Φ zalmehmet Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Kuranıkerimde de mi yok demek istiyorsunuz, cevap verin de görelim. Kör kader sâ'ikimiz oldukça Atlı girsek hana harlı çıkarız Bizde oldukça bu baht-ı nâ-sâz Hızr-ı görsek de zararlı çıkarız. lena sana başka ne diyeyim... 1. Altdorfer, "İskenderiye Savaşı"nı yapalı ne kadar oldu? Geceli gündüzlü bombalanan Bağdat'ı görse, nasıl resmederdi acaba? Resmeder miydi veya? Bağdat, resmedilebilir miydi? Siyah Vals'e kalkmış olanlar, Beyaz Ölüm için ne demeye layıktır? Hiç (ki) ! 2. Yazarken yol alır insan. İleri, biraz daha ileri... Heybesinde çakıl taşları, kuru üzüm, çörotu, koynunda muska. Sonra rengarenk, cilt cilt kitaplar, haritalaşmış, eskitilmiş, berkitilmiş yüzler. Yollar hep yollara bağlıdır. Hep kontrolsüz kavşaklar; stabilize, patika, otoban, pratik. Bir simge bir başka simgenin ana rahmi. Doğar, büyür, OLUR. Yol alırken yazar insan. Her kelime bir kilometre taşı. Harfler kelimelere, kelimeler cümlelere (tümceler sözcüklere, sözcükler imgelere) albenilerle akar, gider. 3. Zebranın çizgileri, insanların parmak işaretleri gibi. Ayrı, farklı, özel. Siyah - beyaz rüyalarımızda, perspektif sorunlarımız var. Yokuşa akan su, aşağıya çıkmak, yukarı inmek... Modernite, kabusumuz. Dikkat, hep başka yerde. Yani hiçbir yerde. Kadınların kaşlarına yahut kirpiklerine olan ilgileri kadar bile değil ellerimizin kesif haritası, alnımızın harplere düçar kalmış kırışıklığı, saçımızın bir teli. Kulağımız ya da bir başka uzvumuz, ağrıdığı zaman var. Halbuki her zaman var. Rüyalar, her zaman var. Dualar, isyanlar, gözleri yaşlı analar, baharlar... 4. Çağdaştan uzağa, alabildiğince uzağa: Işığa. Saniye ve dakika "çağdaş icat". Zamanın karnıyarığı. Lime lime. Paramparça. Zamanın öncesi, zaman öncesi. Tahtında hüve, gece - gündüz. Ahir mevsimler: Hasat, tohum, göç... Talmud'da geceleyin bir yabancı ile konuşulmaması öğütlenir. Yabancının gerçekte şeytan olabileceği gerekçedir. İsa da kendisine verilen görevi, gündüz sona ermeden önce bitirmesi gerektiği düşüncesindedir. Günün ve akşamın ışıması, kesin hatlı sınırlardır. Ve gecenin bir bölümü ile kutsanırız. Zaman, her yönüyle bizim. Saatsiz zamanlar, bizim. 5. Rakamların adlandırılışı enteresan. Bir sürü nazariye söz konusu. Sıfırsız varsayılan matematik kadar hoş. Kör, sağır ve dilsiz. Adem (as)'e eşyanın adını öğreten Rabb'imiz, rakamları da mı öğretmişti? Bilmiyorum. Yalnız, açı nazariyesi, doğru veya yanlış, izahı yönünden işime geliyor. 1'de bir açı, 2'de iki, 3'te üç... Rakamsız saat ve sıfırsız matematik !.. 6. Ölmemek için öldürmek zorundayız, ama her öldürdüğümüz insanın kendimiz olduğunu ne zaman öğreneceğiz, diyor Cemil Meriç. Ben, oksijen verilmeyen bir akvaryumdaki balığım. Her aldığım nefes, sonumu hızla yaklaştırıyor. Fanusu kıracak gücüm yok. Hoş, kırsam, nerede barınacağım. Ölmek istemi, zayıflık acizlik. Korkak insanların ilk arzusu. Ben korkak mıyım? Hayır, cahiller kadar cesurum. Öyle buyrulmuyor mu? 7. İşte ben, buradayım. Yani çakıllı, insanın etine batan rüzgarlı yol ayrımında duran benim. Aşacağım bu vadinin ötesinde gürbüz baharlar, bitmeyen sevdalar var. Orada aşk ve isyan birbirinden ayrılmaz. O rüzgarı saçlarımla tanıdım ilkin. O yüzden gürdür saçlarım. Belki o yüzden sevdâzedeyim. Ağaçlarda mısralar büyür. Kuşlar, mefûlü / mefâîlü... kalıbında içerler sularını. Deli dolu Nef'î geçer sert adımlarla. Hayâlî, okşarcasına çimleri. Temrenler, çark-ı felekler, ol bî - vefalar, ağular, kadehler... dolaşır kelimeler yerine. Şerhe muhtaçsız hayatın, derkenar duaları kalır dudaklarda. Orada, hayatın altı çizilidir. 