editor Gönderi tarihi: 9 Mayıs , 2004 Gönderi tarihi: 9 Mayıs , 2004 Kendimizde Aramak..! Uzun yıllar önce, lisedeyken, edebiyat hocamız, Sıfırcı Fevziye, aramızda Namık Kemal’in şiirlerinden birini ezbere bilen birinin olup olmadığını sormuştu. Kırk sekiz kişilik sınıfta bir tek ben elimi kaldırmış, şimdi unuttuğum şiiri titrek bir sesle okumuştum. Adını unuttuğum şiirin özünü hala hatırlıyorum. 19. yüzyılda, Namık Kemal, Osmanlıların geri kalmışlığının nedenlerini kendimizde aramamız gerektiğini yazmıştı. Üniversite için geldiğim Amerika’da tanıştığım Arap öğrencilerin hemen hepsi ülkelerinin geri kalmışlığını Osmanlıların emperyalizminde buluyordu. Namık Kemal, büyük bir olasalıkla, Türklere sesleniyordu, fakat şairin düşündükleri demek ki Araplar için de geçerliydi, çünkü onlarda geri kalmışlıklarının nedenlerini kendilerinde aramaya henüz alışmamışlardı. Kırk yıldan beri merak ederim, acaba Araplara değil de bize seslenen şairin sözleri hala geçerli midir? Şiirin bende yarattığı önyargıdan dolayı, Türkiye’de olan bitenlere belki de kötümser bir gözle bakıyor olabilirim. Fakat dışardan bile olsa, ülkemizde şahit olduğum olayların bir çoğu Namık Kemal’in sözlerinin bence hala geçerli olduğunu gösteriyor. Politika bu örneklerin en önde gelenlerindendir. Yönetenleri, kim olursa olsun, bir taraftan sık sık eleştirir, öbür yandan seçimlerde oylarımızı onlara veririz. Başımızda olanları kendimizin oralara getirdiğimizi nedense pek dile getirmeyiz. Yetenekli, dürüst, ülke çıkarlarını kendi çıkarlarının üstünde tutan kişileri seçeceğimize, geçmişleri karanlık, ülkeyi kendi ve yakınları çıkarına kullanan kişilere oy veririz. Acaba bu gibi kişileri seçmekle ülke sorunlarını kendimizde değil de başkalarında aramak için mi yaparız? Ekonomik sorunlarımızın nedenlerini ise bütün ülkede, neredeyse tek sesle, IMF ve Dünya Bankası olarak gösteririz. Bu iki kurum Amerika’da da sık sık eleştirilirmesine rağmen, nedense her ekonomik krizde onlara koşa koşa borç almaya gider ve onların öne sürdüğü her şartı kabullenip parayı oldıktan sonra öne sürülen şartların ağrlığından sitem ederiz. Aynı zamanda borç aldığımız paraları Türkiyenin en güzide yerlerinde kendilerine Saddam Hüseyin’i imrendirecek yapıtlar dikenlere, eşe dosta dağıtanlara ve paraları iktidarlarını sürdürebilmek için kullananlara oylarımızı verir ve sonra da baştakilerin ahlahsızlıklarını gazetelermizde sergileriz. Başka ülkeleri (özellikle Hiristiyan ülkeleri) dolandırdı diye karanlık bir zatı bir meteor gibi parlatır, ve bu kişinin başkalarına attığı kazıkları bize atmayacağını düşünürüz. Bir taraftan vergi vermemeyi, kaçak elektrik kullanmayı (yalnızca fakirler değil, tanıdığım birçok eğitilmiş ve varlıklı arkadaşlar da bu işi yapar), her fırsatta KDV’yi ekarte etmeyi bir milli gelenek yaptıktan sonra, çay fasıllarımızda yolsuzluk yapan “pezevenklere” atıp tutar, kendi yolsuzluklarımızı nedense hiç düşünmeyiz. Hele kendi dinimize hiçbir şekilde eleştirici bir gözle bakamayız, çünkü dine öyle bir yaklaşım dinsizlik ve daha kötüsü Allah’sızlık olarak algılanır. Başka dinleri bilmem ama, Hiristiyanlık en az beşyüz yıldır bunu