cennetle ödüllendireceğini söylüyor. ben almayayım, eğer varsada vede huzuruna beni kabul ederse zaatalileriniede bir iki çift lafım olacak. niçin bu kadar gereksiz işlerle uğraştığına dair O varlıktan ayrı değildir.varlığın içinde ve özündeki müthiş ilimdir.mesela değişim bir hakikat değil mi?yıllarca madde değiştirdiği halde değişme hakikati sabittir.ölümsüzdür,hala tazeliğini korur.yada temizlik bir hakikattir ama biri bulaşıkları yıkar öbürü çamaşırları,diğer yandan yağmur yağar kainat temizlenir,hayvanlar ölür ve çürüyrn bedenleri toprak olurken kainat temizlenir,biri banyo yapar,diğeri tırnaklarını keser,biri evini siler bir diğeri merdivenlerini süpürür.bak kardeşi,m hakikat aynı ama şekillenişler farklı.eğer anlamak istersen bununla ilgili güzel bir yazı sunabilirim,bir kardeşimin yazısı ben çok istifade ettim.belki sende istifade edersin saygılar... Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 'saklıgerçek' Dr. Umit Sayin....BILIM ve UTOPYA Ekim 1999...BOLUM 2 YASAMIN KENDI KENDINE BASLAMASI: YARATILMAYIS Stanley Miller,Harold Urey'le 1953'de Chicago Üniversitesinde, artik klasiklesmis ünlü deneyini gerçeklestirdi. Miller Sekil -4'te görülen düzenekle, metan, amonyak, hidrojen ve suyu bir arada tutarken, bir tesla sarimi araciligiyla, 150-200 bin voltluk bir akimi bu karisimdan geçirdi. 24 saat sonra, deney odasina döndügünde, sivinin renginin degismis oldugunu gördü. Bu karisimi incelediginde, basityag asitleri, sayın saklı gerçek; yine hangi konuyu tartıştığımızı unutmuş ve maddenin ezeliyeti mevzusuna, miler-urey deneyi gibi, '' su götürür'' deneyi , her zamanki gibi '' copy paste'' yaparak almışsınız. zaten sizden konuyu tartışacak bir ilim beklemek safdillik olur kanısındayım. buna rağmen oparinin ; 20 sene en gelişmiş labratuar ortamında çalışıp söylediği şu sözünü duymadınız sanırım: canlı bir hücreyi yapmak mümkün gözükmemektedir. oparinin bu sözünü alıp,ümit sayına emaille yollarsanız , iyi olur. unutmadan hangi konu nereye ait, bir bakın isterseniz. Alıntı
Φ Rastlantı Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Selamlar, Konunun başında entropi kanununun kapalı sistemler için geçerli olduğunun kabulu yapılmış. Evrenin de sonlu ve kapalı bir sistem oluşu hiç bir bilimsel ve mantıki temeli olmayan keyfi bir kabuldur. Bu gün evrende big-bang'den daha yaşlı oluşumlar, yüzlerce milyar ışık yılı yaşında galaksiler vardır. Big bang denilen olay, evrenin görebildiğimiz kısmında cereyan eden bir olaydır. Maddenin deviniminin bir sonucudur, bir yokan varoluş, zamanın ve mekanın başlangıcı değildir. Saygılar. Alıntı
Φ saklıgerçek Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2006 YARATILMAYIS: YASAM NASIL BASLADI Dr. Umit Sayin......BILIM ve UTOPYA Ekim 1999 BOLUM 3 DOGANIN YANILMAZ SAATLERI Dünyanin, canlilarin ve fosillerin geçmisi ile ilgili çalismalar çok hassas deneylerle yapilmaktadir. Tüm kayalar belirli elementlerin radyoaktif izotoplarini (radyoizotop) içerir. Radyoaktif bir A maddesi belirli bir hizla bir süre sonra bozunarak radyoaktif olmayan B maddesine dönüsür. Bir radyoaktif A maddesinin yarisinin, B maddesine dönüsmesi için geçen süreye radyoizotopun yarilanma süresi denir. Örnegin yarilanma ömrü 1 milyon yil olan 1000 atomdan olusan bir A maddesinin bulundugu yerde, baslangiçtan 1 milyon yil sonra 500 A atomu, 500 B atomu olusacaktir. 