8. Allah, Kuran'ı sözle indirip yazıya geçirtti. Kuran'la karıştırılmaması için Hadisler, kaleme alındı. Söz, gökyüzü. Yazı, arz. Elle tutulur, hacmi olan, görünen. Yazmaya tarafgirim. Çiçero, tarihin bir daha göremeyeceği hitapları sıralasın, dursun. Ağzından çıkan her kelimenin, uçup gittiğini fark edebildi mi acaba? Edememiş. Mektuplarından başka farkına varamamış söz ile yazının... 9. Fuzûlî:"Aldanma ki şair sözü elbet yalandır" Nietsche:"Ancak bilinçli ve istençli olarak yalan söyleyebilenler ki - bunlar sadece şairlerdir - doğruyu söyleyebilir." Epiktetos:"Birisi, Crysippos'un yazılarını anlayabiliyor ve açıklayabiliyor olmaktan dolayı gurur duyduğunda, kendi kendine dedi ki: Eğer Crysippos yazılarını kapalı yazmamış olsaydı, bu adamın gurur duyacak hiç bir şeyi olmazdı." 10. "Bu âlem sanki oddan bir denizdir Ana kendini atmaktır adı aşk." 11. Herkes aynaya bakmalı. Belki bir ayna taşımalı herkes, iç cebinde. Bakanlar ve Görenler'le uğraşmadan sıkça başvurmalı aynaya. Bir yalan nasıl sızmaktadır solgun bakışlardan dışarı, nasıl şekil almakta dudaklar işimize gelmeyen bir haber duyduğumuzda, niçin alnımızdaki çizgiler öfkeden kudurmaktadır...Nasıl? Aynaya sıkça bakmalı herkes. Çünkü ayna ve aynaya akseden gözlerimiz, kendimizi kandıramadığımız iki mübarek ravzadır. Her kim ki özeleştiri yapamıyor hayatta, nedamet duymuyor, tövbe nedir, nasıldır bilmiyor, atın gitsin. Bir işe yaramaz... 12. Aşırı olsa da olmasa da fotoğraf düşkünlerini, "ruhu hastalıklı insan" olarak niteliyor bilimciler. Fanatikleri, karşılıksız sevenleri, kuş veya başka bir hayvan besleyenleri, antika meraklılarını, pul koleksiyonu yapanları, kıyafet düşkünlerini, düşkün olmayanları, yazanları, yazmayanları, uçaktan korkanları, tek kişilik dergi çıkaranları vs. siz ilave edin. Aslında hepimiz, 20. Asır insanı olarak hastalıklı insanlarız. Ne zaman ki bu hastalık, kendini normal addeden insanlara göre delilik oldu, belki o gün kurtuluşumuzdur. Delilikte keramet vardır diye boşuna denmediğini anlarız o gün. Katılmamak mümkün mü R. D. Laing'in söylediklerine: "Her olayda biz aklıkarışık ve çıldırmış yaratıklarız. Kendi benliklerimize, birbirimize, manevi ve maddi dünyaya yabancıyız. Hatta gözümüze ilişen ancak benimsemediğimiz bir zâviyeden, deliyiz biz." Ancak deli olduğunu ayrımsayabilenler, akıllanabilir. Siz hiç, bir dikmeyi, bir ağacı yakın takibe aldınız mı? Bir kış boyu, karın, fırtınanın, soğuğun istibdadı altında, mütevekkil, sıranın kendisine gelmesini bekler. Karakış, Zemheri,Mart dokuzu, Dokuzun dokuzu, Abdul beş... Cemrelerle beraber tomurcuklar büyür, büyür, büyür. Ve infilâk. Rüzgâr, güneş, su üçgeninde uç veren yapraklar adım adım, aheste ve sükûn içerisinde yürür, büyür... Sürgünü sürgün izler, umudu umut. Bir yaz günü, güne, güneşten önce uyanmak kadar asil ne olabilir? 