Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BAHARİSTAN - MOLLA CAMÎ


İNTERLOCK

Önerilen İletiler

..

Molla Câmî "Horasan'lı"
(Nureddin Abdurrahman b. Ahmed)
1414 - 1492
İran'lı filozof.


Arap edebiyatı ve felsefede derinleşerek İran'ın büyük
bilginlerinden biri oldu. Tasavvuf felsefesi içinde önemli
bilginlerden sayılmaktadır. Medrese eğitimi almış ve

AliKuşçu ile birlikte matematik problemleri üzerinde
durmuştur. Zamanında bir allâme (her şeyi bilen, büyük
bilgin) sayılmıştır. Felsefe alanındaki etkinliğinin yanında
çok bilinmeyen ama etkili sayılan arapça şiirler yazmış,
musîkiyle ilgilenmiştir. Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun
gibi şiirleri vardır.İran klasik şairlerinin sonuncusu sayılır.

Molla Câmî, tasavvufa yönelmiş, Nakşî şeyhlerinin yanı
sıra, sufîlerle de ilişkili olmuştur. Şeyh Ahrar, Abdullâah
Ansârî ve Sadeddin Kaşgerî, onun sıklıkla ismini andığı
sufî düşünürlerdir.

Kitabı Nefahat-ül-üns Nakşîliğin ve tasavvuf felsefesinin
en önemli kaynaklarından sayılmaktadır.

Câmî, tasavvuf düşüncesinde, hem bu düşüncenin derli
toplu hale getirilmesinde hem de tasavvuf düşünürlerinin
hayatlarının yazılması yönünde katkıda bulunmuş;
öte yandan İbn Arabi'nin zor anlaşılan düşüncelerinin açık
kılınması ve ayrıca sufiler, kelamcı ve filozoflar arasındaki
farkların ve her akımın özelliklerinin belirginleştirilmesine
yönelik çalışmalar yürütmüştür.

Feridüddin Attar ve Mevlânâ Celâlleddin-i Rûmî gibi
tasavvufa düşünce yönünde dahil olması ve bu alana
felsefe düzeyinde katkıda bulunmasından dolayı Molla
Câmî tasavvuf bilgeleri arasında sayılır.

Kendi başına özel bir kuramı yoksa da, vahdet-i vücûd
düşüncesinin, tasavvuf ya da sufîzimde yerleşmesine
doğrudan etki etmiştir.

Camî'nin en değerli manzum ve mensur eserleri;
Hüseyin Baykara'nın günlerine rastlamıştır. Şark
Klâsiklerinin özel bir anıtı olan Baharistan da, bu
Türk Sultanına armağan edilen eserlerdendir.

Camî bu eserinde bilhassa şu sözleri söylüyor:
"Sadî, her ne kadar Gülistan'ın tamamını Sâd-bin-Zengî
 adına yazmışsa da benim eserim öyle bir sultanın eli ile
 şeref bulmuştur ki; Sâd-bin Zengî, ancak onun uşağı
 olmağa lâyıktır.."

 

**

40577735_tn24_0.jpg

BAHARİSTAN:

Camî
M. Nuri Gencosman
Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi
Şark - İslâm Klasikleri
Milli Eğitim Basımevi - İstanbul 1985

**
Önceden Tanrı adını dile getirip, onu öğmeden kutlu
bir işe başlayan kimse, cılız bir kuş gibi uçmağa güç
yetiremez. Amacına ulaşamadan kanatları kırılır;
bir daha kalkamıyacak gibi yere düşer.

**
Aşk ve Vefa Baharistanının dallarında, fazilet ve ihsan
minberlerinde dile gelen kuşlar, şakrak cıvıltıları ve tatlı
musıkileriyle Tanrı'yı öğmek için durmadan okudukları
güzelleme destanlarını; aylar ve yıllar kutlu derneklerde
toplananların ve sevimli manzaraları seyredenlerin
kulaklarına eriştirmişlerdir.

KITA:
Hamd ve sena öyle bir yaratıcıya yaraşır ki;
feleklerin gül bahçesi, o yapıcının san'atının
gül ağacından bir yaprak ve kendisini öğenler
için inci ve cevahir saçılarıyla dolu bir tabaktır.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Büyüklüğünün mertebesi yüce, ululuğunun ünü
yüksektir. Sayısız nimetler, eşsiz cömertliklerle
dolu sarayının çiçekli bahçelerinde şakıyan
bülbüllerin boğazlarından duyulan binlerce selâm
ve dua iniltileri; Tanrı'nın varlığını seyredenler
derneğinin sazcıları ve varlık şarabından baygın
düşmüşlerin şarkıcılarıdır.

                               KITA:

Selâm,
Tanrı'nın buyruklarını getiren yüce Peygamber'e olsun.

Cihan bağının gülü, O'nun bahçesindeki gül ile ölçülürse
ancak kutlu yüzündeki ter damlası gibi kalır.
Çemen yaprakları, kuşlar için, ancak O'nun güzelliğinin
vasfını öğreten bir dersten başka bir şey değildir.

Dualar;
Peygamberimizle O'nun bilgi ve ahlâk kandilinden ışık
alan evlâdına ve yoldaşlarına olsun.


Şimdi, bu Baharistan'ın yazılmasındaki sebebi anlatmak
sırası gelmiştir:

Bu gönüller okşayıcı bahar çağlarında sevgili oğlum
Ziyaüddin Yusuf (Allah kederlerden saklasın), Arap
dilini ve edebiyat bilgilerini öğrenmeye çalışıyordu.
Yeni yetişmekte olan çocuklara ve zahmet görmemiş
olan yavrulara alışkın olmadıkları şeylerle zihinlerine
uygun gelmeyen yabancı terimleri öğrenmenin, onlara
ağır bir yül olmakla beraber gönüllerini korku vereceği
pek açık bir hakikattir.

Çocuğun gönlünü ferahlatmak ve hatırını hoş tutmak
için arasıra ünlü şeyh ve büyük üstad Şirazlı Muslihüddin
Sâdî'nin mübarek nefeslerinden olan Gülistan kitabından
birkaç satır okurduk.

                                  MESNEVÎ

O Gülistan, gülistan değil, sanki cennetten bir bahçedir.
Tozu, toprağı amberden yoğurulmuştur.
Bâb'ları cennet kapıları, feyz veren hikâyeleri Kevser
havuzlarıdır.
Perdeler arkasına gizlenmiş nükteleri, Nazlı Hurî'leri    
imrendirir.
Gönül çekici şiirleri, yüksek ağaçlardır ki, yeşil ve taze
güzellikleri altından ırmaklar akar.

O sırada hatırıma geldi ki, Sâdî'nin mutlu nefeslerine,
güzel şiirlerine benzer bir kaç yaprak da teberrüken
aynı üslûb üzere ben de yazayım.

İşte hazırlara bir destan ve gaiblere bir armağan olmak
için şu birkaç parça bu suretle tertib edildi.
Bu yazılar sona erince bu eser de tamamlandı.

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Akla danıştım:

 

"Bu taze gelini nasıl süsliyeyim ki, isteklilerin gözlerinde

 güzelliği daha çok artsın?"

 

Cevap verdi:

 

"Murad bağışlayıcı padişaha incileri diz.

 Çünkü O, dünyaya yardım eden, devleti yücelten,

 doğu ve batının sığınağı; yavuzluk burcunun yıldızı;

 şeref çekmecesinin incisidir.

 Timurhan derneği ocağının ışığı Sultan Hüseyin Baykara, 

 güneş gibi göklere yaraşan yüksek bir değer sahibidir.    

 Ona cihanın zerrelerini, inayet ile görmek farzı ayn'dır.

 O halkın bütün dileklerini cömertliğinin zimmetinde borç  

 bilen bir sultandır.

 Onun elinin vergisi, boynundaki borcun utancını nasıl  

 çekebilir."

 

                    """""""""""""""""""""""

 

Tanrı, yardımcılarını değerlesin, gücünü artırsın, kerem

sahibi evlâdını mülk ve saltanatının gölgeleri altında

saklasın, bütün halkı onun  adalet ve ihsanı çevresinde

barındırsın.

 

                                     KITA

 

Sâdî her ne kadar Gülistan'ın tamamını Sâd bin Zengî

adına yazmışsa da benim Baharistan'ım öyle bir sultanın

adiyle şereflenmiştir ki, Sâd bin Zengî ancak onun uşağı

olabilir.

                                     KITA

 

Bu Baharistan'dan bir geç ki, içinde Gülistan'lar göresin.

Buradaki eşsiz güzelliklerden her Gülistan'ın içinde ne

güller açmış , ne reyhanlar filizlenmiştir.

 

Baharistan'ın terkibi sekiz bahçeye ayrıldı.

Cenneti andıran her bahçesinde gelinciklerden başka bir

renk; reyhanlardan başka bir koku vardır.

Baharistan'ın gelincikleri için güz rüzgârlarının ayakları

altında solup dağılmak; reyhanları için kış fırtınalarının

siddetiyle donmak korkusu yoktur.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                     KITA

Baharistan'ın her tarafında çemenler fışkırmış, her
köşesinde lâle bahçeleri açmıştır.
Çiy taneleri lâlenin kulağında ter, yağmur damlaları
goncanın sürahisinde şaraptır.
Pınarların gözlerinden daha ıslak, papatyaların
dişlerinden daha şakraktır.
Nerkis, "şarap iç" diye göz kırpar; yarlıganmak,
çünki suçları giderir.
Korkarım ki, bu güzellerin işaretleri, en çekingenlerin
bile perhizlerini bozdursun.

Bu ıssız bahçeleri dolaşanlardan dileğimiz,
yanlış düşüncelerin dikenlerinden ve kötü isteklerin
süprüntülerinden arınmış olmalarıdır.

Görünen güzelliklere ibret göziyle bakmak, bunları
yetiştirmek için ciğer kanı içen, büyütmek için tatlı
canını dudaklarına getiren bahçevan'ı bir dua ile
anmak ve sevindirmek gerektir.

                                     KITA

Bahtı açık herkes, bu taze yetişmiş ağaçlardan birinin
gölgesinde otursun, bir meyva toplasın; hakkı teslim
töresini göz önünde bulunduranların, cömertlik
yolunda yürümeleri, dua törenini yerine getirmeleri
pek uygun olur.

Desinler ki;

"Ey Tanrı'm; Câmî kulun; bu bahçede daima seninle  
 dolu ve kendi benliğinden boş olarak otursun.."

                                 
                                     BAHÇE - 1

İlk bahçede, hidayet yolunu uzaktan görenlerden
velilik dergâhı sedirinde oturanlardan toplanmış
reyhanlar saçılmıştır.

Sofîler derneğinin ulusu Cüneyd (Tanrı sırtlarını
kutlasın) buyurur ki:

"Şeyhlerin hikâyeleri Tanrı'nın ordularından bir
  ordudur. Yanî bilgi ve anlayışta ileri olanların
  sözleri, Yüce Tanrı'nın leşkerleriden kuvvetli bir
  leşkerdir ki, hangi gönüle dizginini çevirse ondaki
  nefis ve hevâ düşmanlarını bozguna uğrattı.."

                                    KITA

Şeytanın ordularından olan nefis ve hevâ gibi
düşmanların saldırması, Tanrı erlerinin gönüllerine
sıkıntı verir.
Yol göstericiler için ibretli hikâye kuvvetlerinden
başka o yol kesen yağıların hızını kıracak hangi
kuvvet vardır?

                                     """""""

Ulu Tanrı, elçisi Hazret-i Mehammed'e buyurdu ki:

"Kalbini sağlamlaştırmak için sana daha önce gelip-
 geçmiş olan yalvaçların hayatlarından hikâyeler
 anlatalım.."

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

                                     KITA

Kalbine işlediğin nakışlar, Tanrı'yı dilediğin içindir.
Ariflerin üflediği nefirin nefesleriyle ona can ver:

Gönlün, tabiatın kımıldanmalarından sarsılırsa;
gönül sahibi erenlere ait hikâyelerin şerhiyle onu
yerinde tutmaya çalış.

Herat ulularından Abdullah Ansarî
(Tanrı ondan hoşnud olsun..)
yoldaşlarına tavsiye etmiştir ki;

 

"Her Pîrîn en az bir sözünü hatırda tutun;
 eğer bunu yapamazsanız onları anın ki,
 bir fayda bulasınız.

                                     RUBÂÎ

     Sen,ününden aşk yağmuru yağan Tanrı'sın;
     Haberlerinden, kitaplarından aşk damlaları sızar.
     Âşık o kimsedir ki, senin dergâhına gelir;
     Evet, senin kapından ve damından aşk çağlar.

                              """""""""""""""

Peygamber buyurmuştur ki:

"Ulu Tanrı, kıyamet gününde, müflisliğinin ve
  yoksulluğunun utancını çeken bir kuluna sorar:

 

 'Falan semtte, falan bilgini yahut falan ergini
  tanırmısın?"

Kul cevab verir:

"Evet Tanrım."

Tanrı'dan german gelir:

"Seni O'na bağışlarım."

                                      KITA

Senin âşıklarının sırasında benim değerim,
o müflisten daha aşağıdır.
Halbuki tanrı'ya kavuşma menzillerinde adım
atmak diliyorum.

Senin kapındaki dilencilerin ünü gönlüme
işlenmiştir.

Şu halde benim amellerimin yazısı da kabul
damgası ile mühürlenir.