2 milyon yil sonra, geri kalan A'nin yarisi B'ye dönüsecegi için, 250 A atomu, 750 B atomu kalacaktir. Eger bir kayanin içinde 125 A atomu, 875 B atomu oranini bulursak kesinlikle bu kayanin 3 milyon yasinda oldugunu söyleyebiliriz. Bu amaçla kayalarda bulunan pek çok farkli izotop, jeolojik yasin tayini için kullanilmaktadir (14, 15, 16, 18). Örnegin Uranyum-238 (238 kütle numarasidir ve çekirdekteki proton ve nötron toplamini verir) Kursun- (Pb) 206'ya dönüsürken yari ömrü 4.5 milyar yildir.Uranyum-235, Kursun-207'ye dönüsürken yari ömrü 704 milyon yildir. Potasyum-40, Argon-40'a 1.24 milyar yillik bir yari ömürle dönüsür Stabil olmayan Karbon-14, atmosferdeki stabil Nitrojen-14'den kozmik isinlarin etkisiyle olusur. Atmosferdeki Karbon-14'den ve stabil karbon-12'den olusan karbon dioksit orani sabittir. Bitkiler havadan bu oranda karbon dioksit solurlar. Ama bitki ölüp, fosillesince, artik havadan radyoaktif karbon-14 alamaz ve bu karbon-14, Nitrojen-14'e bozunur. Dolayisiyla baslangiçtaki (karbon-14) / (karbon-12) orani degisir. Karbon 14''ün yarilanma ömrü 5730 yildir ve 50 000 yil öncesine kadar olusmus fosillerde, çok kesin olarak yas saptama imkani vardir. Daha eski fosiller için, diger elementlerin radyoizotoplari kullanilmaktadir. Bu konuda Yaratilisçilarin ve din adamlarinin iddialarinin çogu çürütülmüstü HÜCRE VE KOMPLEKS ORGANIZMALAR Dünya dev bir deney tüpüne benzemektedir. 4.5 milyar yilda, yasamla ilgili tüm kosullari saglamistir. Bu yaziya sigdirilmasi olanaksiz, daha binlerce arastirma ve kanit, dünyada yasamin kendi kendine basladigini, evrimlestigini ortaya koymaktadir. 1997'lere kadar yapilan deneyler, ilk atmosfer kosullarinda, su ortamlarinda amino-asitlerin, sekerlerin, DNA ve RNA'nin temel yapi tasi olan nükleotidlerin kararli bir sekilde bulunabilecegini göstermektedir Prototip ilk hücreler koaservatlardir;bunlar belirli bir osmotik basinci içerlerinde muhafaza eden lipid moleküllerinin küre biçiminde bir sivi hacmini çevreledikleri yapilardir. Lipidler(yag molekülleri) iki tabaka halinde polarize olmayan (nonpolarize) kisimlari birbirine dönük hücre zari benzeri bir tabaka olusturabilirler. Prototip bir hücrenin olusmasi için su özellikler gereklidir: 1) Küresel bir ortami içinde hapseden lipid yapisinda bir hücre zarinin varligi. 2) Bu zar içerisinde bazi amino asitlerin zincirlerinden olusmus, bazi porlarin veya bazi maddelere özgü geçirgen yapilarin varligi. 3) Iç ortam ile dis ortam arasindaki osmotik basinç farkini bu küre içinde varedebilen ve osmotik basinç degisikliklerinden az etkilenen bir yapi. 4) Farkli iyonlari (sodyum ve potasyum gibi) membranin her iki yaninda farkli dagitarak, elektriksel açidan yüklü, polarize bir yapi olusturabilme yetenegi. Örnegin memeli hücrelerinde hücre içinde potasyum dis ortama göre çok daha fazladir, ama sodyum çok azdir. Öyle bir polarizasyon olusur ki, sodyum da potasyum da pozitif iyonlar olmalarina ragmen, içerisi disariya göre negatif elektrik yüklüdür (Hücre disi ile içerisi arasindaki potansiyel fark -70 milivolt civarindadir). Bu yapi sanildigi kadar da entropiye aykiri degildir kendi kendine sayisiz çarpismalar sonucu olusabilir. Üstelik koaservat gibi yapilarin entropi açisindan da en ideal yapilar olduklari, çok stabil ve minumum enerji ile var olabilecekleri gösterilmistir. Bahsedilen süre 100 bin yil degil, 1 milyon yil degil, En az 2 milyar yildir. Bir