yapmaktadır. İnsanlığın en son ve en doğru dini olarak algıladığımız bir dinin bu gibi bakıştan neden çekindiğini hala anlamış değilimdir. Bundan bin yıl önce dünyanın en ileri medeniyetinin temel nedenini İslam olarak gösterir, modern çağda geri kalmışlığımızın nedeninin dinle bir ilgisi olup olmadığını sormaktan bile korkarız. Kişisel gelişmenin temelinde “içe (kendine)” eleştirel bir gözle bakmanın olduğu nerdeyse evrensel bir kavram olmuştur. Bu kavram toplumlar için de geçerlidir. Toplumlar, bulundukları ortama birçok etkenin etkisiyle gelmişlerdir. Bunların arasında sömürülmüş olmak (sömürmek), eğitim düzeyi, doğal kaynaklar, din ve kültür de vardır. Bulunduğumuz yerin daha da üstüne çıkmak için saydıklarımın önemi büyüktür, fakat en önemlisi kendimize (içimize) bakıp, varmak istediğimiz yere ulaşabilmek için gerekeni yapma isteğinin (yeteneğinin) olup olmadığını saptamaktır. Bunu yapmadığımız müddetçe Namık Kemal’in şiiri tazeliğini koruyacaktır. Alıntı
Φ steel Gönderi tarihi: 2 Temmuz , 2004 Gönderi tarihi: 2 Temmuz , 2004 bütün forum üyelerine ve değerli editörüme en sıcak selamlar... önce foruma yeni katıldığımı söylemekle başlayayım. editörün bir yazısını gördüm. enteresan geldi bana ve yazma ihtiyacı hissettim. yazısının genel mantığına katılmakla beraber bir nokta kakkında hatırlatma yapayım dedim. takıldığım paragraf bu: ****************************************************************** Hele kendi dinimize hiçbir şekilde eleştirici bir gözle bakamayız, çünkü dine öyle bir yaklaşım dinsizlik ve daha kötüsü Allah’sızlık olarak algılanır. Başka dinleri bilmem ama, Hiristiyanlık en az beşyüz yıldır bunu yapmaktadır. İnsanlığın en son ve en doğru dini olarak algıladığımız bir dinin bu gibi bakıştan neden çekindiğini hala anlamış değilimdir. Bundan bin yıl önce dünyanın en ileri medeniyetinin temel nedenini İslam olarak gösterir, modern çağda geri kalmışlığımızın nedeninin dinle bir ilgisi olup olmadığını sormaktan bile korkarız. ****************************************************************** konuya bağlı olarak bazı kavramları yerli yerine oturtma ihtiyacı doğar. bu durum siyaset için de, ekonomi için de veya herhangi bir disiplin için geçerlidir. bir örnek vereyim: merkez kavramı mesela, bu kavramın siyasi disiplinler ve matematik tarafından aynı içerikle yorumlanmaması kadar doğal birşey olamaz. eleştiri kavramını kullanırken de dikkatli olmak lazım. herhangi bir displin için kullandığımız eleştiri kavramı ile din için kullandığımız eleştiri kavramı eşit şekilde yorumlanmamalıdır. eleştiriyle veya sorgulamayla daha güzele ve mükemmele ulaşmaya çalışırsınız. bilim bunun en güzel örneğidir. eleştirinin nimetleriyle bir zamanlar geçerli olan ve en doğrusu diye düşünülen bilimsel teoriler zamanla geçersizliği anlaşılınca reddedilir olurlar. ister belli bir dinin müntesibi olalım, ister olmayalım, şunu kabul ederiz herhalde. din müntesiblerinin iddia ettiği üzere vahiy kaynaklıdır. vahyin kaynağı ise zamanla ve mekanla kayıtlı olmayan Allahtır. yani Allah savunulduğu üzere, geçmişi, şimdiyi bildiği gibi geleceği de bilir. insan için gerekli ve faydalı olan her ne varsa