Serî-i Sakatî (Sırrı kutlu olsun) Cüneyd'e iş buyurdu.
O da şeyhin isteği gereğince yapmaya başladı.
Şeyh, Cüneyd'e bir kâğıt parçası attı.
İçinde şu sözler yazılıydı:

"İşittim ki bir deveci çölde giderken şu ezgiyi
  mırıldanıyormuş"

                                     NAZIM

"Ağlıyorum.
 Niçin ağladığımı senden ne saklıyayım.
 Senden  ayrılacağım korkusuyla ağlıyorum.
 Belki ipimi keser beni uzaklaştırırsın diye ağlıyorum."

                                     RUBÂÎ

"Kan ağlıyorum.
 Senden niçin gizleyeyim.
 Ağlayan bu iki gözü niçin taşıyorum?
 Her ne kadar yâre kavuşmak umuduyla çırpınan
 bir gönlüm varsa da ona ayrılık korkusundan yüz
 dağ vurulmuştur."
..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Yine Cüneyd der ki;
"Bir gün Seri'nin evine gitmiştim.
 Şu beyiti okuyor ve ağlıyordu":

                                     BEYİT                                     

Benim için ne gece, ne de gündüz ferahlık var.
Gecenin uzunluğundan veya kısalığından bana ne!

                                     BEYİT

Ne gece ne de gündüz inlemediğim, feryad etmediğim
boş bir zamanım var.
İster gecem uzun, ister kısa olsun.

Hallac-ı Mansur'a sordular:
"Mürid kimdir?"

Cevap verdi:
"Mürid o dur ki; İlk baştan yüce Tanrı'nın dergâhına
 yönelmek dileğini gütsün.
 O'na ulaşamadıkça hiç bir yerde durmak ve dinlenmek
 bilmesin, başka hiçbir kimseyle düzen bulmasın"

                                     RUBÂî

Senin için karalarda, denizlerde koştum, ovalar aştım,
dağlar devirdim; önüme gelen her şeyden yüz çevirdim.
Ola ki, sana kavuşacak yolu bulayım.

Ebu Haşim Sofî' demiştir ki:

 

"Dağı, iğne ucuyla kökünden kazımak; kibir denilen
 çirkin huyu gönülden çıkarıp atmaktan daha kolaydır."

                                     KITA

Kibirsizlikten dolayı öğünme: Çünkü, o fena huy,
karanlık gecede kara taş üzerinde yürüyen karıncanın
ayak sesinden daha gizlidir.
Onu içinden atmayı kolay sanma; dağı iğneyle kazımak
ondan daha kolaydır.

Mısır'lı Zünnûn, Mağrib diyarı şeyhlerinden birinin
katına bir mes'ele danışmaya gitmişti. Şeyh sordu:

"Ne iş için geldin?
 Eğer ilk ve son ilimleri öğrenmek için geldiysen buna
 imkân yoktur. Çünkü bunların hepsini ancak Yaradan  
 bilir.
 Eğer Yaradanı aramaya geldinse;
 O ilk adımı attığın yerdeydi.."

                                     RUBÂÎ

Bundan önce, O'nu kendimden dışarıda sanırdım.
O'nu ancak yolumun son durağında bulableceğimi
umud ederdim.

Ey Tanrım!
Bugün seni bulunca ilk adımımı attığım yere döndüğümü
anladım.

Herat pirî der ki:
"O kendini arayanlarla birliktedir.
 Ellerinden tutar.
 Aradıklarının tarafına koşturur."

                                     KITA

Adını ve izini elde edemediğim O yüce Tanrı ki,
elimden tutmuş beni arkasından sürüklüyor.
Nereye gitsem elim ayağım O'dur.
Arkasından ayak vurarak, el çırparak koşuyorum.

                               """""""""""""

Fuzeyl-İyaz der ki:
"Ulu Tanrı'ya ancak sevgi yönünden taparım.
 Çünkü tapmamaya sabredemem."

Bu taifeden (sofilerden) bazıları sordular ki:

"Alçak kimdir?"

Fuzeyl:
"Tanrı'ya korku ve ümid ile tapandır."
 dedi.

"Ya sen nasıl taparsın?"
 dediler:

Tekrar cevap verdi:
"Dostluk ve sevgisiyle.
 Çünkü O'nun dostluğunun aşkı beni hizmet ve

 kulluk mertebesinde tutar."

                                     RUBÂÎ

Ey Can;
Senin kapından uzaklaşamıyorum, cennete ve hûrîye
kanaat edemiyorum.
Senin aşkının kapısında ücret sevdasında değilim.
Ne yapayım ki bu kapıda sabırlı olmak da elimden
gelmiyor.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

             KITA

Senin aşkınla ölenlerin ateşi kara topraklar altında
nasıl sönebilir?
O ateş ki, Ulu Mevlâ'nın parlak ruhundan sıçramıştır.
Âşık senin vefa boyunduruğundan nasıl başını
çevirebilir?
O ilâhî gerdanlığı kumru gibi inleyerek boynuna
kendisi geçirmiştir.

Mâruf-i Kerhî demiştir ki:
"Sofî bu âlemde konuktur. Konuğun nazı ise ev
  sahibine cefadır.
  Edebli misafir kendisine verilecek nimetleri bekler;
  naz ve iddiaya kalkmaz."

                                     KITA

Seni dileyen erenler sırasında senin misafirinim.
Senden gelecek her şeye razı olarak oturmuşum.
Umut gözümü cömertliğinin sofrasına çevirmiş,
nimetlerini bekliyorum.
Başka bir iddiam yoktur.

Bayezid'e sordular:
"Farz nedir?, Sünnet nedir?"

Buyurdu ki:
"Sünnet; Dünyayı terk etmek,
  Farz; Tanrı ile birlik olmaktır."

                                   MESNEVÎ

Ey hâl ehli erenlerin yolunda yürüyen!
Benden farz ve sünneti soruyorsun.
Sünnet; dünyadan yüz çevirmek,
Farz da, Tanrı'nın yakınlığına yol bulmaktır.

Şiblî'ye cezbe gelmişti. Bimarhaneye götürdüler.
Bir cemaat onu görmeye gitti.

Şiblî ziyaretçilere sordu:
"Siz kimsiniz?"

"Dostlarınız" dediler.

Bir taş aldı üzerlerine yürüdü.  Hep birlikte kaçtılar.

Şiblî:

"Geri dönün" dedi.
"Ey müddeiler; dostlar, dostun önünden kaçmaz ve
  onun cefa taşından sakınmazlar."

                                     KITA

Seven o kimselerdir ki;
Sevgisinden ne kadar düşmanlık görse de yine
dostluğunu  artırır.
Sevgilisinden başına binlerce sitem taşı gelse,
onlardan ancak aşk binasını sağlamlaştırır.

                                """"""""""""

Yine hikâye ederler ki, Şiblî bir zaman hasta olmuştu.
Halife, onu tedavi için ateşe tapan bir hekim gönderdi.
Hekim, hastaya sordu:

"Gönlün ne istiyor?"

Şiblî cevap verdi:
"Senin müslüman olmanı."

Hekim:
"Eğer ben müslüman olursam, sen iyi olup hastalık
  döşeğinden kalkacak mısın?"

Şiblî "evet" dedi.

Hekim imana geldi.
Bunun üzerine Şiblî döşeğinden sıçradı, kendisinde
hastalıktan eser kalmamıştı. Sonra ikisi birlikte
halifenin katına gittiler, vakıayı anlattılar.

Halife dedi ki:
"Ben zannettim ki, hastaya hekim gönderdim.
  Meğer hekime hasta göndermişim!"

** **

Şiblî: Nesnel Dünyadan elini-eteğini çekmiş olan.
Bimarhane: Tımarhane.
Müddeî: İddia eden, Davacı, İnatçı,
Sofi: Sofestaî: Safsatacı/Sofistik: Sophistic/Septik...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                     KITA

Sevginin hücumundan hasta olan kimse, hekiminin
ancak sevgilinin cemali olduğunu bilir.

Hekim hastanın başı ucuna benlik gururuyla ayak
basar. Fakat hasta, ondaki benlik illetine şifa verir.

Sehl Abdullah Tüsterî der ki:
"Her kim yarın ne yiyeceğini düşünerek sabaha
  kavuşursa, elini ondan yıka.

                                     KITA

Her kim sabah uykusundan uyanır ve başında
yiyecek düşüncesinden başka bir hayâl taşımazsa
onda uyanıklık ayn'i arama.

Ayağını yatağından çıkartır çıkartmaz elini yıkayıp
yemek sofrasının başına geçen kimseden sen de
elini yıka.

Ebû Said Harraz diyor ki:
"İlk müridlik çağlarımda vaktimi korumaya çalışıyordum.
 Bir gün yolum bir çöle düşmüştü.
 Yürürken arkamdan bir şeyin sesi geldi.
 Kalbimi ona iltifattan ve gözümü de ona bakmaktan
 sakındım.
 Tam yaklaşınca iki vahşi canavarın omuzlarım üzerinde
 şahlandığını duydum.
 Fakat ne omuzlarıma sıçradıkları, ne de indikleri zaman
 dönüp bakmadım.

                                     KITA

Ayrılık renginden temizlenmiş olan sofî kimdir bilir misin?
Bu iki renkli sarayın içinde tek yüzlü yaşayandır.
Onun sırrının ip ucunu canânın elinden hiç kimse
koparamaz.
İsterse yolunun bir tarafını arslan, bir tarafını kaplan
tutsun.

Yine Ebu Said Harraz demiştir ki:
"Her kim çalışmakla canâna kavuşabileceğini zannederse
 boş yere emek çekmiş ve her kim çalışmadan onu
 bulabileceğini tasavvur ederse arzu yollarını ölçmüş   
 olur."

                                    RUBÂÎ

Hiç kimse zahmet ve emekle vuslat hazinesine kavuşamadı.
Yine ne gariptir ki, hiç kimse de emeksiz o hazineyi bulamadı.
Sahrada koşan herkes yaban eşeğini avlayamadı.
Fakat bu avı, koşanlardan başka da kimse yakalayamadı.

Ebu Al-Hüseyin Nurî der ki:
"Allah her kimden gizlenmek isterse, o kimse O'ndan
 hiç bir delil ve haber elde edemez."

                                     RUBÂÎ

Sevgilim perdenin arkasından yüzünü göstermezse
hiç kimse o perdeyi kaldırıp açmaya güç yetiremez.
Fakat cilvesiz çehresini süslediği yerde bütün cihan
perde olsa da korku yoktur.

Ebu Bekir Vasıtî şöyle demiştir:
"Tanrı'ya yakın bulunduğunu söyliyenler, ondan
 uzaktırlar. Uzağım dfiyenlerin uzaklıkları da Tanrı'nın
 yakınlığı ile örtülüdür.

                                     KITA

O, cihanın canı olan yaratıcıya yakınlık iddiasında
bulunanların dâvaları, uzaklıklarına delâlet eder.
O'ndan uzağım diyenlerin uzaklıkları da O'nun
yakınlık perdesi altında gizlenmiş olmalarındandır.

                                 """"""""""

Ebu Al-Hasan Kuşçu demiştir ki:
"eğer dostluk bir karşılık veya bir maksad mukabili
ise dünyada dostluktan daha çirkin bir şey yoktur.

                                    RUBÂÎ

Âşık, dostunun ayrılığıdan dolayı yardım diler,
yahut sevgilisinin vuslatı kapısında dayanacak yer
arasa, dünyada ondan daha cimrî insan olamaz.

Âşıkın sevgilisinden dilediği sevgiden başka bir şey
olmamalıdır.
                                 """""""""""

Derler ki, Ebu Ali Dekkak'ın son günlerinde bazı
hastalıklar baş gösterdi. Her gün dama çıkar, yüzünü
güneşe çevirir ve şöyle derdi:
"Ey cihanın başı dömüş yıldızı;
 Bugün nasılsın?
 Ne haldesin?
 Hiç bundan daha kederle dolu bir âlemde parladın mı?
 Bu alt üst olmuş âşıklar zümresinden haber alabildin mi?"

İşte Ebu Ali, bu gibi sözlerle güneş batıncaya kadar
söylenirdi.

 

**

vakti korumak: namazı vaktinde kılmak.

iki renkli saray: bipolarite; polarizasyon.

arzu yollarını ölçmek: arzuyu temel alan ölçü/kriter

..

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

                                    RUBÂÎ

 

Ey güneş;
Senin gibi âlemi dolaşan bir yaratık yoktur.
Bu yolun hakihatlarından bize bir armağan ver.
Bugün aşk yolunda kimi gördün ki, yanağında
bir toz tanesi ve gönlünde bir derdi vardır.
Onlardan bana bir haber ulaştır.

Şeyb Ebu al-Hasan Hırkanî bir gün müritlerine
sordu:
"Kâinatta en iyi şey nedir?"

Cevab verdiler:
"Ey şeyh, bunu siz buyurunuz."

Şeyh dedi ki:
"Öyle bir gönüldür ki, içinde daima sevgilinin
  hâtırası yaşıya.."


                                    RUBÂÎ

Öyle bir gönlüm var ki, her düşüncesinde hatır
levhasına senden başka bir nakış işlemez.
Senin hâtıran onu öyle sarmıştır ki, artık içine
senden başka bir şey sığmaz.

Şeyb Ebu Said Ebu Al- Hayr'a sordular:
"Tasavvuf nedir?"

Cevab verdi:
"Tasavvuf, başında dolaşan sevdaları bırakmak,
  elinde olanı vermek, başına gelen şeylerden
  kaçınmamaktır."


                                    RUBÂÎ

Sofiliğe tuttup kendinden kurtulmak istersen,
hava ve hevesi başından atarsın;
elinde bulunan şeyleri elinle verir;
başına gelen belâ okları karşısında yerinden
kıpırdamazsın.