kez bu yapilar okyanuslarda fazla bir biçimde bulunabildikten sonra, tek hücreli yasamin gerçeklesmesi için ana kosullar hazirlanmis olur. Hücre zarlari (membranlari) hücrenin en önemli yapilaridir, çünkü hücreyi dis ortamlardan ayirirlar, madde alisverisi saglarlar. Milyarlarca yil içinde kalsiyum, potasyum, klorür ve sodyum iyonlarina geçirgen birbirinden farkli binlerce yapi, kanal ve por olusmustur. Bu yapilari laboratuarlarda olusturmak mümkün degildir, çünkü 1 milyar yil sürecek, raslantisal olgulari arastirabilecek bir deneye dünyadaki hiç bir laboratuar giremez. Yaklasik 3.5 milyar yil önceki anaerobik bakteriler, baska bakterilerle simbiyoz yasama girerek aerobik bakterileri olusturmuslardir (Tablo 2, e ve g). 2-2.5 milyar yil önce ilk aerob fotosentez baslamis ve atmosferde artan oksijene adaptasyon saglamak için, prokaryotlar (çekirdeksiz hücreler, Tablo 2-Y) Ökaryotlara (Tablo 2-X) dönüsmüslerdir, tabii bu dönemde dev bir deney tüpü olan mavi gezegende ayni dönemde hem prokaryotlar, hem ökaryotlar hem de bugün izine rastlayamadigimiz diger bakteri türleri olusmayi sürdürmüstür. Yaklasik 1 milyar yil önce eseyli üreme sayesinde (Tablo 2-i, j) genetik bilgi paylasilarak, daha kararli ve daha güçlü hücreler türemistir. 500 milyon yil önce de bitkiler ve çok hücreli diger ökaryotlar ortaya çikmistir. Dikkat edilirse tek hücrenin olusmasi, gelismesi ve evrimlesmesi çok zordur. Bu islem için 3.5-4 milyar yil geçmistir; bu dönemde enerji kaynagi günestir, yani ortamda bol miktarda enerji vardir. Buna karsin, bir kez tek hücreli canlilar, gezegeni sarinca ve kendi devamliliklarini saglayinca, çok hücreli organizmalarin gelismesi son derece hizli olmus, 500 milyon yil öncetrilobitler, çenesiz ve sonra da çeneli baliklar ortaya çikmistir (Bkz Tablo 1). Hem karada hem suda yasayan amfibianlar 350 milyon yil önce olusmus, bunlar daha fazla bitki ve besine ulasabilmek için 300 milyon önce karaya çikmislar, 250 milyon yil önce de tüm gezegeni sarmislardir. Yaklasik 140-200 milyon yil önce mavi gezegen dev dinozorlarin istilasina ugramis, bu dönemlerde kuslar da ortaya çikmislardir.Yaklasik 65-100 milyon yil önce dinozorlar yokolurlarken kuslar gelismis, çiçekli bitkiler olusmus ve bitkiler bu sefer tüm dünyaya farkli türlerde yayilarak, sessiz kralliklarini ilan etmislerdir. Memelilerin dünyayi istilasi ise 50 milyon yil önce baslamistir ve hala sürmektedir. Ilk primatlarin ortaya çikisindan homo sapiensin evrimlesmesine kadar geçen süre ise 20 milyon yildir.1- 2 milyon yil önce insana en yakin primatlar yeryüzünde varliklarini sürdürmüslerdir. Tabii ki gelisimlerde ve transformasyonlarda, adaptasyon, seleksiyon ve mutasyonlarin büyük rolü olmus, canlilar doganin acimasiz süzgecinden geçmislerdir (4, 5, 10, 13, 14, 15, 16, 19, 21, 23, 24, 26). Yani Darwin'in 140 yil önce gözlemledigi olgularin büyük çogunlugu dogrudur ve bugün bile Darwin'i dogrulayan binlerce kanit bulunmaktadir. Aslinda yasam enerjinin bir çesit, entropiye uyarak, stabil bir yapiyi koruyarak transformasyonundan ibarettir. Tabii ki kararli yapilarin olusmasi zordur ve kararsiz yapilara oranla kararli yapilar çok düsük olasilikla meydana gelirler, ama bu var olamiyacaklarini göstermez. Kararsiz yapilar zaten sürekli bozunmaktadir, örnegin 1 katrilyon kararsiz ve bozunan yapiya karsi sadece 1 tane kararli yapinin biyofiziksel dengeleri koruyarak