14. İnsanoğlu için dağlar, dehşetengiz varlıklar olmaya devam ediyor. Tarih boyunca bu taaccüb, bu tecessüs damarlarındaki deli kanlara eşlik ederek esrarını öğrenmeye çalıştılar. Dağların zirvesine ulaşmakla insan, bir galibiyet yanılgısına düştü. Zirveleri zirveler izledi, haşmeti haşmet... Yüksek güçlerin şatoları olarak adlandırılan dağlar, Edward Whymper'in kelimeleriyle: "İnsanın doğayı yenme çabalarının önüne dikilen engeller" diye müşahhaslaştırıldı. Her dağ kutsaldır: Himalayalar, Everest, Godwin, Fujiyama, Olympos, Sînâ, Ağrı, Erciyes...Her birinin bir efsanesi, manevi bir değeri vardır. Tabiî dağların bulunmadığı yerlerde ise insanoğlu sun'î dağlar oluşturdu. Piramitler, Babil Kulesi...Bilinen en eski piramitlerden olan Zoser piramidi için: "Onun (Kral )için göğe çıkabilmesi amacıyla merdiven yapıldı" denilmektedir. Göğe ulaşabilmek; göğün derinliklerindeki "cennet" ideasına varabilmek her dönemim vazgeçilmez idolü olmuştur. Günümüz insanı ise tabiat ile bağlarını koparalı çok süre olmasa da ne bulutlar gibi yürütülüp yeryüzünün dengesini sağlayan dağlarla ne de dağlar büyüklüğündeki dalgalar ve esrarlı gökyüzü ile ilişkisini kesmiş haldedir. Otobanların, yüksek gökdelenlerin, metroların, şehir kargaşasının içinde kalan insanoğlu için tabiat, arada bir tahminlerden fazla yağan yağmur ve kar, okyanuslarda kopup gelen dev rüzgarlar, Rihter ölçeği ile bilmem kaç şiddetindeki deprem olarak kalmış, bunun dışına çıkılamamıştır. Herkesin, daim bir şeylerle meşgul olduğu bir asırda, dağlar kimin umurunda ola ki? (Resûlüm) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. (Tâhâ: 105) Belki o gün bütün tabiat gibi Allah'ı zikredip vazifesini tamamlayan dağların yürütüldüğünü; yeryüzü ile sarsılan dağların akıp giden kum yığınlarına döndüğünü; Allah'ın emanetini yüklenmekten çekinen dağların zalim ve cahil insanlar için nice ibretler taşıdığı anlaşılacaktır. Ve fakat o gün, hakikaten çok geç bir vakittir. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. (İsrâ: 37) 15. Saatleri saptamayı ilk bulan insana Tanrı bildiğini yapsın! Benim bu Dileğim, güneş saatini yapıp buraya Koyarak, günlerimi dilimleyip Bölen için de geçerlidir. PLAUTUS (MÖ: 200) 16. Gaib kelimesini belki en çok Necip Fazıl'da dile getirdi. "Gaiblerden bir ses geldi bu adam..." mısraıyla başlayan meşhur Senfoni (Çile) şiiri, ilk akla gelenden. Gayb: bilinmeyen, görünmeyen. Sonra mavera. Öteler, ötelerin ötesi. İnsanın gayba imanı şart. Bunun eksikliğini hissediyoruz maddileşen hayatımızda. Nedir gayb? Mehmet Doğan şöyle açıklamış: Gayb: (A.İ) 1. Göz önünde olmayan, alâmet ve emmâre ile bilinmeyen, hakkında delil bulunmayan, gizli olan. 2. His ve aklın ötesinde kalan, insan tarafından kavranamayan 3. Mânevî âlem Mâverâ ise, 1. Bir şeyin ötesinde, arkasında, gerisinde olan, öte. 2. Görülen, yaşanan âlemin ötesi. (Büyük Türkçe Sözlük, Rehber Yayınları) Hayatımızdan gaybı çıkartmakla, kendi cezâî hükmümüzü imzalamış bulunuyoruz. Cenabı-ı Allah ile birlikte şu üç varlığı içine alır ki bunları bilmekliğimiz farzdır: Ruh, melek, cin. Bu üçünün mürekkebi insanda mevcut. Farkına varılabilirse. Nefsin zıddı ruhtur ki bize, onun hakkında çok az bilgi verilmiştir. İnsanı iyiye, hayra çağırdığı, ölüm halinde bedenden ayrıldığı, Elestü