                                    KITA

Rüveym demiştir ki:
"Babayiğitlik odur ki, kardeşlerini mazur göresin,
 onların işlediği suçlara karşı kendilerinden özür
 dilemeyi gerekli kılacak bir muamelede bulunmayasın.


                                    KITA

Ey babayiğit!
Yiğitliğin iki şartı vardır.
Bana kulak ver de sana doğrusunu söyliyeyim:

Birincisi, her dakika yüzlerce eksiklerini gördüğün
arkadaşlarının suçlarını bağışlamak,
ikincisi de sonunda özür dilemek zorunda kalacağın
bir işi önceden yapmamaktır.

Beşer-i-Hafî'ye bir müridi şöyle dedi:
"Ekmeği elime aldığım vakit onu hangi katık ile
  yiyeceğimi bilemiyorum."

Şeyh buyurdu ki:
"Sağlık nimetini hatırına getir ve bu nimeti kendine
  katık say."


                                    KITA

Yoksulluk, önüne kuru ekmek bile koysa ne çıkar?
Ruhu besleyen yoksulluk sofrasıdır.
Ruh, tabiati icabı ancak kendi âfiyetini andığı zamandır
ki, katığa meyl etmez.

Şakik-î Belhî demiştir ki:
"Zenginlerle düşüp kalkmaktan sakın;
  Çünkü gönlün onlara bağlanır.
  Onların ihsanlariyle kanaat ederek kendine Tanrı'dan
  başka bir besleyici tutmuş olursun."

                                    KITA

Bir zengin ile beraber olursan rızk için ona bağlanma.
Bir cimriyi kendine kefil sanma.
Bir düşkünü kendine Tanrı seçme.

Yusuf Hüseyin el-Razî demiştir ki:
"Bütün iyilikler bir ev içinde toplanmıştır.
  Anahtarı alçak gönüllülüktür.

  Bütün kötülükler de yine bir dam altındadır ki,
  anahtarı benlik ve bizlik'tir."

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                    KITA

Bütün hayırlar bir ev içindedir.
O evin alçak gönülden başka anahtarı yoktur.
Şerler de bu ölçüde bir dam içinde birikmişitir.
Onların kilidi de benlik ve bizlik dâvasıdır.
Tedbirli olmaya bak ki, hayır yolundan ayağın
kayıp da kendini şer tarafına saptırmayasın.

Sümnûn Muhib demiştir:
"Kulun Tanrısına sevgisi; bütün âlemi çirkin
 bulmadıkça temiz sayılamaz.

                                    KITA

Ezelî güzelliğin aşkı gönlünde yer ederse, umut
gözünü cennet hurilerine çevirme; uzak ufuklara
kadar her şeyi çirkin görmedikçe başlangıcı olmayan
güzelliğin sevgisi sana kolayca yüzçevirmez.

Ebu Bekir Verrak demiştir:
"Cimrilik'e baban kimdir?" diye sorsalar,
"Tanrı'nın kaderinden şüphelenmektir." der:

"Sanatın nedir?" deseler,
"Alçaklık ve düşkünlük kazanmaktır."
cevabını verir.

"Gayen nedir?" deseler,
"Sıkıntı ve yoksulluğa düşmek."
olduğunu söyler.


                                    KITA

Cimrilik denen huy'a, babasını sorsan,
Allah'ın kaderinden, vergisinden şüphe etmektir,
der.
İşin nedir? desen, düşkünlükle alçaklardan murad
istemektir, karşılığını verir.
İşinin sonucundan sorsan, yoksullukların acılariyle
ömrü azaltmaktır, cevabını alırsın.

İbrahim Havvas demiştir ki:
"Sana önceden yapılan taksimde yeter derecede
 ayrılmış olan şeyi istemekte üzüntü çekme;
 o senin rızkındır.
 Senden yeter derecede istenilen şeyi de unutma;
 o da Tanrı'nın, yapılmasını ve yapılmamasını
 buyurmuş olduğu hükümlere boyun eğmektir.


                                    KITA

Rızkını sana önceden ayırmışlardır.
Rızk arkasında ne  kadar koşsan hiçtir.
Sağlığın değeri kulluktadır.
Kulluğun töresinden baş çevirme.

Ebu Ali Rudbarî diyor ki:
"Zindanların en darı, uygunsuzlarla düşüp kalkmaktır."


                                    KITA

Gönül sahipleri için yâr kokusunun duyulmadığı her
yer, bir zindansa da, yanık âşıklar için yabancılar
sohbetinden daha sıkıntılı bir zindan yoktur.

Şeyh Ebül-Abbas Kassab, kaftanını dikmekle uğraşan
bir derviş gördü.
Düzgün düşmeyen kıvrımların dikişlerini çözüyor,
tekrar dikiyordu.

Şeyh dervişe döndü:
"O senin putundur." dedi.

 

                                   KITA

Hırka dikmek pazarında dolaşan sofî, bu işi yoksulluk
yüzünden yaparsa hoş bir iştir.

Eğer tab'ındaki hareket ellerini kımıldatırsa onun her
teli, her ipliği birer put ve zünnardır.

Hasrî demiştir ki:
"Sofî o kimsedir ki, öldükten sonra var olmaz ve varlığa
 kavuştuktan sonra da ölmez.
 Yani sofî, kendi tabiî varlığından fâni olur ve fâni ise
 geri dönmez.

 Amma fena'ya erdikten sonra tekrar beka'ya dönenler
 vardır ki, bunlarda ölümden sonra ebedî hayat
 gerçekleşmiş olur.
 Ve sofî bir daha fanî olmaz.

** **

Tab'ındaki hareket:
Sosyal bir gereksinim ile iş yapmak;
Sadece toplumda alışıla gelmiş olduğu için
iş yapmak.

Fenâ fillâh:
Abdin (burada sofî'nin) zât ve sıfâtının, Hakk'ın zât ve
sıfâtında fâni olması.
Başka bir ifade ile: Dünya alâkalarını külliyen kat' ve
ehadiyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak haletidir.

Sofi, bu maksada erebilmek için her şeyi terk eder.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                    RUBÂÎ

O mecazî nakışlardan temizlenip yok olan kimse
ne bahtiyardır ki artık eski fânî benliğine dönmez.
Fakat ondan sonra o, Nâz mayası olan Beka âlemine
dönerek tekrar sonsuz varlığa kavuşur.

Hoca Yusuf Hemedanî bir zamanlar
Bağdad Nizamiye'sinde vaz ediyordu.
Meclis arasında İbn al-Sakka adiyle tanınmış

bir fıkıh bilgini ayağa kalktı.

Ve bir mes'ele sordu.

Hoca fakihe dönerek:
"Otur!" dedi.
"Sözlerinden küfür kokusu duymaktayım.
 Sen belki de İslâm dininde ölmeyeceksin."

Bu hâdiseden bir müddet sonra o fakih hırıstiyan oldu
ve hırıstiyan dinindeyken öldü.

                                    KITA

Yoksulluk nimetiyle beslenen her kimi gördümse,
adı ve ünü diri gönüllüler sırasında ve doğru yolu
göstericiler arasındadır.

Ey Hoca!
İddia rüzgârını onların başında estirme.
Olmaya ki, bu edeb dışı hareketinle dinini rüzgâra
kaptırasın!

Bir gün dervişin biri Hoca Abdülhalik Gucdevânî'ye
şu sözleri söyledi:
"Eğer Yüce Tanrı beni, cennet ile cehennem'den
 birini seçmekte serbest bırakmış olsaydı,
 ben cehennemi beğenirdim.
 Çünkü cennet nefsin dileğidir.
 Halbuki cehennem ulu yaradanı dilemektir."

Hoca dervişin sözlerini kabul etmedi ve buyurdu ki:
"Kulun ihtiyar ile ne ilgisi var?
 O bize her nereye git derse gider ve her nerede kal
 derse kalırız."

                                    KITA

Madem ki kulluğa söz vermişsin, Efendi'nin isteği
dışında iş tutma.
Hocanın dileği neredeyse ona uy.
Kullar için istemenin ne yeri var?

Hoca Ali Ramitenî'ye sordular:
"İman nedir?"
"Ayırmak ve birleştirmektir." dedi.

                                    RUBÂÎ

Her kim, 'imanın ayırmak ve birleştirmektir'
dediyse, o güzel sözü beğenmek gerektir.

O 'ayırmak ve birleştirmek' sözlerinin öz manâsı
nedir, bilir misin?
Bu nükte, 'gönlünü yaratıklardan ayırıp, yaradana
bağlamalısın' anlamını belirtmektedir.

Hoca Baha-al-din Nakşibend'e sordular:
"Soyunuz nereye ulaşıyor?"

Buyurdular ki;
"Soy yönünden hiç kimse bir yere ulaşamaz."

                                    RUBÂÎ

Abâ ve asâdan bir gerçeklik ve safa gelmez.
Tesbihten de riya kokusundan başka bir şey
duyulmaz.
Her zaman 'silsilen nereye varır?' diye sorma.
Çünkü silsile yönünden hiç kimse bir yere
ulaşamaz.

(Bu rubâînin aslı Baha-al-din Nakşibend'e aittir.)

   
                                 BAHÇE  II

Bu bahçede cömert bulutlardan hikmet = felsefe
erenlerinin gönüllerinden sızan en ince hakikat
damlalariyle, onların kalblerinin zemininde ve
hâtıralarının tarlasında yetişmiş ve defterlerinin
sahifelerini süslemiş olan çiçekler saçılmıştır.

Filozof o kimsedir ki, eşyanın gerçeklerini elinden
geldiği kadar bilmek ve yapılması gerekli olan
şeyleri de ona göre yapmak melekesini kazanır.

                                    RUBÂÎ

En hoş şey geçici zevkleri bırakmak ve sonsuz bir
yaşayış için hazırlık yapmaktır.
Öğrenilmesi mümkün olan her şeyi, elde etmeye
çalış.
Bil!
Ondan sonra her bildiğini yap.

                                   HİKÂYE

Büyük İskender cihangirlik çağlarında hile ile bir
kaleyi almıştı.
Yıktırılmasını buyurdu.
Hisarda pek bilgin ve çetin mes'eleleri çözmekte
kudretli bir filozofun bulunduğunu söylediler.
İskender, adamı yanına çağırttı.
Katına girdiği zaman bir de ne görsün?
Tabiatın kabul edemiyeceği ve tabiat sahiplerinin
tiksineceği garip bir kılık.
"Bu ne tuhaf biçim?
 Ne heybetli bir heykel." dedi.

Filozof, bu muameleden hayret etti.
Küskün bir halde gülümseyerek şu sözleri söyledi:

                                    KITA

"Çirkin kılığımdan dolayı beni ayıplama;
  Ey fazilet ve insaftan mahrum adam!
  Ten bir kın; Can ise kılıçtır.
  İşi ten değil, kılıç görür."

Tekrar sözüne devam etti:

"Halkla hoş geçinmeyen huysuzların derileri,
 bedenlerinin zindanıdır.
 Böyle insanların etrafını öyle dar bir zindan
 kaplamıştır ki, zindan onun yanında bir seyran
 gibidir."

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                    KITA

"Herkese kötülükle muamele eden bir kimsenin
 her daim yüzlerce ıstırabın acılarını çektiğini bil;
 huysuzu zindana koyması için Şahna'ya şikâyete
 gitme; çünkü kötü huyluların derileri de onlar için  
 fena bir zindandır."

Filozof gene ilâve etti:

"Kıskanç, daima sıkıntıda ve Tanrı'siyle mücadele
 halindedir. Başkalarına verilmiş olan şeyleri
 beğenmez, nasibi olmayan şeylere gönül bağlar.

                                    KITA

"Kıskancın âdeti, her şeyi bilici olan Allah'ın
 hükmüne itiraz etmektir.
 (Ağzına toprak dolsun)
 Sebebsiz olarak niçin ona verdin de bana vermedin
 diye başkalarının elinde gördüğü şeylere karşı
 feryada başlar."

Sonra sözüne devamla:

"Cömert ruhlu akıllılar, mallarını dostları için
 kazanırlar.
 Akılsız alçaklar ise düşmanlarına bırakırlar."

                                    KITA

"Cömert kimse, eline ne geçerse dostlarının   
  ayaklarına saçar; alçak mayalıların kazançları
  ölümlerinden sonra düşmanlarına kalır."

Tekrar ilâve etti:

"Akıl sahipleri ile alay etmek, büyüklüğe yaraşan
  yüz suyunu yerlere dökmek, onu bayağılık ve
  düşkünlük tozlarına karıştırmaktır."

                                    KITA

"Ey düşkünlerin kaftanını paralayan zalim;
  korkarım ki, adına kurt çağırırlar.
  Ergin insanlarla alay etmek âdetinden vazgeç;
  yoksa büyüklük gücünü kaybedersin.

  Herkese yumruk sallamak meslekini güdenler,
  bir gün eli altında bulunanların tekmeleriyle can
  verirler.

                                    KITA

"Vaktiyle nüktecilerden işitmiş olduğum şu hoş
  nükteyi kulağında tut:

 'Ey Gönül!
  Herkese insafsızlıkla kılıç çekenler, sonunda
  insafsızların kılıcıyla ölmüşlerdir.' "

İskender'in kulağı bu hikmet cevherleriyle dolunca
filozofun ağzını da kendi kulakları gibi inci-cevherle
doldurdu ve hisarı yıkmak sevdasından dizginini
çevirdi.