olusmasi, yasamin bu gezegende kendi kendine olusabilecegini gösterir. Bu jeolojik ve zoolojik zaman çizelgesi, yaklasik 100 binden fazla uluslararasi bilimsel makalenin vardigi kesin bir sonuçtur. Bilmecenin tüm parçalari son 100 yildir birlestirilmektedir ve halen bilmece birlestirilmektedir. Her yil evrimin hem moleküler düzeyde, hem de organizma düzeyinde kesin ve dogru olduguna dair binlerce makale ve kanit yayinlanirken, halen insanlarin kutsal masallarla uyutulmaya çalisilmasi akillara durgunluk vermekte, konuyla ugrasan tüm bilim insanlarini isyan ettirmektedir. Amerika'da 1970'lere dek bilim insanlari, Yaratiliscilari ve din adamlarini pek ciddiye almamislardir. Ama din adamlari ve Yaratilisçilar, bilimsel oldugunu iddia ettikleri abuk subuk iddialarla kutsal kitaplari, oralarda anlatilan efsaneleri savunmak için ANTI-BILIM yapmakta ve hükümetleri, politikacilari, mahkemeleri etkilemektedirler. 1980'lerden sonra baslarinda Isaac Asimov ve Carl Sagan'in da oldugu binlerce bilim insani da artik suskun kalmanin anlamsiz olacagini nihayet anlamis, din adamlarina, Yaratiliscilik Teorisine ve kliseye bilimsel bir savas açmislardir. Son gelinen nokta bilim kurumlari tarafindan verilen deklarasyondur. Amerikali bilim insanlari, Kutsal kitaplarda anlatilanlarin, Yaratilis Teorisinin ve Din adamlarinin söylediklerinin dogru olmadigini söylemekte; bilimin kesin verileri ile çeliskili bulmaktadirlar. Bundan sonra hedef sadece Yaratilis Teorisinin ders kitaplarindan çikarilmasi degil, klisenin ve din adamlarinin kayitsiz sartsiz alt edilmesi, sosyal etkinliklerinin azaltilmasi, kliseye taninan (vergi vermeme) gibi özel haklarin kaldirilmasi, klisenin beyin yikamalarina karsi tüm ülke çapinda önlem alinmasidir. Kliseyi 21. Yüzyilda artik ikinci bir din refomu bile kurtaramayacaktir. KAYNAKÇA: 1) Ilhan Arsel, "Tevrat ve Incilin Elestirisi", Kaynak Yayinlari, 1997, Istanbul. 2) Ilhan Arsel, "Seriattan Kissalar I" ve "Seriattan Kissalar II", Kaynak Yayinlari, 1996, Istanbul. 3) Turan Dursun, "Din Bu I-II-III", Kaynak Yayinlari, 1992, 1993, Istanbul. 4) Charles Darwin, "The Origin of Species by Means of Natural Selection", Murray, 1859, London. 5) Charles Darwin, "The Descent of Man, and Selection in Relation to Sex", Murray, 1871, London. 6) Desmond Morris, "The Naked Ape" (Çiplak Maymun), Bantham, 1975, New York. 7) Ümit Sayin, "Yeni Bir Orgazm Anlayisina Dogru", "Cinselligin Farkli Boyutlari" , 1993, YOL Yayinlari, Istanbul. S:85-113. 8) Rennan Pekünlü, " Evrenin ve Yasamin Evrimi", Bilim ve Ütopya, Haziran 1998. 9) Cyril Ponnamperuma, "Origins of Life", Thames and Hudson, 1972, London. 10) Richard Monastesky, "The Rise of Life on Earth", National Geographic, March 1998, 193:58-81. 11) H.M. Morris, "Scientific Creationism", 1974, San Diego-Creation-Life. 12)Ümit Sayin, ANTI-BILIM, Bilim ve Ütopya, (yaygnlanacak). 13) Michael Ruse, "Darwinism Defended", 1983, Addison-Wesley Company, N.Y.. 14) Tim Berra, "Evolution and the Myth of Creationism", 1990, Stanford University Press, California. 15) Lee Tiffin, "Creationism's Upside-down Pyramid", 1994, Prometheus Books, N.Y. 16) Ashley Montague (editor), "Science and Creationism", 1984, Oxford University Press, N.Y. 17) J.W. Schopf, "Evolution of Earliest Cell", Scientific American, 1978,239 (3): 110-138. 