yaratıcısı tarafından takdir edilmiştir. emredilen ibadet ritüelleri, ahlaki bir kısım kurallar belirlenmiştir ve bunların hepsi kutsal kitapta belirtilmiştir. ve insana denilmiştir ki bunları uygularsan mutlu ve huzurlu olursun. ve din adı verilen disiplin ibadet ritüellerinin tartışılmasına izin vermez. editörün anladığı anlamda da eleştirilmesine izin vermez. editörün eleştiriye yüklediği anlam diğer disiplinler için doğru olmakla beraber, din açısından anakronik bir yaklaşımı ihtiva ettiği için de sakıncalıdır. peki.. dini açıdan sorgulama nasıl anlaşılmalıdır. işte bu noktada hikmet adı verilen kavram karşımıza çıkar. örnek vermek gerekirse namaz adı verilen ritüel, dinin içerisinde kalınarak sorgulanamaz. namaz bir ibadet olarak vardır ve vakti, şekli tayin edilmiş-belli bir ibadettir. namazın hikmetinin ne olduğu, faydaları veya insana maddi-manevi faydaları sorgulanabilir iken, namazın şeklini veya daha genel söylemek gerekirse kutsal kitap ve elçisinin yorumları dışına çıkıp mahiyetini değiştirmeye yönelik her girişim dince kabul edilmez. çünkü bu durum kutsal kitabın aşkın bir güce ait olmasıyla çelişir. bunla birlikte geleneğe, mekana, toplumlara bağlı olarak değerlendirilmesi gerekenlerin dinle bağlantılı olanları editörün dediği anlamda eleştirilebilir. sarık veya cübbenin durumu, cihat denilen kavramın mahiyeti gibi... tabii ki editörün dediği gibi bu konuda bile tartışma ihitiyacını gemleyen çevreler bulunmaktadır. yani yukarıda bahsedilen konularda katı bir pozisyon belirleyenler de mevcuttur. bir düşünce olarak bu pozisyona karşı çıkmak doğru değil ama sözü edilen pozisyonun islam realitesine uygun düşmediği de açıktır. dolayısıyla, editörün dediği anlamda eleştiri kapısı islamın açık bıraktığı bir alan olmakla beraber, bu eleştirinin yapılacağı alanın sınırının tespit edilmesi de kutsal kitabın aşkın bir gücün kelamı olması sebebiyle uygundur. diğer bir bahse gelince hristiyanlık temsil edildiği kutsal kitaba göre değerlendirilecek olursa bu dinin müntesiblerinin eleştiriyi sınırsızca kullanması normaldir. incil içeriği itibariyle bir kısım tezatlar barındırmakta ve sıkı incelendiği zaman, mekan, isim gibi konularda hatalar barındırmaktadır. yaratıcının doğurgan bir varlık olarak düşünülmesi gibi vahim hatalar da mevcuttur bu kitapta. ve esasında hristiyanlığın sorgulandığı asırlarda batı medeniyetinin terakki ettiği muhakkaktır. islama gelince... islam refiki hristiyanlığın aksine değişmemiş ve 4 çeşidi mevcut olmayan bir kitaptır. islamın prensiplerine sıkı sıkıya sarıldığı dönemlerde, bu dinin müntesiplerinin altın çağını yakaladıkları muhakkkaktır. bu prensiplerin yobazca değerlendirildiği, yorumlandığı yıllarda islam dünyasının geride kaldığı apaçık bir hakikattir. ama sorunun islamı değerlendiriş tarzında olduğunu söylemek gerekir. islamda değil. islam modern çağla çelişmediği gibi modernlikten kastın ne olarak ifade edildiğine bağlı olarak moderniteyi temsil eden bir disiplindir. yani editörün iddia ettiği gibi dinin bakış açısı değil, onu temsil edenlerin bakış açısı kroniktir. hepinize saygılar Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.