                                  HİKMET

Feridun Şah, şefkat torağına iyilikten başka bir
tohum ekmedi. Oğullarına da şu fermanı yazdı:

"Zamanenin parçaları ömrün sahifeleridir.
 Onlara güzel iş ve eserlerden başka bir şey
 yazmayın"

                                    KITA

Bütün ömür defterleri dünya hayatının sahifeleridir.
Akıllıların vermiş olduğu bu öğüdü iyi düşün.
Bahtı yâr, o kimsedir ki: Bu temiz defter üzerinde
ancak hayırlı yazılar ve hayırlı eserler bırakır.

                                  HİKMET

Filozoflardan birisi demiştir ki:

"Felsefeye dair kırk defter yazdım. Hiç bir faydasını
  görmedim. Bu defterler arasından kırk söz seçtim.
  Ondan da bir menfaat elde edemedim. O sözler
  arasından dört tanesini ayırdım. İstediğim her şeyi
  ancak bunlarda buldum.

  Bu sözlerin birincisi şudur:

  Kadınlara, erkekler derecesinde güven besleme.
  Kadın, güvenilecek bir kabîleden bile gelmiş olsa
  onu gene itimada değer bulma.    

                                    KITA

Kadının dini de, aklı da eksiktir. Asla ona tam bir
itimat gösterme; Çirkinse inanma, güzelse bel
bağlama;

İkincisi:

Ne kadar çok olursa olsun mal ile mağrur olma;
Çünkü mal ve servet bir gün hâdiselerin rüzgariyle
darmadağın olur.

                                    RUBÂÎ

Duygusuzlar gibi mal ile büyüklenme, çünkü
zenginlik geçici bulutlar gibidir. Geçici bulutlar
her ne kadar cevahir yağdırsa da, akıllı insan
ona gönül koymaz.

Üçüncüsü:

Gizli sırlarını hiç bir dostuna açma;
Çünkü dostlukların bozularak düşmanlığa döndüğü
dostluğun sona erdiği çok görülmüştür.
                         

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                    KITA

Ey oğul;
Gizli şeylerini düşmandan saklamak nasıl gerekliyse
onları dostlarına açmakta ihtiyatlı bulunmak da o
derece lüzumludur.
Dostların bir gün düşman olduğunu, dostluklarının
düşmanlığa dönüştüğünü çok gördüm.

Dördüncüsü:

Bilgiden başka hiç bir kuvvete heves etme; çünkü
onları arkada bıraktığın zaman suçlu ölürsün.
Faydasız şeylerden kaçın; zarurî olan şeylere bağlan.

                                    KITA

İlim, sana zarurî oldukça kazanmaya çalış, sana
gerekli olmayan bilgileri elde etmeye uğraşma,
zarurî olan bilgiyi, kazandıktan sonra da onların
gereğince amel etmekten başka bir şey isteme.

                                  HİKMET

İbnî Mukuî der ki:

"Hind filozoflarının kütüphanelerini yüz deve yükü
  yaptılar, hükümdar, bunların azaltılmasını istedi,
  ayrılan kitaplar için bir deve getirdiler. Tekrar
  ayıklanmasını emretti. Nihayet dört bahse aid   
  fikirlerin alınmasında söz birliği ettiler

1- Padişahları adalete yöneltmek.

                                  MESNEVÎ

Cihan şahı, adalet meslekini tutarsa büyük küçük
herkes güven bulur.
Sinesi yaralı bir mazlûmu inleten zulüm iğnesi, bütün
âlemi müteessir eder.
Karmakarışık dünyanın ıstıraplarından kurtulmak
için hükümdarlara adaletten başka bir şey gerekmez.

2- Halka iyi gidişli olmayı ve uluların buyruklarını
     tutmayı tavsiye etmek.

                                    BEYİT

Şahın zulüm tohumu saçması, halkın hoyratlığındandır.
Arpa ektiğin yerden, nasıl buğday biçebilirsin?

3- Vücud sağlığının korunması; aç olmadıkça yemeğe
     el uzatmamak ve sofrada iyice doymadan yemekten  
     el çekmek.

                                     RUBÂÎ

Hastalığa sebeb olan şeylerden sakın;
Bilgisiz hekimler elinde utanç duymaktan kaçın;
Miden tamamiyle boş olmadıkça sofraya oturma;
Karnını doldurmazdan önce de yemekten kalk.

4- Gözlerini yabancı erkeklerden çevirmek ve yüzlerini
     onların onların yabancı gözlerinden saklamak için
     kadınara öğüt vermek.
     
                                      KITA

Kadın odur ki, kendi yakınlarından olmayanlara, göz
bebeği bile olsa yüzünü göstermez.
Meşru eşi olmadıkça, feleğin ayı gibi parlak ve güzellikte
eşsiz olan yüzlere karşı bile gözünün kapağını açmaz.

                                    HİKMET

Dört padişah tarafından söylenmiş dört söz verdır ki;
Dört yaydan sıçramış bir tek ok gibidir.

Kisra demiştir ki:

"Söylemediğim sözlerden dolayı aslâ pişman olmadım.
  Söylediğim çok şeyler de var ki, onların pişmanlığından
  kan ve toprak içinde yattım. (Mahcub oldum.)

                                      KITA

Sükût odur ki, hatır topluluğu sükûttadır.
Bu tarzda oturmak, fikre dağınıklık getiren sözlerden
daha iyidir.
Başı mühürlü olan sırlardan kimse pişman olmamıştır.
Halbuki açığa vurulmuş olan bir çok sırlar pişmanlık
getirmiştir.

Kayser buyurmuştur ki:

"Söylemediğim şeyerdeki kudretim, söylediklerimden
  fazladır.
 Yani söylemediğim sözleri daima söyleyebilirim; fakat
  söylediklerimi gizlemeye gücüm yetmez.

                                      KITA

Her neyi açığa vurursan o çetinleşir.
Sırlarını kolay kolay dostlarına açma; gizlediklerini
söyliyebilirsin. Fakat söylediğini saklayamazsın.

Çin  Hâkanı bu anlamda şöyle demiştir:

"Pişmanlığı gizlemek, çok kere dağınık sözler    
 söylemekten daha güçtür."

                                      KITA

Hatırına gelen, her başı mühürlü sırrı anlatmakta acele
etme; Korkarım ki onu açıklamanın cezası, örtmek
hususundaki pişmanlıktan daha çetin olur.

Hind Meliki de bu nükteden söz açmıştır:

"Ağzımdan çıkan her söz, artık tasarrufumun elini
  kendiliğinden bağlamıştır.
  Ben ancak söylemediğim sözlerin sahibiyim.
  Çünkü istersem söylerim, istersem söylemem.

                                      KITA

Bir akıllı, gizli ve âşikâr sırlar hakkında güzel bir
darb-ı mesel söylemiştir:

"Gizli kalmış söz, kabzada saklı bir ok gibidir.
  Açığa vurulmuş söz ise; yaydan fırlamış oka benzer.

 

..
 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                  HİKÂYE

Hint Padişahı felsefe ve tıp bilgilerinde çok ergin bir
hekimle Bağdad Halifesine bazı hediyeler göndermişti.
Hekim halifenin huzurunda ayağa kalkarak;
"Üç şey getirdim ki," dedi;
"Padişahlardan, sultanlarından başkalarına yaraşmaz."

Halife sordu:
"Bu hediyeler nelerdir?"

Hekim anlattı:
"Birincisi; ak saçları siyaha boyayan bir boyadır ki,
 bununla boyanan saç, bir daha rengini değiştirmez
 ve asla beyazlanmaz.

 İkincisi; bir macundur ki, ne kadar yemek yenilse,
 mideye ağır gelmez ve mizacın itidalini bozmaz.

 Üçüncüsü de; erkeklik duygusunu artırır.
 Kadına karşı daima isteği tazelemekle beraber,
 devamından dolayı gözlere zayıflık ve kuvvete de
 bir eksiklik vermez.

Halife bir an düşündü ve sonra söze başladı:
"Ben seni bundan daha bilgin ve daha anlayışlı bir
 insan zannetmiştim. Çünkü söylediğin o boya ancak
 bir gurur sermayesi, yalancılık ve sahtekârlık süsüdür.

 Siyahlık karnlığın, beyazlık ise nurun remzidir.
 Aydınlığı, karanlık ile örten hangi bilgisizdir?"

                                      KITA

"Ağarmış saçlarını siyaha boyıyan ahmak, ihtiyarlığın
 arkasından tekrar gençliğe döneceği umudunu taşır.

  Devlet avlamak peşinde koşan bilginler nazarında
  siyah karga, nasıl ak-doğanın zevkini verebilir?

  Söylediğin macuna gelince: ben çok yemek yiyenlerden
  ve oburluktan hoşlananlardan değilim.

  Daima görülmeyecek şeyleri görmek, işitilmeyecek
  şeyleri işitmek, koklanmıyacak şeyleri koklamak için
  malûm olan yere taşınmaktan daha çirkin hangi iş
  vardır?

  Filozoflar demişlerdir ki:
  'Açlık vücudun bir hastalığıdır.
  İlâcı yiyecek ve içecektir.
  Nâdan, kendisini zorla sağaltmak için isteğiyle hasta
  eden kimsedir.'

                                      KITA

   Hoca, mizacında açtığı rahneyle iştah kazanır, sonra
   pişmişten, çiyden ne bulursa yer, o rahneyi tedaviye
   çabalar.

   Üçüncü terkibe gelince:
   kadınlara saldırmak da deliliğin bir nevîdir.
   Yeryüzünün halifesi için bir kızcağızın önünde diz
   çökerek ona yaltaklanmak akıl kaidelerinden uzaktır.

   Ey akıldan derm vuran cahil; daha ne zamana kadar
   bir güzelin saçlarında ve deliliğin zincirinde şehvetle
   çırpınacaksın?

   Bundan daha büyük hangi delilik vardır ki; bir kadının
   karşısında diz üstü gelesin de kıç oynatasın?"

                                   HİKÂYE

Kisrâ'nın derneğinde filozoflardan üç kişi, bir Rum Filozof,
bir Hindli Hakim ile Büzrüçmihr toplanmışlardı.
Söz şu noktaya vardı:

Acaba dünyada en çetin şey nedir?

Rum Filozofu:
"Bu, ihtiyarlık ve dermansızlıkla beraber yoksulluk ve eli
  darlıktır," dedi.

Hindli:
"Hasta vücudla, fazla kederdir,"
  mütalâasında bulundu.

Büzrüçmihr de.
"iyi amelden mahrum olduğun bir haldeyken, ecelinin   
yaklaşmasıdır," cevabını verdi.

Hep birlikte Büzrüçmihr'in cevabını uygun buldular.

                                      KITA

Akıllı filozoflardan bir kaçı Kisrâ'nın katına gittiler.
Söz, bu gam denizinde en çetin şeyin ne olduğu bahsine
dayandı.

Biri hastalık ve uzun kederlerdir; öteki yoksullukla birlikte
gelip çatan ihtiyarlıktır, dedi.
Üçüncüsü ecel yakınlığı ve amel bozukluğı olduğunu
söyledi.
Nihayet hakemlerin hükmü üçüncü fikri üstün buldu.

Bir filozoftan sordular:
"İnsanoğlu yemeğe ne zaman koşar?"

Cevab verdi:
"Zengin acıktıkça, yoksul da buldukça!"


Not:
Büzrüçmihr, Sasânilerden Nuşirevan'ın veziridir.

Rivayete göre bir gün, Nuşirevan ile harab bir köyden
geçerken bir duvar üzerinde karşı karşıya oturan iki
baykuş görmüşler.

Şah sormuş:
"Acaba bunlar ne konuşuyorlar?"

Vezir demiş ki:
"Birisi oğluna diğerinin kızını almak istiyor.
 Öteki de başlık olarak kırk harab köy istemektedir.
 Oğlan babası olan baykuş sizi görünce:
'Şah bu şah, zaman da bu zaman olduktan sonra
 sana yüz bin viran köy bağışlıyayım," diyor.

Gûya Nuşirevan bu hâdiseden sonra bir daha adaletten
ayrılmamış.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

                                   KITA

Ömür evine haraplık düşmeden önce azdan çoktan
ne bulursan ye; Eğer zengin isen istediğin zaman,
yoksul isen bulduğun zaman yemeğe bak.

                                   HİKMET   

Bir filozof oğluna dedi ki:
"Ağzına bir lokma yemek koymadan evvel evden
  dışarı çıkma; çünkü tokluk yumuşak huyluluk ve
  iyilik tohumu saçar, açlık ise kuru kafalılığın ve
  akıl eksikliğinin mayasıdır."

                                     KITA

"Ahlâkını, oruç tutarak sertleştirme; her şeyden
  evvel yumuşak tabiatlı ve iyi huylu olmak gerektir.
  Tuttuğun oruç, herkesi incitmek için bir kötülük
  mayası olmaktansa, oruç yemen tutmandan daha
  hayırlıdır.

  Aç olduğun zaman gördüğün her yemek ve ekmek
  tabiatındaki isteği ayaklandırır, sendeki hırs birlikte
  bulunduğun tanıdıklara da geçer.
 
                                     BEYİT

  Evinde kurudan, yaştan her ne bulursan karnını
  doyuruncaya kadar yeman muvafıktır.

  Başkalarının nimetine heves etme, yabancıların     
  ihsanlarına tama besleme."

                                    HİKMET   

Ev sahibi sofrasının bir köşesine kurulur ve kendisini
misafirlerinin arasında görür. Fakat insana ciğerinin
lokmasını yemek, onun sofrasındaki ekmekten ve
kendi kanını içmek, öyle bir mağrurun ziyafetindeki
şerbetten daha hoştur.