18) Harland, W.B, Cox, A.V., Llewelyn, P.G., Pickton, C.A.G. , A.G. Smith, and R. Walters , " A Geolologic Time Scale", 1982, Cambridge Univ. Press, Cambridge. 19) National Academy of Sciences, "Science versus Creationism: A view from the National Academy of Sciences", 1998, Washington, D.C. 20) Karl Sigmund, "Games of Life" Penguin, 1993, London 21) Colin Patterson (editor), "Molecules and Morphology in Evolution", 1987, Cambridge University Press. 22)John Postgate, "The Outer Reaches of Life", 1995, Cambridge Un. Press.,Cambridge. 23) Elaine Morgan, "The Scars of Evolution", 1990, Oxford Un. Press. Oxford. 24) W. Fontana and P. Schuster, "Continuity in Evolution: On the Nature of Transitions", Science, 1998 (29 May), 280:1451-1455. 25)Yatri, Unknown Man, 1988, Simon and Schuster/Fireside Book, N.Y. 26) Arthur Wallace, Theories of Life: Darwin, Mendel and Beyond, 1987, Penguin Book. London. Alıntı
Φ GıLgaMeŞ Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2006 Selamlar, Konunun başında entropi kanununun kapalı sistemler için geçerli olduğunun kabulu yapılmış. Evrenin de sonlu ve kapalı bir sistem oluşu hiç bir bilimsel ve mantıki temeli olmayan keyfi bir kabuldur. Bu gün evrende big-bang'den daha yaşlı oluşumlar, yüzlerce milyar ışık yılı yaşında galaksiler vardır. Big bang denilen olay, evrenin görebildiğimiz kısmında cereyan eden bir olaydır. Maddenin deviniminin bir sonucudur, bir yokan varoluş, zamanın ve mekanın başlangıcı değildir. Saygılar. BİG BENG olayının sadece evrenin bir bölümü için geçerli olduğuna dair bir idiayı ,ilk defa sizden duyuyorum.Mümkünse bunu ispat edecek bilgilerden , bazılarını buraya alırsanız, ciddi manada memnun olacağım. Bununla beraber , bu dediğiniz keşke olmuş olsaydı, benim iddiam maddenin evinimine rağmen, sağlam bir iddia olmasına rağmen, böyle bir durumda iyice muhkemleşecektir.Nasıl mı? Şöyle: Eğer big beng hadisesi , evrenin sadece bir bölümünü içine alıyorsa, buna dahil olmayan bölümünün yaşını yüzlerce milyar ışık yılı olarak vermeniz veya bilimin bunu böyle söylemesi, bu galaksilerin ezelden beri gelmediğini ispat eder.Zira ne kadar büyük olursa olsun, sonuçta en büyük bir sayı bile , ezele nispeten '' sıfırdır''.Demekki sonsuzdan gelmiyor, sonsuzdan geliyor olsa yaşının değerine, ancak sonsuz yaşındadır denirdi.Ama siz bir rakamdan bahsediyorsunuz.'' MİLYAR'' DEMİŞSİNİZ , ben bunu trlyon olarak alıyor ve diyorumki : Bu sayının başlangıcı vardır.Sonsuz değildir.Bu bukadardır yani. Sonuç olarak entropi ve kapalı sistem örneği burda güme gidiyor.Demekki , sadece enerji dönüşümünün , sonsuz olamayacağı bir yerdeyiz ve bu noktai nazarla bakıldığında , aslında evrenin tamamı '' kapalı sistem'' hükmüne girer.Zira sizin açık sistem için yaptığınız atıfta bahsi geçen devasa yaşlı o galaksiler, sonuçta belli bir yaş ile sınırlıdır. Demektir ki evren sonuç itibariyle ezel olamaz.Akılda buna yol bulamaz. Size bir tüyo daha: Eğer sonsuzdan gelen bir varlık olsa, çoktan ebediyete ulaşmıştı.Zira sonsuzdan gelen , sonsuzdan beri yol almış olacağından, ebediyete ulaşmış olmak zorundadır.Bu da aslında ebed ve ezelin aynı olması anlamına gelir ki, böyle bir durumda, herşey durmak zorunda, hiç bir şey değişime tabi olmamak durumundadır.Zira değişim başlangıcın delilidir, başlangıç olayıda sonsuzla ters olduğundan,evrem ezeli değildir, zira değişim ve dönüşüm vardır.Demekki bir başlangıcı vardır. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.