birabbiküm ile iman ettiği, ettiğimiz bilinmektedir ki buna da iman gerekir. Melekler, Allah'ın günahsız mahlukâtıdır ve insan, melekten üstün olabilir nefsini arındırıp nefsine rağmen. İmanın şartındandır zaten meleklere inanmak; Cibril'e, Azrail'e, Mikail'e İsrafil'e, Münkir ile Nekir'e, Kiramen Katibin'e ve diğerlerine... Cinlerin de tıpkı insanlar gibi olduğu, inanan ve inanmayan cinlerin mevcudiyeti, tuvaletten besmelesiz yiyeceğe kadar hayatımızda faal oldukları biliniyor. Ve hikmeti nedendir cini, cinci hocalar; meleği, melek gibi kız; ruhu, ruhsuzlar vs. gibi alelade yerlerde ve manasından öte kullanıyoruz. Beş duyunun ötesi mutlak vardır ve bunu idrak için mucize filan aradığım yok. Bütün kaygı, manevi dünyamız da giderek maddileşmektedir ve bunun zaferi, insanın ebedi mağlubiyetinin olmasındandır. İki omuz başındaki varlığı unutması insanın, kendini unutmasıdır. Yarınlarını, hesabı, Ahireti... Bizi, 20. asırda, ayakta tutacak tutamaklardan belki en önemlilerindendir gaybı, gündelik hayatımızda olanca varlığı ile yaşatmak ve farkına varmak. Şairin buyurduğu gibi: "omuz başını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın kalem yazsın, yazsın..." 17. Evhamlarla dolu ilginç bir varlık insanoğlu. Melek olmak için âbid; şeytan olmak için âsi. İkisi arası olmak için: insan. Teferruatlarla doluyuz. Hiçbir işe yaramayan, saçma teferruatlar. Belki hayatın kendisi teferruatlar. Yoğun bir iş gününün akşamı, harab ve bîtâb, düşeriz eve. Yemekten sonra televizyonun karşısında geçirilen birkaç saat, dinlenmenin aksine, yorgunluğumuza yorgunluk katar. Uykumuz gelir ve yatak. Aslında uyku da bir yorgunluk. Çoğunluk, uyku değil, saat sendromu ve yorgunluk taşır yatağa bizi. Deliksiz uyku. Sabah sil baştan. Süregelen aynı koşuşturmaca. Gölgesiz bir dünyada yaşıyoruz. Odamızı, florasanlar aydınlatıyor. Özelliği, gölgeleri dahi minimuma indirmesi. Gece, sokaklarımız ışıl ışıl. İş yorgunluğundan sokakları da unutur olduk ya! Karanlık eşittir korku. Korku ise imandan bir şube. Korkuyu bilmeyen insan, hangi duygularla Allah'tan korkacak? Ve elbet sevmeyen? Vazife: Tabiatı keşif. İnsan, kendini bulmalı. Kendini bulan ise, Allah'ı. Önce parke taşlı yollarda, sonra asfalt ve betonarme gölgeler arasında kaybolduk. "Gül Yetiştiren Adam" olmak için tabiat. Kur'an'ın mesellerini anlayabilmek için tabiat...Az da olsa sürekli amel; çok ve süresiz tefekkür. Vazgeçilmez iki şiar... Öyleyse bismillah taşa, ağaca, güneşe, suya... 19. İnsanın kendini yalnız hissettiği anlar vardır. Herkesle beraberken dahi yalnızlık. Bir telefon, bir mektup ya da farklı bir duygu arayışı gelip tıkar damarları. Ne zamana kadar? Tıkanan damarlar ya açılır ya da zaman aşımına uğrar gider. Dostsa böyle zamanların dostudur... 