                                      KITA

Her kim benim sofram, benim ekmeğim derse;
elini onun ekmeğinden ve ayağını onun sofrasından çek;
kendi bostanından yediğin tereotu, onun sofrasındaki
kuzu kebabından daha tatlıdır.

                                    HİKMET   

Her kime şu beş saadet verilmiş ise, tatlı yaşayışın
dizgini onun eline bırakılmıştır:

1- Vücud sağlığı, 2- Güven, 3- Rızk genişliği, 4- Şefkatli
ve vefalı arkadaş, 5- Feragat duygusu.

Her kim bu Tanrı vergilerinden mahrum ise, tatlı bir dirlik
ondan yüz çevirmiştir.

                                      KITA

Yeryüzündeki feylesoflar hoş yaşamanın beş şarta bağlı
olduğu hususunda söz birliği etmişlerdir:

Bunlar: Feragat, Güven, Sağlık, Geçim yeterliği ve güzel
huylu, iyi seciyeli arkadaştır.

                                    HİKMET

Akıllılar, ölümle sona eren her nimeti, nimet olarak hesaba
katmazlar. Ömür ne kadar uzun olursa olsun ölüm yüz
gösterince o uzunluğun ne faydası olur?

Nuh Peygamber, bin yıl yaşamıştır. Bu gün beş bin yıldan
beri ölüdür. Nimetin değeri sonsuz olmasında ve yok olmak
tehlikesinden uzak bulunmasındandır.

                                      KITA

Bilgin kimsenin katında nimet:
Can'ı saadete kavuşturandır.

Mezara girdikten sonra altın ve dümüş gibi varlıklar

insanın başına dikilen kabir taşı gibi kalır.

                                    HİKMET  

Büzürçmihr'e sordular:
"Hangi padişah daha arıdır?"

Şu cevabı verdi:
"Bu temiz ruhlu insanların güven beslediği ve suçluların
 korktuğu padişahtır."

                                     BEYİT

Padişahlık vasfı; kalbi aydın ve aklı ergin olanlara, iyilere
iyilikle, kötülere kötülükle muamele yapanlara yaraşır.


                                    HİKÂYE

Haccac'a:
"Allah'tan kork, müslümanlara zulüm etme," dediler.

Son derece düzgün konuşan bu hatip mimbere çıktı ve
şunları söyledi:

"Yücer Tanrı beni sizlerin başına musallat etmiştir.
  Ben ölürsem biliniz ki, size benden daha baş erişmiyecek   midir?
  Bu kötü huylar ve kötü işler sizdeyken daha başka ne   bekliyebilirsiniz?

  Tanrı'nın benden başka daha çok kulları vardır.
  Ben ölürsem bilirsiniz ki, size benden daha baskın bir
  zalimi musallat edecektir."

                                      KITA

Şahın adalet göstermesini istersen, onun hükmünün

yürüdüğünü bil ve senin için bir savaş alanı olan işlerinde

adalet yolunu tut.

Şah, bir aynadır.
Onda her ne görürsen bil ki, işlediğin şeylerin bir yankısıdır.
..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                    HİKÂYE

Padişahın biri bir filozoftan öğüt istedi.

Filozof, padişah'a:
"Senden bir mes'ele soracağım, bana yanlışsız cevap
 ver," dedi ve ilâve etti:
"Altını mı seversin, düşmanı mı?"

Padişah:
"Altını severim." deyince, filozof şu sözleri söyledi:
"Nasıl olur da burada bırakacağın bir şeye yani altına
 sevgi besliyorsun da, birlikte götüreceğin şeyi yani
 düşmanı sevmiyorsun?

Padişah ağladı.
"Öyle güzel bir öğüt verdin ki," dedi.
"Bütün öğütler bunun içindedir."

                                      KITA

Cihan halkına bin türlü düşmanlık ediyorsun;
bu altın ve gümüş toplama hevesindendir.
Dostların; altın ve gümüş,
Düşmanların; onların sahipleridir.
Onları zulüm ve şiddetle sahiplerinin ellerinden
almak ne aklın, ne de fikrin icaplarındandır.
Çünkü, dostu bırakıyor ve düşmanını beraber
götürüyorsun.

                                    HİKÂYE

İskender, iş adamlarından birini şerefli vazifesinden
azletti; ona daha bayağı bir iş verdi.

Bir gün o adam bir iş için huzura çıkmıştı.
Hükümdar sordu:
"Yeni hizmetini nasıl buluyorsun?"

Adam cevap verdi:
"Padişahın ömrü uzun olsun.
 Kişi büyük işlerle şeref bulmaz.
 Belki iş, kişiye göre şeref ve itibar kazanır.
 Ancak her işte güzel gidişli olmak gerektir."

Bu sözdeki insaf ve adalet İskender'in hoşuna gitti
ve ona eski mevkiini verdi.
 
                                      KITA

Fazilet ve hüner kavramlarına bağlı kalırsan, sana
yüksek mevkiler yaraşır.
Çalış; kişinin yüceliği mansıpla olmaz, belki mansıp
kişinin himmeti sayesinde yücelir.

                                    HİKMET  

Üç zümreye üç şey çirkin düşer:

Padişahlara; sertlik.
Bilginlere; mal sevdası.
Zenginlere; cimrilik.

                                      KITA

Nakkaşın kalemi şu üç kimsenin işlediği üç şeyi
amel defterine çirkin nakışlarla yazar:

Kudretli padişahta; sert huyluluk.
Âlimde; hırs.
Zenginde; Cimrilik.

                                    HİKMET  

Feylesoflar demişlerdir ki:
"Cihan adaletle bayındır, yahut zulümle viran olsa
  adalet kendi yerinden bin fersah mesafeye  kadar
  her yana aydınlık verir. Zulüm de kendi durağından
  bin fersahlık mesafeye kadar karanlık saçar.

                                      KITA

Adalete çalış ki, o sabah ışığı gibi doğar, parıltısı bin
fersah yere kadar dağılır. Zulmün karanlığı ortalığı
kaplarsa, cihan zulmetle hayat acılığiyle, darlıklarla
dolar.

                                    HİKÂYE

Yüce himmetli bir derviş, kudretli bir padişah ile
dost olmuştu.

Bir gün padişahın biraz ağır davrandığını sezdi.
Her ne kadar sebebini araştırdıysa da bunun,
padişahla fazlaca düşüp kalkmaktan başka bir
şey olamıyacağını anladı. Nihayet padişahın
meclisinden eteğini topladı, dostluk segisini
dürdü.

Başka bir gün derviş, padişahla bir yol üzerinde

karşılaştı. Padişah dervişe sordu:
"Ey derviş; bizden kaçmanın ve derneğimizden
 ayak çekmenin sebebi neydi?"

Derviş cevap verdi:
"Huzurunuza gelmemekliğimden dolayı sormanızın,
 sizi sık sık ziyaret etmem dolayısı ile hoşnutsuzluk   
 göstermenizden daha iyi olduğunu bildiğim için."

                                      KITA

O zengin, dervişe;
"Niçin ziyaretime gelmiyorsun?"
diye sordu.

Derviş:
"Bana niçin gelmiyorsun demek, neye geldin?
 demekten daha hoştur da onun için."
 cevabını verdi.

                                   BAHÇE III

Üçüncü bahçe, adalet ve insaf meyvalarını yetiştiren
hükûmet ve eyalet bağlarındaki çiçeklerin açmasından
bahs eder.

                                     FAYDA

Hükümdarların varlığındaki hikmet, adalet ve insaf
kaidelerinin meydana çıkması içindir.
Yoksa ululanma ve öfke sıfatlarının görünmesi için
değildir.

Nuşirevan, dine yabancı olduğu halde adalette ve
doğrulukta eşsizdi.
Cihan başbuğu ulu peygamber:
"Ben Âdil sultanın günlerinde doğdum."

diye öğünmüştür.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Peygamber ki, Nuşirevan'ın çağlarında kutlu
yüzüyle cihanın gözlerine ışık verdi;
"Ben Nuşirevan gibi adaletli padişahın günlerinde
 doğduğumdan dolayı zulmünden uzağım,"
buyurmuştur.

Bütün halkın iyiliğini isteyen o büyük öğütçü,
zalim padişahın kulağına ne güzel söylemiştir.

 

Buyurmuştur ki:
"Zulüm karanlığını düşün de adaleti sınama
  yolunu tut; eğer adalet, sana zulümden daha
  hoş gelmezse, sonra ayağını zulüm yoluna bas!"

                                    HİKÂYE  

Tarihlerde yazılıdır ki, dünya saltanatı beş bin yıl
kâfirler ve ateşe tapanlar eline geçmiş ve bu devlet
onların soyunda kalmıştır. Çünkü onlar halka adalet
gösterdiler, zulmü uygun bulmadılar.

Peygamber şöyle buyurmuştur;
"Tanrı- Davud peygambere haber gönderdi ve   
  buyurdu ki: 'Ulusuna anlat. Acem Şahları hakkında
  kötü söylemesinler, onlara söğmesinler. Çünkü
  onlar, kavimlerinin rahat yaşamaları için cihanı
  adaletle bezemişlerdir.' "    

                                      KITA                  

Adalet ve insaf öğren; çünkü yurdu korumakta
küfür ve din, adalet kadar işe yaramaz.
Dünyanın düzeni için dinsiz adalet, dinli hükümetin
zulmünden daha iyidir.

                                   HİKMET  

Hükümdarın yakın dostları iyi düşünceli, ağır başlı
olmak gerektir. Yoksa şaklaban nedimlerden bir
hayır gelmez. Çünkü iyi düşünen ciddi dostlar onu
kemâl derecesine yükseltir, öteki soytarı meşrepli
olanlar ise değerini alçaltırlar.

                                      KITA   

Bilginlerin dudaklarından dökülen her nükte bir cevher
hükmündedir. Göğsünü bu mücevher hazineleriyle
süslenmek ne hoştur. Engin gönüllü kimse hikmet
cevherleriyle dolu bir hazinedir. O hazineyi kendinden
uzaklaştırma.

                                    HİKÂYE  

Bir sabah mecûsî başrahibi, Kubad Şahı ile atbaşı
beraber giderken bindiği hayvan fena halde terslemiş,
kuyruğundan tırnaklarına kadar bacaklarını kirletmişti.
Rahip bundan çok utanç duydu.

Kubad Şah söz arasında rahibe, padişahlarla yolculuk
yapmanın usûl ve kaidelerini sordu.

 

Rahip şu cevabı verdi:
"Bunun birinci şartı, padişahla atlı yürüyüş yapacağın
 günün gecesinde hayvanına fazla yem vermemektir.
 Çünkü, sabahtan binicisini utandırır."

Kubad Şah, Rahibin verdiği cevabı çok beğendi ve
"İşte!" dedi,
"Bu anlayış ve bilgi sayesindedir ki, eriştiğin mevkiye
 yükselmişsin."

                                    BEYİT  

Kendi isteğine göre yürüyen akılsızın bütün edep ve
terbiyesi doğruluk yolundan sapar.
Akıl, ancak kendi kaidelerine uymakla iş görebilir.
Hayvanlara edep öğretmek de br uyanıklık eseridir.

                                   HİKMET  

Sultanın yakınları yüksek dağlara çıkmış kimselere
benzerler. Günün birinde zamane'nin sarsıntıları
onları tırmandıkları yerden aşağıya yuvarlıyacaktır.

Lâkin şüphe yok ki yüksek bir yerden düşmek daha
çetin, alçak bir yerden yuvarlanmak daha kolaydır.

                                   MESNEVÎ

Yüce Şah'a yakın bulunmak, yüksek bir eyvana
çıkmaktır.
O eyvanın çok yukarısına bakma;
Korkarım ki, oradan düşersen başka düşenlerden
yaman düşersin.

                                   HİKMET  
Padişaha, memlekette olup bitenleri haber verecek
nedimler gerektir ki; işlerin ne yolda yürürdüğünü
anlayabilsin; halkın ve milletin ahvalini kendisine
ulaştırsınlar.


Derler ki:
Ardişir Bâbegân, uyanık bir padişahtı.
Her sabah yanına gelen nedimlerine; "falan kimse
bu gece şöyle yapmıştır, yahut falan kadın veya
cariye ile buluşmuştur," Hulâsa her ne olmuşsa
onları olduğu gibi söylerdi.

Nedimler, 'acaba gökten bir melek mi iniyor da, bu
adama haber getiriyor,' diye şüphelenirlerdi.

Gazneli Mahmud da bu türlü padişahlar sırasındadır.

Padişah ordusunun halinden habersiz olursa; asker,
onun kahrından nasıl çekinebilir?
Zulüm kasdiyle binlerce bahane uydurur, ahlâksızlık
saziyle binlerce terane bestelerler.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Aristo der ki:
"Padişahların en iyisi etrafı leşlerle çevrili kartala
  benzeyendir; yoksa her tarafı kartallarla çevrilmiş
  leşlere benzeyenler değildir.

  Memleketi gafletteyken padişah uyanık bulunmalıdır.
  Padişah, kendisinden habersiz, ancak memleket,
  onun haline vâkıf olursa vay haline!
 
                                      KITA   

Padişah kartal gibi etrafındaki leşleri gözetlemelidir.
Böyle yapmazsa işlerinin çıkarı için gagalarını bileyen
kartallarla çevrelenmiş bir leşten farksız olur.

                                    HİKÂYE  

Nuşirevan; Mihrican ve Nevruz bayramlarında işret
meclisi kurdururdu. Bu meclislerden birinde kendi
yakınlarından bir davetlinin altınlı bir şarap kadehini
koynuna soktuğunu gördü, fakat görmemezlikten
geldi, hiç ses çıkartmadı.

Meclis dağılırken sofracı:
"Hiç kimse yerinden ayrılmasın .
 Araştırma yapacağım,
 altınlı kadehlerden biri eksiktir," dedi.

Nuşirevan işaret etti:
"Bırak onu!
 Çalan geri vermez, gören de müzevirlik yapmaz."

Birkaç gün sonra kadehi aşıran adam şahın katına
gelmişti. Sırtına yeni kaftanı ve ayaklarına yeni
çizmeleri giymiş..

Nuşirevan işaret etti:
"Bu câme, o câm'dandır!
(Bu elbise, o kadehtendir!)

Adam eteklerini kaldırarak çizmelerini gösterdi
ve ilâve etti:
"Bu da ondandır."

Nuşirevan güldü ve anladı ki zavallı adam sıkıntı
ve yoksulluk yüzünden bu suçu işlemiştir.
Ona daha bin miskal altın verilmesini emretti.

                                      KITA   

Cömert huylu padişah senin bir suçunu anlarsa,
ondan gizleme, kereminden özür dile; inkâr yoluna
sapma ki, inkâr ikinci bir günahtır.

Suçu gizlemek, onu işlemekten daha beter bir
suçtur.

 
                                   HİKÂYE  

Me'mun'un sarayında abdest suyu hazırlamaya
memur bir köle vardı. Birkaç günde bir ibrik veya
leğenlerden biri ortadan kaybolurdu.

Bir gün halife, köleye dedi ki:
"Ne olur buradan götürdüğün leğen ve ibrikleri
  yine bize satsan,"

Köle hemen cevap verdi:
"Emredersen, şu hazır duran leğeni satayım,"

"Kaça satarsın?"

"İki dinara,"

Halife köleye iki dinar vermelerini emretti ve sordu:
"Artık bu leğen senden canını kurtardı öyle mi?"

"Evet."

                                     KITA   

Kullarına para vermekte kıskanç davranma!
Ola ki, bu hareketinle cimrinin hırsını dindiresin;
malını telef etmekle, canını onun elinden kurtar
ki; canını telef etmesine meydan vermiyesin.

                                   HİKÂYE  

Ukayl bin Ebu Talib ile Muaviye arasında tam bir
dostluk ve arkadaşlık vardı. Bir gün bunların sevgi
yoluna bir diken düştü, muhabbetlerinin çehresine
toz kondu.

Ukayl, Muaviye ile ilişiğini kesti. Onun meclisine
gidip gelmekten ayak çekti.

Muaviye ondan özür dileyerek bir de mektub yazdı,
şu sözlerle gönlünü almak istedi:

"Ey Abdülmuttalib Oğullarını yüce direği, Kusay
  ailesinin son ümidi; İbnî Abd i Menaf'ın nafından
  misk saçan AhûSu; ve ey Haşim Oğulları'nın
  cömertliğinin kaynağı; peygamberlik hakkındaki
  âyet sizin şanınızda inmiştir. Yalvaçlığın değeri
  sizin ocağınızda parlamıştır. O bütün büyüklük
  ve yumuşak huyluluk faziletleri nerede kaldı?

  Gel, tekrar gel!
  Ki, aramızda geçmiş olan şeylerden pişman ve
  gittiğinden dolayı da perişanım."


                                    RUBAÎ

"Daha ne zamana kadar kin oklarına amaç olacak,
 hicrânınla gönülsüz ve dinsiz yaşıyacağım.
 Yeryüzünde senin karşında yüzüm yerdedir.
 Yerin altında da böyle kalacağım."

Ukayl, Muaviye'ye tam yerinde bir cevap olarak
bir şiir gönderdi:


                                      ŞİİR

"Doğru söylüyorsun; fakat ben seni görmemeyi,
 senin de beni görmemekliğini arzu ediyorum.
 Ben, dost hakkında fena şeyler söyliyenlerden
 değilim. Fakat bana cefa ettiği zaman da ondan
 ayrılırım.

'Camî, bu şiiri daha ziyade aydınlatmak için şu
 sözleri ilâve ediyor:'

(Yani; kerem sahibi bir insan dostundan incinirse,
  ayrılık köşesine çekilmesi ve ondan uzaklaşması
  gerektir. Yoksa kötülüğe bel bağlamak ve kötü
  sözlerle eski dostuna dil uzatmak yaraşmaz..

  Dost, seninle cenkleşmek düşüncesini güderse,
  ilk önce ondan uzaklaşmaktan başka yol tutma;
  Düşmanlığı artırmaya çalışma, biraz barış yeri
  bırak.)

Muaviye bu şiiri aldıktan sonra özür dileyerek
dargınlıktan vazgeçti, barış isteğinde bulundu.
Yüzbin dirhem sulh tazminatı göndererek dostluk
temellerini yeniden sağlamlaştırdı.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

                                     KITA  

Özür dilemek yolunu tut ve bağışlanmak istediğini
göster. Çünkü eski dostların sevgi temelleri sarsılıp
çatlayabilir. O çatlaklık tatlı bir dil ile kapanmazsa,
tâmirine altın ve gümüş harç kullanmaya gayret et.

                                   HİKÂYE  

Haccac, bir avlakta yoldaşlarından uzak düşmüştü.
Bir tepeye geldiği zaman orada hırkasının böceklerini
ayıklamakta olan bir ârabî'nin, oturmakta olduğunu
gördü.
Develeri etrafını çevrelemiş otluyordu.
Hayvanlar yabancı bir adamı görünce ürktüler.
Deveci başını kaldırdı öfkeyle:
"Bu çölde böyle parlak kaftanlarla dolaşan kimdir?
  Tanrı'nın lâneti onun üzerine olsun!"

Haccac hiç bir şey söylemedi.
BedevÎnin karşısına gelerek selâm verdi.

Ârabî:
"Sana Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi değmesin,"
 diye cevap verdi.

Haccac, su istedi.

 

Ârabî:

"Aşağı in, zilletle, hakaretle iç; ben senin ne uşağın,
  ne de yoldaşınım,"

Haccac aşağı indi.

Suyu içtikten sonra da ârabî'ye döndü:
"Ey ârabî," dedi.
"İnsanların en iyisi kimdir?

"Senin aksine olarak Hazreti Peygamberdir,"

Haccac tekrar sordu:
"Ebi Taliboğlu Ali hakkında ne dersin?"

"Cömertlikte ve yücelikte onun adı ağızlara sığmaz,"

"Ya Mervanoğlu Abdülmelik için ne dersin?"

Ârabî cevap vermedi.
Haccac ısrar etti:
"Bana bir cevap ver,"

Ârabî:
"O kötü adamdır!"

 

"Niçin?"

"Ondan öyle bir hatâ meydana gelmiştir ki, fenalığı
  doğudan batıya kadar her tarafı kaplamıştır,"

"Hangi hatâdır o?

"O Haccac denilen kötü, zalim ve ahlâksız adamı   
  müslümanların başına musallat etmesidir,"

O sırada ansızın bir kuş uçtu ve bir cıvıltı çıkardı.
Ârabî yüzünü Haccac'a dönerek sordu:
"Sen de kimsin be adam?"

Haccac:
"Bu ne sorgudur, neden icab etti bu?

Ârabî cevap verdi:
"Bu kuş, bana bir leşkerin geleceğini ve senin de
  onların başbuğu olduğunu haber verdi,"

Tam bu sırada Haccac'ın adamları yetiştiler.
Ona hürmetle selâm verdiler.
Ârabî bu hali görünce rengi attı.
Haccac, adamlarına deveciyi birlikte götürmelerini
emretti.

Ertesi gün sabah üzeri önüne bir sofra kurdular.
Halk toplanmıştı.
Haccac, deveciye seslendi.
Deveci hemen huzuruna koştu:
"Selâm sana ey emîr," dedi.

Haccac:
"Ben, senin bana söylediğin gibi cevap vermeyeceğim;
  sana da selâm olsun."

Sonra sordu:
"Yemek yer misin?

"Yemek senindir. Eğer müsaade edersen yerim,"

Haccac:
"Müsaade ediyorum," dedi.

Ârabî, emirin karşısına diz çöktü ve yemeğe elini
uzatırken:
"Tanrı'nın adiyle başlarım; İnşaallah yemekten
  sonra karşıma çıkacak şey hayır olur." diyebildi.

Haccac gülerek dedi ki:
"Bilir misin dün başımdan neler geçti?

Ârabî hemen atıldı:
"Tanrı seni ıslah etsin ey emîr; Dün seninle benim
  aramda geçen gizli bir hâdiseyi bugün açığa vurma,"

Haccac, bu sefer ârabî'ye sordu:
"Ey Ârabî, iki şıktan birini beğen. Ya benim yanımda
  kal ki, seni hususî dostlarım arasına alayım, yahut
  seni halife Abdülmelik'in sarayına göndereyim ve
  hakkında söylemiş olduğun sözleri ona bildireyim
  de o dilediğini yapsın?

Ârabî cevap verdi:
"Başka bir şekil de bulmak mümkündür."

Haccac tekrar sordu:
"Başka nasıl bir şekil?"

Ârabî:
"Beni bırakırsın doğruca ve selâmetle memleketime
  dönerim. Bir daha ne ben seni görürüm, ne de sen
  beni.."

Haccac güldü ve hemen emir verdi; ârabî'ye bin
dirhem para vererek memleketine gönderdiler.

                                     KITA  

Er gerektir ki, uygun sözler ve yolunda cevaplarla,
zalimleri, zulüm yapma isteklerinden geri bıraksın.

Vergiden, cömertlikten ürkmüş olan her bir kerem
sahibini, söz tılsımıyla tekrardan cömertlik yoluna
çevirsin.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                   HİKÂYE  

Yezd Çird, bir gün oğlu Behram'ı harem dairesinin
uygunsuz bir yerinde gördü; oğluna emir verdi:
"Derhal dışarı çık! Kapı çavuşuna otuz kırbaç vur,
 Saray kapısından uzaklaştır ve yerine başka birisini
 getirmelerini tembih et!"

Behram, babasının emrini yaptı.
O zaman henüz on üç yaşlarındaydı ve babasının

Hacib'e öfkelenmesinin sebebini anlayamamıştı.

Hadiseden bir müddet sonra Behram yine sarayın
harem kapısına gelmişti. İçeri girmek istedi. Fakat
bu sefer yeni kapıcı eliyle göğsünden yakalayarak
girmekten men etti. Ve Behram'a:

"Bundan sonra bir daha seni burada görürsem, ilk
 kapıcıya yapmış olduğun hıyanet dolayısı ile otuz
 kırbaç ve bana yapmak istediğin hıyanetten dolayı
 da ayrıca otuz kırbaç vuracağım." dedi.

Yezd Çird, bu haberi işitince ikinci perdeciyi çağırttı
ve onu takdir etti; ihsanlar verdi, kaftan giydirdi ve
mertebesini yükseltti.

                                     KITA  

Şahı öyle korumak gerektir ki onun eşiğinden içeri
atlamayı ne bir kapı kulu, ne de serbest bir kimse
hatırından geçirmesin.

Onun değerli haremi, Devletin iç yüzüdür.
Oraya kuş uçmamalı, rüzgâr girmemelidir.


                                   HİKÂYE  

Şapur oğlu Hürmüz'e veziri bir mektup yazmıştı.
Bu mektupta, deniz tüccarlarının pek çok cevahir
yükü getirdiklerini ve bunlardan yüz bin dinarlık
kısmını şah hesabına satın almış ise de şahın bu
cevahirleri istemediğini haber aldığından, eğer
bu havadis doğruysa bunları başka bir bezirgânın
yüz bin dinar kâr ile almaya talip bulunduğunu da
ilâve ediyordu.

Hürmüz'ün vezirine gönderdiği cevapta şu sözler
yazılıydı:

"Yüz bin dinarla, birkaç yüz bin dinarın asla bizim  

  katımızda değeri yoktur. Bezirgânlığı biz yapacak    

  olursak padişahlığı kim yapacak ve bezirgânlar ne
  iş göreceklerdir?"

                                    BEYİT  

Şahların makamına, kendi geçimleri için alış veriş
yapmak yaraşmaz!

Padişah, dünyadaki tacirlerin yaptıkları işi san'at
edinirse, kendin söyle!

"Başka ticaret adamları ne iş yapsınlar?"

                                   HİKÂYE  

Müminlerin ulu'su Hazretî Ömer, halifelik çağlarında
bir gün Medine'de çamurdan bir duvar yapıyordu.

Yahudinin biri şikâyete geldi:
"Benden Basra Hâkimi yüz bin dirhemlik mal aldı ve
 borcunu ödemek hususunda savsaklayıp duruyor,"
dedi.

Halife Yahudi'ye sordu;
"Üzerinde bir kâğıt parçası var mı?

"Hayır,"

Ömer, bir çanak parçası aldı ve üzerine şu sözleri yazdı:
"Senden şikâyetçi olanlar pek çok, fakat memnun olan   

 yoktur. Ya şikâyete sebeb olan şeylerden sakın, yahut
 hâkimlik makamından çekil!"

Bu sözlerin altına sadece "Yazan Hattap oğlu Ömer'dir."
demişti. Ne bir mühür, ne de tuğra bastı.