20. "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre âmâde duran bulutları döndürmesinde, düşünen (akleden) kimseler için deliller vardır." (Bakara: 164) Tabiatın farkına varmak, onunla iletişim kurmak, ondan bilgi ve belgeler almak, Kur'an'a göre aklı kullanmaya bağlıdır. Aslında bu kural hayatın bütünü, varlık âleminde cereyan eden olayların bütünü için gerekli ve geçerlidir. İlim merakla başlar. Meraksa öğrenmektir. Meraklar soruları, sorular keşifleri doğurur. Arkasından ilim gelir. "Biz, gökyüzünü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri boş bir eğlence için yaratmadık" (Enbiyâ: 16) Bütün bilimlerin nihâî hedefi diyor, Hz.Muhammed Sıddıkî Bilimin İslâmî Temelleri'nde, nihâî hedefi, eşya ve olayların hakikatını anlamaktan ibarettir." Ne güzel ifade buyurmuş Üstad. Bu hakikatin zuhur ettiği mecra ise, kâinattır. Karın yağması, gece ve gündüz, hayvanların enteresan ve şahane dünyaları, mükemmel döngü, kâinatın merkezindeki insanoğlu, insandaki DNA'lar, ortalama 330 gr. Ağırlığındaki kalbin, her gün devamlı olarak 60.000 mil uzunluğundaki kan damarlarından kan pompalaması, ayrıca kendi enerjisini kendinin üretmesi; sinir sistemi vs... Allah'ın ayetlerine faklı bir yaklaşımda bulunan Tantavî Cevherî, Allah'ın iki kitabının bulunduğunu, bunlardan birincisinin Allah'ın kudret eliyle yapıp meydana getirdiği kâinat kitabı, ikincisinin ise semâvî kitap adı verilen kelâmî kitap olduğunu ifade etmekte. Bu her iki kitapta da insanın hak ve hakikate ulaşmasına yardımcı olan alâmet, işaret, bilgi ve belgelere "âyet" adı verildiğini ifade ediyor... Allah, insanın dikkatini kâinata vermesini, bu ayetlere kafa yormasını istiyor. Kâinattaki bu uyuma, dengeye, sisteme... "O ki, birbirleriyle uygun yedi gök yaratmıştır. O rahman olan Allah'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi çevir gözünü bak, bir kusur görebilir misin? Sonra çevir gözünü tekrar tekrar bak; o göz sana yorulmuş, zelîl ve hakîr olarak döner" (Al-i İmran: 190) Alıntı
Φ zalmehmet Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 chromakey o bahsettiğin resim doğa dır ve doğal seleksiyonu bilirmisin neden hep bir yaratıcı ararsınız , iğne deliğini yapan varsa bizi de yaratan var iyi var bizleri seviyor da neden yarattıklarına farklı davranıyor en basiti neden tüm beyinler aynı değil bazısı geri bazısı iyi çalışır, bazı yarattıklarını da doğmadan cezalandırıp sakat dünyaya getirir.... Haa dünyada sınavdayız acı ve yokluk çektiğimiz zaman cennetine alacak ha bak orda da torpil geçmiş erkeklere 40 huri ve şarap ırmakları sanırım erkek bu tanrı hemde güçlü ya "O ki, birbirleriyle uygun yedi gök yaratmıştır. O rahman olan Allah'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi çevir gözünü bak, bir kusur görebilir misin? Sonra çevir gözünü tekrar tekrar bak; o göz sana yorulmuş, zelîl ve hakîr olarak döner" (Al-i İmran: 190) Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Alah senden çok çok razı olsun mehmet kardeşim.. Yazı çok hoşuma gitti.. Bilgisayarıma kopyaladım.. Umarım diğer arkadaşlarımız da okur.. Aslında iki aydır cedelleştiğimiz konuların hepsini toplamış ve ibret için yüzümüze çarpmış.. Saygılar... Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Kuranıkerimde allah herşeyi affeder diye bir kayıt yokmu dedim. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Lena boşver.. Zalmehmedin iletisini oku yeyter bence... Orada herşey çok açık ve çok mükemmel ifade edilmiş.. O yazınının üzerine yazı yazmaktan nutanırım... Saygılar... Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Sabret oku be ya.. Hem bir kupür için 1500 kitap okudum diyorsun.. Hemde şukadarcık yazıya çok uzun diyorsun.. Okusana be abi.. Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 İlkin şu cümleyi bir çözelim isa meselesi. 5- Cenab'ı Hakka analık, babalık veya oğulluk isnad etmek. Haşa "Allah Baba" demek İsanın babası kim. Buyurun çelişkileri resmen kabul ediyorsunuz. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2005 Bu konuda hiç bir çelişki yokki kabullenelim.. İnsanı ve bütün kainatı yoktan vareden Allah.. Babasız çocuk dünyaya getirmekten aciz değildir.. Kıyamet gününde de toprak olmuş cesedimizi tekrar, toparlayıp aynı suretimizde yaratacak olan gene odur.. Lena bu inanaç meselesidir.. Yanlız şu varki; İçinde bulunduğumuz alemin fizik kurallarıyla yada görebildiğimiz, hissedebildiğimiz şeylerle, bazı şeyleri kıyaslarsak çok mantıklı bir iş yapmış sayılmayız.. Bu gayet açıktır.. Saygılar.. Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Kıral kıvırma mantık cahilliğin ta kendisidir düşünce bilimdir, iyi düşün bak ne diyor. Cenab'ı Hakka analık, babalık veya oğulluk isnad etmek. Haşa "Allah Baba" demek isanın babası kim, yapmayın. Hangisi doğru bizi muğallakta bırakmayın bari karar verin bizde öyle inanalım yoksa sizdemi .....? Alıntı
Φ zalmehmet Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Kıral kıvırma mantık cahilliğin ta kendisidir düşünce bilimdir, iyi düşün bak ne diyor. Cenab'ı Hakka analık, babalık veya oğulluk isnad etmek. Haşa "Allah Baba" demek isanın babası kim, yapmayın. Hangisi doğru bizi muğallakta bırakmayın bari karar verin bizde öyle inanalım yoksa sizdemi .....? Lena senin kabul ettiğin mantığı kabul edersek o zaman Allah hepimizin babasıdır.! Ama Allah yaratır. doğurmaz ve doğrulmaz. Ps: Kralx kardeşim sizlerden Allah razı olsun ... Gelişi güzel... 21. Hayvanların çoğunu önce ismen biliriz. Her ismin aklımızda çağrıştırdığı bir karşılığı vardır. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bunun muhasebesi ile uğraşmak şehrin insanı için pek de önemsenecek bir hadise değildir. Mesela akrebin gururlu olduğunu, ağustos böceğinin tembelliğini, tilkinin kurnazlığını başka kaynaklardan öğrenmiş ve fakat hiçbir zaman tecrübe etmemişizdir. En önemli bilgi kaynaklarımız: Masallar, Kıssalar ve Hikayeler...Beydebâ'nın Kelile ve Dimne'si, Attar'ın Kuş Dili, La Fonten'in fablları bunlardan en başta sayılması gerekenlerdendir. Hayvanlar, insanlar gibi davranır, insanlar gibi düşünür ve yaşarlar. Geyiklerin gözlerinin rengini Mecnun beyan eder. Karga ile tilkiden hangisinin daha zeki olduğunu küçük, güzel hikayelerden öğreniriz. Ağustos böceğinin zevk u sefanın ceremesini nasıl çektiğini yine aynı türden masallar anlatır bize. Aslında bu hayvan hikayelerinin hepsi de birer insan hikayesidir. Buralarda anlatılan vakalar, doğrudan doğruya insanlara ait şeylerdir. Kahramanların davranışları da insana hastır. Kah eğretileme, kah kişileştirme ve intak ile insana ait vasıfların hayvanlarda tezahürünü görürüz. Tarihimiz, hayvanların şöyle bir görünüp kaybolmasını değil bizzat aramızda yaşamasını hissettiren örneklerle doludur. Ahmet Haşim, güvercinlerin önemli mimari eserlere konduklarını, apartman tipli yeni binalara konmadıklarını yazar. Uçma tutkusu ve dolayısıyla kuşlar deyince akla ilk gelenlerden biridir Hezarfen Çelebi. Aynı tarihlerde bir başka heveslinin bir