Fakat onun siyasetteki heybeti, hükümet idaresindeki adaleti

gönüllerde öyle bir yer tutmuştu ki, Yahudi o çanak parçasını

at üzerinde gitmekte olan hâkime verince, koca hâkim hemen

atından inerek yeri öptü.
Hayvanının üzerinde cevap bekleyen Yahudinin bütün borçlarını

ödedi.

                                    BEYİT

Şahta kudret vi siyaset olmazsa, küstahların elinden
zillet çeker.

Aslanın dişi tırnağı dökülürse, aptal tilkilerden sille yer!

                                  HİKÂYE  

Bir delikanlıyı hırsızlıkta yakaladılar.
Halife, elinin kesilmesini emretti, tâ ki müslümanların
malından el çeksin.

Genç ağlayarak dedi ki:

                                    BEYİT

"Beni sağ ve sol ellerle Tanrı bezemiştir.
 Sol elimin sağdakinden ayrı düşmesini lâyık görme!"

Halife ısrar etti:
"Elini kesin!
 Bu Tanrı'nın buyurduğu bir cezadır.
 Müslümanlıkta işi savsaklamak yoktur."

Gencin annesi yanındaydı:
"Ey halife!" dedi.
"Bu benim oğlumdur, gece gündüz onun yardımiyle
 yaşıyor ve onun elinin emeğiyle geçiniyorum,"

                                    BEYİT

"Oğul can gibidir. Onu bana bağışla ki, canıma sitem
 erişmesin. Benim rızkımın ip ucu onun elindedir.
 O ipi kesmeyi uygun görme!"

Halife tekrar emretti:
"Elini kesin; çünkü onun günahını bağışlıyacak ben 

 değilim. Bu cezanın tatbikinden vaz geçmek günahını
 da kendime yakıştıramam."

Anası yine ortaya atıldı:
"Ey halife!" dedi,
"Bu günahı da daima işleyip tövbe ettiğin Tanrı'dan
 yarlıganmak dileğinde bulunduğun günahlardan say"

Bu cevap halifenin hoşuna gitti, suçlunun cezasını da
bağışladı.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                     KITA  

O ne hoş bilgindir ki, padişahın öfkeli zamanında
hoş bir nükteden dem vurur.
Su gibi serin bir sözle gazab ateşini söndürür.

                                  HİKÂYE

Bir suçluyu halifenin katına getirdiler.
Halife, suçlunun müstehak olduğu ceza için
verilen fetva hükmünün yerine getirilmesini
ferman buyurdu.

Suçlu:
"Ey müminlerin ulusu!" dedi.
"Suçludan öc almak adalet, onu bağışlamaksa
 fazilettir.
 Müminler emirinin yüce himmetinin mertebesi;
 daha aşağı olan bir işi, daha üstün olan bir işe
 tercih etmiyecek derecede yüksektir."

Suçlunun sözü halifenin hoşuna gitti.
Suçunu bağışladı.

                                     KITA  

Suç bağışlama fazilet, intikam ise adalettir.
Faziletle adalet arasındaki yol, yüce feleklerle
yer arasındaki uzaklık kadardır.
Bu ikisi arasındaki mesafeyi takdir eden kimse
nasıl olur da fazileti bırakır, adaleti tutar?

                                  HİKÂYE

Haşim oğullarından bir çocuk kerem sahibi bir
adama karşı terbiyesizlik yapmıştı. Amcasına
şikâyet ettiler.
Çocuğun terbiyesini vermek istedi.
Çocuk hemen atıldı:
"Ey Amca!
 Ben ne yaptımsa yaptım. Fakat o zaman aklım
 başımda değildi. Sende şimdi ne yapacaksan
 yap; çünkü aklın seninle beraberdir."

                                     KITA  

Diyelim ki; bir uygunsuz, nefsinin ve hevasının
hükmiyle akla uygun olmayan bir şey yapmıştır.
Mademki sana nefis ve hava galebe etmemiştir.
Bari akıl yolundan başka bir yola sapma.

                                  HİKÂYE

Haccar'a isyan edenler arasında bir kadını tutarak
onun karşısına getirdiler.

Haccac, kadına sorular soruyor, o da başını önüne
asmış olduğu halde gözlerini yere dikmiş ne cevap
veriyor, ne de emîrin yüzüne bakıyordu.

Mecliste bulunanlardan biri kadına sordu:
"Emîr söz söylüyor, niçin cevap vermiyorsun?"

Kadın şu cevabı verdi:
"Ben bir erkeğin yüzüne bakmak için Allah'tan
 utanırım. Çünkü Allah da onun yüzüne   
 bakmamıştır!"

                                     KITA  

Zalimin yüzünü görme.
Çünkü o, senin yüzüne cehennemden açılmış bir
kapıdır.
O, zulüm yapmak âdetine başlayalıdan beri Tanrı'nın
rahmet gözü onun semtine uğramamıştır.

                                  HİKÂYE

İskender'e sordular:
"Küçük yaşta devletten, saltanattan elde etmiş
 olduğun şeyleri hangi vasıta ile kazandın?"

Cevap verdi:
"Düşmanlık duygusundan vaz geçirinceye kadar
 dostlarımla karşılıklı sevişmek sayesinde."

                                    BEYİT

Sana İskender mülkü lâzımsa, O'nun gibi iyi
huylu ol!
Düşmanlarını dost et!
Dostlarını daha sıkı tut:

                                  HİKÂYE

İskender bir gün kumandanlariyle oturuyordu.
İçlerinden biri:
"Yüce Tanrı, sana geniş ülkeler vermiştir.
  Tekrar evlen ki, fazla çocukların olsun, senin
  varlığından cihanda armağanlar kalsın."
  dedi.

İskender şöyle cevap verdi:
"Benim cihanda kalacak yadigârlarım, alacağım
 kadınların çocukları değildir.
 Belki güzel töreler, iyi seciyelerdir.
 Cihanda nice erlere galip gelip de kadınlara
 mağlup olan kimse, iyi bir insan değildir."

                                     KITA  

Babalar, oğullarının akıllı veya akılsız olacaklarını
anlayacak derecede bir bilgiye sahip değildirler.
Hikmet ehli bir insan için temiz seciye kâfi bir
evlâttır. Yoksa evlât hevesiyle kadınlara zebun
olmaktan ne çıkar?

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                  BAHÇE IV

Dördüncü bahçe, cömertlik ve kerem bağlarındaki
fidanların yemiş vermelerini ve onların altın ve
gümüşten çiçekler açmasını gösterecektir.

                                   FAYDA
 
Cömertlik, hiçbir karşılık ve menfaat gözetilmeksizin
yapılan bağışlardır. Beklenen karşılık veya menfaat
isterse, güzel bir ün kazanmak veya sevap işlemek
şeklinde olsun.


                                     KITA  

Cömert kimdir?
O kimsedir ki, verdiği şeylerde bir mükâfat düşüncesi
yoktur. Sevap kazanmak veya hayırla anılmak için
yapılan cömertlikleri kerem ve bağış değil, ancak
bir alış-veriş say.

                                  II. KITA  

Dünyada ün kazanmak kaygısıyla cömertlik yapan
kimse belki ihsan mısırından ve kerem şehrindendir.
Fakat evi, kale kapısının dışındadır.

                                   HİKÂYE

Bir cömerde sordular:
"Yoksullara yardım ettiğin veya dilencilere para
  verdiğin zamanlarda içinde ağırlık veya fakirlere
  karşı bir minnet yüklemek duygusu sezdin mi?"

Cevap verdi:
"Ne kadar uzak; benim bağıştaki rolüm, aşçının
  elindeki kepçenin rolüne benzer. Aşçı kepçeye
  ne koyarsa kepçe de onu verir.
  Fakat verdiği şeylerin, kendisinden olduğunu
  düşünmez.

                                     KITA  

Rızık, her ne kadar efendinin elinden çıkarsa da onu
veren ancak Tanrı'dır.
Rızık yiyenlerin başına kakmak hoş bir şey değildir.
Efendi ise, rızık kazanının bir kâse ve kepçesinden
başka bir şey olamaz. Kâseyle, kepçenin de rızka
vasıta olmasından dolayı minnet etmemesi gerektir.

                                   HİKÂYE

Bir sofî, bilgi ve marifet yönünden bir adamı tavsif
ederken şöyle buyurmuştur:
"Falan kimse ikramlıdır. Sofrası açıktır. Fakat sofra
  sahibi değildir. Kendisini misafirleri arasında bir
  sofra arkadaşı sayar. Yemek sahibi yerine koymaz;
  davetlileriyle aynı yerde oturur ve belki de kendi
  nazarında nefsini, onların sırtından geçinen bir
  tufeylî zanneder."

                                     KITA  

Efendi, kendi misafirhanesinde dervişler için sofra
kurarken onların tufeylîsi olduğunu bilmezse sokak
çocuğundan farksızdır.

                                   HİKÂYE

Arabînin biri müminlerin ulusu Hazreti Ali'nin
katına geldi. Sessizce oturdu.
Yoksulluk ve açlık çehresinden okunuyordu.

 

Hazreti Ali sordu:
"Ne dileğin var?

Dille söylemeye sıkılarak, yere eliyle şu harfleri
yazdı:
"Fakir kişiyim."

Hazreti Ali iki parça kumaş bağışladı.
Bunlardan başka da hiçbir şeyi yoktu.
Arabî, kumaşlardan birini sırtına sardı, ötekini de
içdonu yerine kullandı.
Ayağa kalkarak haline münasip ve son derece açık
ve düzgün bir ifadeyle ağızdan inşadettiği birkaç
beyit okudu. Bu şiir Ali'nin pek hoşuna gitti.
Şehzade Hasan ile Hüseyin'in hakkı olan paradan
o sırada yanında bulunan üç dinarı da ârabî'ye
bağışladı.

Arabî, bu parayı aldıktan sonra :
"Ey müminlerin emîri; beni ailem efradı içinde en
  zengin bir adam ettin," dedi ve çıkıp gitti.

Hazret, Ali dedi ki:
"Ulu Peygamber'den işitmiştim.
 'Kişinin değeri kendi bezemesindedir.'
  buyurmuştu."

Yani her insanın kıymeti, kendisini güzel huylar
ve parlak sözlerle süslediği derecede anlaşılır.

                                     KITA  

Kişinin değeri altın ve gümüşten değildir.
Erin kıymeti hüneri derecesindedir.

Çok köleler vardır ki, hüner kazandıklarından
dolayı değerleri efendilerinden daha üstündür.

Çok efendiler vardır ki, hünersizlikleri yüzünden
kölelerinin karşısında zebun düşmüşlerdir.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                   HİKÂYE

Cafer oğlu Abdullah'dan naklederler ki, bir gün
yolculukta bir kabilenin hurmalığına indi. Siyah
bir köle buranın koruyucusuydu. Yiyecek olarak
üç parça ekmek getirdi. Orada bir köpek peyda
oldu. Köle ekmeğin bir parçasını köpeğin önüne
attı, hemen yedi. İkincisini attı, onu da yedi.
Sonra üçümcü parçayı attı. Hayvan bu parçayı
da yiyip bitirdi.

Abdullah köleden sordu:
"Her gün yiyeceğin nedir?

Köle cevap verdi:
"Gördüğün ekmek."

"O halde niçin kendine ayırmadın?"

Tekrar cevap verdi:
"Bu hayvan burada gariptir.
  Öyle sanıyorum ki, uzak yoldan gelmiştir.
  Onu aç bırakmak istemedim."

Abdullah sordu:
"Bu gün ne yiyeceksin?"

"Oruç tutacağım."

Abdullah, kendi kendine;
'bütün halk beni cömertliğimden dolayı ayıplar.
 Halbuki bu köle benden daha cömerttir.'

O köleyi, hurmalığı ve içinde bulunan her şeyi
sahibinden satın aldı. Köleyi serbest bıraktı ve
bütün bunları ona bağışladı.

                                     KITA  

Köpeğin nefsini bir iki parça ekmekle kendi nefsinin
köpeğine tercih eden kerem sahibi, meselâ isterse
köle olsun; efendiler, onun kulluğuna lâyıktır.

                                   HİKÂYE

Medine'de, bütün din bilginlerinden son derece
ergin ve olgun bir âlim vardı. Bir gün yolu esir
pazarına uğradı. Orada şarkı söyliyen bir cariye
gördü.

Sesinin güzelliğiyle Zühre yıldızını imrendiriyor,
yüzünün güzelliğiyle güneşi hayrete düşürüyordu.
Cemâlinin divanesi, saçlariyle beninin âşıkı oldu.
Sesini işitince varlık göçünü yokluk çölüne çekti.
Nağmelerinin tesiriyle ise aklın dar muhitinden,
cinnetin geniş sahralarına yollandı.

                                     KITA  

Yüz güzelliğiyle, söz güzelliğinden her biri gönlü
ıssız yerlere götürür.
Eğer her ikisi bir yerde birleşirse gönül sahiplerinin
işi pek çetinleşir.

Aşka tutulan zavallı, âlimlik kıyafetini attı, melâmet
çulunu örtündü, başıboş bir halde Medine pazarlarında
dolaşmaya başladı.

Dostları onu ayıplamaya kalktılar.
Fakat hiç bir  tesiri olmadı.
Halinden şu sözler işitilmekte ve şu nağmeler
duyulmaktaydı:

                                     RUBAÎ

"O gönüller alıcı, bu türlü cilvelere başladıktan
  sonra âşık belâdan nasıl sakınabilir?
  Kulaklarıma akseden kötüleme sesleri ancak
  içimdeki ateşi alevlendiren bir rüzgârdır."