tür roket ile uçmayı başardığını, ancak geri dönmediğini yazar Reşat Ekrem Koçu. Kıssalardan taşıp gelen Düldül ve destanların samimi kahramanlarından Aşkar bir başka boyutumuzdur. Kıtmir'e bakışımız sırf köpekleri sevmemizden ötürü olmasa gerek. Peygamber Efendimizin Medine'ye teşrif ettiğinde devesinin üstlendiği rol, ilgimizi daha da kuvvetlendirir hayvanlarla. Televizyondan başka gerçek hayatta hiç görmemiş olsak da dergilere isim olarak veririz hayvanları: Gergedan gibi, Albatros gibi... Esasında edebiyatın ve edebiyatçının işi bir nevi Zaloğlu Rüstem olup Simurg ile beraber Kaf Dağı'na yol almak değil midir? 22. "Yoktur sonsuzluk yansısı Olmayan tek bir hayvan" 23. Geomansi Metodu, bina ve mabet yapımında veya mezar yeri belirlemede kişilere şans ve uğur getiren uygun yerlerin seçilmesi sanatı imiş ve sanatla uğraşanlara geomanist dendiğini yazıyor ansiklopedi maddeleri. Eski Çin'de Geomanistler bina yapımı veya mezar için güneye eğik ve doğuda yer alan bir tepe ararlarmış. Bunun, ilgili kişilere, mevsimlere ve Yin-Yang'a karşı bir üstünlük kazandıracağı düşünülürmüş. Anadolu'da, özellikle gayr-i müslimlerin yerleşim yerleri coğrafi açıdan incelendiğinde karşımıza enteresan bir manzara çıkıyor. Ceviz yetişen muhitlerde ikamet ediyorlar. Bunun bir tesadüf olduğunu kabul etmek pek yakışık almasa gerek. Ceviz, çok rüzgar almayan, ılıman ve sulu yerlerde daha çok yetişiyor. Bu özellikler, yerleşime en müsait yer anlamına gelir. Dikkat buyurunuz! Nerede ceviz varsa biliniz ki orası, yerleşim için bulunmaz bir yerdir. Havadardır; İklimi müsaittir; Ceviz yetişebiliyorsa hemen her şey rahatlıkla yetişir. Bu ecnebilerin de geomanistleri mi vardı acaba? 24. Kişinin kendini yenilemesi... Bir önceki halini beğenmeyen, eleştiren kişiler ne de güzel bir amel içerisindedir. Her şeyde olduğu gibi kendini yenilemede de bir başlangıç, bir gelişme, bir son vardır. Ancak ölümdür son bu kişiler için. Kâinat sürekli yenilemiyor mu kendini? Sürekli bir yeni güne merhaba demiyor muyuz? Ah! Ne aptalmışım diye düşünmüyor muyuz hatıralar semtimize uğrak verdikçe? Şimdiki aklım olsaydı diye başlayan cümleler kurmuyor muyuz? Ne buyuruyor lügatler tekâmül için: "Basamak basamak meydana gelen değişme, şekil değiştirme ve gelişme, kemâle erme..." Tarihin altı çizili satırlarına balın: Tarihi yazan ve yaşayan insanlar için tesadüf kelimesini yafta olarak kullanamazsınız. Kimseye sihirli bir el değmemiştir. Hepsi de kendini yenileyen ve tecessüs ırmaklarında yıkanan insanlardır. Newton'ın başına düşen elma mı tesadüftür? Oturduğu yer mi? 25. Zaman bizi ehlileştirdi. Modernizm, bir ayağımızı hep üzerine bastığımız ve bastığımız ayağımızdan hissettiğimiz “asla dönüş” ilkesini çarçur etti; yüzümüze fırlattı. Zaman, çağdaşlık nakaratları arasında suratımıza bastığı kalın yastıklar ile hayatımıza kast ederken elimizde sallanacak beyaz bayraklarla “ha çıktı, ha çıkacak” ruleti oynamayı sürdürdü. Zaman, toplu iletişim araçlarının, itiş – kakış, tıka – basa, ter ve losyon kokan, burun direklerimizin işkencelere düçar kaldığı ve fakat asla şikayeti unuttuğumuz pestilhanesinde, “dikkat” ünlemeleri, “otomatik kapı çarpar” tehditleri ile en despot ülkelerin baskıcı rejimleri ruhuna uygun soluklanmalara attı. İnsanlar; ehlileşen, modernleşen, ilkesizleşen, ilkelleşen ve ikizleşen zaman içerisinde kendi neslinden olanlara küs, kendi varlığından olanlara düşman, aynadaki eli bıçaklı, saçları dağınık, ağzı köpük dolu çürük kokan adamın, sokak lambalarının gölgeleri altında, bıçağı boynuna dayayıp işi bitireceğini ve mutlu sonlanacağını umuyorlar çizgili filmlerin... 