Bu hâdiseyi Caferoğlu Abdullah'a anlattılar.
Cariyenin sahibini istedi. Kırk bin dirhem akçeyle
kızcağızı satın aldı ve buyurdu ki:
"Âlimi aşka düşüren sesiyle bir şarkı söylesin,"

Sonra cariyeden sordu:
"Bu makamı kimden öğrendin?"

"Falan kadından,"

Abdullah o kadını da istedi, sonra âlimi çağırttı
ve sordu:
"Seni divane eden o güzel cariyenin üstadını da
  dinlemek ister misin?"

"Evet, isterim,"

İkinci muganniye bir şarkı söylemesini emretti.
Âlim aklını kaybetmiş bir halde kendinden geçmişti.
Görenler öldü zannettiler.

Abdullah:
"Gördünüz mü?" dedi.
"Biz bu adamın ölümüne sebeb olmakla günahta
  kaldık,"

Sonra yüzüne su serpmelerini emretti.
Tekrar kendine geldi.

Abdullah:
"Biz bu cariyenin aşkında, senin bu mertebeye
  eriştiğini bilmemiştik," dedi.

Âlim şu cevabı verdi:
"Tanrı'ya and ederim ki, sizin açıkça göremediğiniz
  şey, gördüklerinizden fazladır.

Abdullah tekrar sordu:
"Bu sesi, aşkına tutulduğun cariyeden de dinlemek
  ister misin?"

"Görüyorsun ki bu nağmeyi âşıkı olmadığım başkasından
  işittiğim halde başımdan neler geçti.
  Eğer bunu kendi sevgilimin ağzından ve dudaklarından
  dinleyecek olursam halim nice olur?"

Abdullah ilâve etti:
"Yüzünü görsen tanır mısın?"

Ağladı ve dedi ki:
 
                                    BEYİT

"Bana 'dinimi ve gönlümü götürenin kim olduğunu
  tanır mısın?' diye soruyorsun.
  Tanrı'ya yemin ederim ki cihanda ondan başkasını
  tanımam."

Abdullah, cariyeyi dışarı getirmelerini, âşıka teslim
etmelerini emretti ve ona:
"Bu senindir." dedi.
"Allah bilir ki kendisine göz ucuyla dahi bakmadım."

Âlim, Abdullah'ın ellerine ve ayaklarına kapanarak
şu mealdeki rubaî okudu:

                                     RUBAÎ

"Kerem ve ihsanınla işimi yoluna koydun.
  Beni hicran dalgalarından sahile çıkardın, yaralı
  gönlüme sabır getirdin, yaşlar döken gözlerime
  sükûn ve uyku verdin."

Sonra cariyenin elinden tutarak evine yollandı.

Abdullah; bir köleyle ayrıca kırk bin dirhem para
göndererek, bunların geçim düşüncesiyle hatırlarına
toz konmaması ve gönül hoşluğuyla biribirlerinden
murat almaları imkânını da temin etti.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                   HİKÂYE

Cafer oğlu Abdullah'a, Muaviye'nin hilâfet günlerinde
her sene Beytümal hazinesinden bin akçe tahsisat
verirlerdi. Halifelik sırası Yezid'e gelince  beş bin
akçeye çıkardı.
Yezid'i ayıplayarak dediler ki:
"Bu para bütün müslümanların hakkıdır.
 Niçin bir adama veriyorsun?"

Yezid bunlara şu cevabı verdi:
"Ben bu parayı Medine'deki yoksullara veriyorum.
 Çünkü Abdullah, hiçbir dilek sahibinden bir şey
 esirgemez."

Sonra Abdullah'tan gizli, bir adamı, onun ahvalini
tetkik ve teftiş ettirmek üzere Medine'ye gönderdi.
Abdullah'ın bir ay içinde bütün paraları sarf ettiği
ve borçlanmayla geçinecek bir duruma düştüğü
anlaşıldı.

                                     KITA  

Bütün cihan, cömerdin eline geçse ne çıkar?
Cihandan yüz kere fazla malı olsa yine elinde
durmaz.
Dervişin gönlü o hasretle niçin yaralansın?
Cömerdin kesesi, yoksulun hazinesidir.

                                   HİKÂYE

Bağdad halifesi şevket ve ihtişam içinde giderken,
delinin biri karşısına çıktı:
"Ey Halife!" dedi,
 Dizginleri çek, ki senin methinde üç beyit söyliyeceğim.

Halife, okumasını emretti.
Divane methiyeyi okudu.
Şiir halifenin hoşuna gitti.
Deli bu hali görünce:
"Bana üç akçe ver ki," dedi,
"Zeytinyağı ile hurma alayım ve karnımı doyurayım.

Halife, her beyit için yüz bin akçe verilmesini emretti.

                                     KITA  

Yoksulluk zarureti şairi mecbur kılarsa, cömert
padişaha güzelleme destanları yazması caiz
görülmelidir.
Öğülen kimse kerem sahibiyse, şairin her beytine
cevher hazineleri bağışlasa yaraşır.

                                   HİKÂYE

Mervanoğlu Abdülmelik'in oğlu Süleyman'ın oğlu
İbrahim anlatır ki:
"Hilâfetin Ümmiye oğullarından Abbasoğullarına
 geçtiği ve Abbasoğulları'nın, Emevîleri  yakalayıp
 öldürdükleri sıralarda, ben Kûfe dışında ve ovaya
 bakan bir sarayın damında oturmuştum.
 Kûfe tarafından siyah renkli bayraklar belirdi.
 Gelen bu kalabalığın beni yakalamak istediklerini
 anlayıp aşağıya indim.

 Evinde saklanabilmek için tanıdığım hiç kimse yoktu.
 Büyüklerden birinin sarayı kapısına doğru yürüdüm.
 Yakışıklı bir adamın atına binmiş olduğunu, kölelerle       
 hizmetçilerden bir kalabalığın da etrafını çevirmiş
 bulunduğunu gördüm.
 Selâm verdim.
 Bana:
 'Sen kimsin? Ne istiyorsun?'
 diye sordu.

 'Düşmanlarından kaçmış bir adamım.
 Senin konağına sığınmak için geldim.'
 deyince, beni içeriye aldı ve harem dairesine yakın
 bir odaya yerleştirdi. Orada kaldığım birkaç gün
 zarfında yiyecek ve içecekten, giyecekten hoşuma
 giden giden her şeyi hazırladı.
 Bana kim olduğumu asla sormadı.

 

 Her gün bir defa at gezintisi yapar, pek çabuk dönerdi.
 Bir gün bu gezintinin sebebini sordum:
 'Her gün ata binip evden çıkıyorsun ve çabucak yine
 dönüp geliyorsun!
 Bu gezinti ne içindir?'

 Cevap verdi:
 'Süleyman oğlu İbrahim, babamı öldürmüştür.
  Bu şehirde gizlenmiş olduğunu haber aldım.
  Her gün onu bulmak ve babamın öcünü almak umudu
  ile gidip geliyorum.'

  Bu sözü işitince başıma gelen felâketten şaşırdım.
  Meğer kaza, beni ayağımla canıma kıymak isteyenin
  konağına atmış.
  Artık canımdan bıkmıştım.
  Ev sahibime adını ve babasının adını sordum.
  Doğru söylediğini anlayınca da ona:
 'Ey babayiğit,' dedim.
 'Senin bende çok hakkın vardır.
  Bana senin düşmanını bulmak bir borç sayılır.
  Seni bu gidip gelmek zahmetinden kurtatayım bari;
  Süleymanoğlu İbrahim benim;
  Babanın kanını benden iste!'

 

  Ev sahibi inanmadı.
 'Galiba,' dedi,
 'hayatından çok usandın da bu mihnetten kurtulmak
 istiyorsun.'

 'Hayır,' dedim.
 'Allah'a yemin ederim ki öyle değil.
  Babanı ben öldürdüm.'

  Delillerini de söyleyince sözümün doğruluğuna inandı
  ve rengi attı, gözleri kızardı, bir zaman başını önüne
  eğdi, sonra bana:
 'Babamın yanına çabuk gidersin, o hakkını senden alır.
  Ben sana aman vermişim, yanlış bir iş yapamam.
  Kalk hemen dışarı çık; çünkü kendime güvenim yoktur.
  Ola ki sana bir ziyanım dokunur.' dedi ve bin altın ihsan
  etti.
  Paraları aldım ve ayrıldım."

                                   MESNEVÎ

Ey babayiğit; Yiğitlik öğren!
Cihan erlerinden erlik öğren!
İçini kin güdenlerin öcünden kurtar.
Dilini kötü söyliyenleri ayıplamaktan koru.
Sana kötülük yapanlara, iyilik et.
Çünkü o kötülük yapan kimse, kendi ikbalini yaralamıştır.
İyilik töresini san'at edinirsen, sana iyilikten başka
bir şey geri dönmez.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

                                   HİKÂYE

Bir gece Mısır'da cuma namazı kılınan bir
mescide ateş düştü, yandı. Müslümanlar,
bu ateşi hıristiyanların attığını sandılar ve
onlara karşılık olmak üzere, evlerine ateş
salarak yaktılar.

Mısır sultanı, hıristiyanların evlerini ateşe
veren bir kalabalığı yakaladı ve bir araya
topladı. Sonra bunların sayısınca kâğıtlar
yazılarak üzerlerine saçılmasını emretti.

Bu kâğıtların bazılarında ölüm cezası;
bir kısmında el kesmek;
bazısında da kamçı vurma cezası yazılıydı.
Her biri eline geçen kağıtlardan aldı ve o
kâğıtta yazılı cezalara çarptırıldılar.

Ölüm cezası yazılı bulunan kâğıtlardan biri
de suçlulardan bir adama isabet etmişti:
"Benim ölümden korkum yoktur. Fakat bir
 anam var ki, benden başka kimsesi yok,"
 diyordu.

 Yanında, kamçı yemeğe mahkûm olan bir
 suçlu hemen elindeki kağıdı ona uzattı ve
 onun kâğıdını kendisi aldı:
"Benim anam yoktur," dedi.

Bu suçluyu ötekinin yerine öldürdüler ve
ötekini de yalnız kamçıyla dövdüler.

                                     KITA  

Altın ve gümüşle cömertlik yapılabilir.
Fakat canı ile cömertlik yapan kimse
hepsinden daha yücedir.

Yârin cana ihtiyacı olduğunu anlayınca
kendi hayatını onun için feda eder.

                                   HİKÂYE

Asmaî der ki:
"Bir kerem sahibiyle tanışmıştım.
 Sık sık ihsan almak ümidiyle onun kapısına
 giderdim.
 Bir gün yine uğradım, kapısına bekçi dikmişti.
 Bekçi, beni dostumla görüşmekten men etti.
 Sonra dedi ki:
 'Ey Asmaî, benim seni içeri bırakmamalığımın
  sebebi, efendimin yoksulluğa düşmüş ve
  züğürtlemiş olmasındandır."

 Bunun üzerine ben de efendisine göstermek
 üzere bu beyti yazarak kapıcıya verdim:

                                    BEYİT

'Kerem sahibi kapısına bekçi koyarsa,
 cömerdin, cimriye üstünlüğü nerede
 kalır?'

 Bir zaman sonra kapıcı geri geldi.
 Kâğıdın arkasına şu beyit yazılmıştı:

                                    BEYİT

'Cömerdin varlığı azalınca, arayıp soranlardan
 gizlenmek için perde arkasına çekilir.'

 Kâğıtla birlikte, içinde beş yüz altın bulunan bir
 kese de göndermişti.
 Kendi kendime, 'ey Asmaî, bundan daha garip
 bir vak'a başından geçmemiştir, bari bu hediyeyi
 halife Memun'un meclisinde anlatayım,' diyerek
 halifenin huzuruna çıktım.
 Bana sordu:
'Nereden geliyorsun ey Asmaî?'

'Arab kabîlelerinden çok cömert bir adamın   
yanından geliyorum.' dedim.
 
 Halife sordu:
 'Kimdir o cömert?'

'Öyle bir adam ki,' dedim;
'Beni hem ilim, hem de mal yönünden nimetlere
 gark etti.'

 Sonra kâğıdı ve keseyi yere koydum,
 halife keseyi görünce rengi değişti:
 'Bu kese benim hazinemin mührünü taşımaktadır.
 O adamı çağırmak istiyorum,' dedi.

 Yalvarmaya başladım:
'Ey müminlerin ulusu, Allah'a yemin ederim ki,
 senin göndereceğin adamlardan onun gönlüne
 bir korku girmesinden utanırım.'

 Memun, nedimlerinden birine emir verdi:
'Asmaî ile beraber gider, hatırına hiç bir şüphe
 girmesine meydan vermeden halife seni istiyor
 dersin.'

 Adam huzura girince halife:
'Sen, dün huzurumuzda yoksulluğundan bahis
 eden ve bu keseyi ihtiyacına sarf etmek üzere
 bizden alan değil misin?
 Asmaî'nin gönderdiği bir şiir beyitine nasıl
 bağışlıyorsun?'
 deyince, kerem sahibi adam:
'Tanrı'ya and içerim ki,' dedi:
'dün senin katında bahsettiğim yoksulluk yalan
 değildi. Fakat Aamaî'nin elçisini boş göndermek
 istemedim. Nasıl ki müminlerin halifesi de beni   
 öyle göndermişti.'

 Halife bu adama daha binaltın vermelerini emretti.
 Asmaî:
'Ey halife,' dedi.
'Bu ihsanda beni de ona yoldaş et!'

 Asmaî'nin caizesini de bin altına tamamladılar.
 O cömert artık halifenin nedimleri arasına girdi."

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.