26. Bir hatırlama ve hatırlatma: “Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” Konfüçyüs 27. Yaşadıklarımızdan bir sonuç çıkartamıyoruz. Dostluklarımız asılsız; düşmanlıklarımız yapmacık. Yaşananlardan tecrit edilmiş bir ruh dünyamız var ve onun kalın parmaklıkları gerisinde ütopik denklemlerimiz dahi yok. Ufuk âmâ, rüyâ âmâ, realite âmâ. Etrafımızda dönüp duran hadiselere, üzerimize yürüyen, bizi boğmaya azmetmiş saldırganlara, yangına, felakete bîgane, lâkayt ve boş vermiş şekilde münazarayız. Televizyon ekranları her şeyi, yani kutsal, yani mukaddes, yani değerli ve önünde ceket iliklemeyi gerektirecek ne varsa; hepsini tedavülden kaldırdı. Yani biz, aslı olmayan insanlarız. Evlerimiz ve ahvalimiz Ankebût Suresinde verilmiş. Biz yani kendini sokan akrepleriz. Düşmanlarımız işini kolaylaştıracak kadar gardımız düşük, halimiz perişan... 28. Yani bizler,dünya coğrafyasındaki nev’i şahsına münhasır Türkler, bir damladan fırtınalar koparmayı; bir ummandan habersiz yaşamayı yeğleyerek attığımız adımların, geçtiğimiz güzergâhların, billurlaşıp ağzımızdan taşan kelamların ne idiğini ve nasılını umursamadan yaşamaktayız. Sistemle barışık yaşayarak sistemin çarklarına teslim eylemişiz kendimizi. Sorunlarımız edinmişiz sistemin sorunlarını. Bize karşı kurulmuş bütün tuzaklar. Bütün imha planlarının ucundan, kıyısından tutarak sonumuzu hızlandırmışız. Şikayet merciimiz dahi sistemse, kime ne demek düşer? 29. Köpeğin önce kulaklarını kestiler. Hayvan, kan – revan içinde kalan kulaklarını bir yere dokunur dokunmaz inlemeye başladı. Kulakları iyileşmeden daha kuyruğunu kestiler. Boynuna birkaç metrelik zincir ve tasma. Akıllarına geldikçe yemek artıklarını verdiler. Yağmur yağdıkça doldu su kabı. Köpek, ilk gün gibi, sahiplerini gördükçe kuyruk sallıyor; yabancılara havlıyor. Köpekliğini yapıyor...Köpekliğine yaşıyor... 30. Aynalarla konuşmuyor, konuşamıyoruz. Belki hakikatten korkuyoruz. Çünkü hakikat kışın sırtıdır. Olduğu gibi gelir; bildiği gibi yapar; geldiği gibi gider. Bütün yüzler bir ayna mıdır? Ensemizden, yüreğimizin derinliklerine kadar yansıtan bir ayna? bakmasını bilen için! Sükut geçtiğimiz bir demde öfkeden kızaran, kabaran, taşan bir insanın yüzü, bizim öfkeli halimizin zaman ve mekan karışımı. Öfke gelir göz kararır; öfke gider yüz kızarır vecizesini en öfkeli anımızda hatırlayabilsek bazı şeyler bizim için temiz, berrak olacak. Ama nafile. Fıtrattan getirdiğimiz bir çok özelliğimizi kaldırıp atabilmemiz, onları değiştirebilmemiz mümkün değil. Adına "bu benim huyum, ne yapayım?" diye yakıştırmalarda bulunduğumuz hasletlerimiz için yine atalar denecek olanı demişler: Can çıkmadan huy çıkmaz. Veya: Huyu ancak teneşir temizler. Bizden istenen huylarımızı, yaratılıştan hazır donanım olarak getirdiğimiz karakterimizi, davranış biçimimizi değiştirmemiz, yani biz olmaktan soyutlanıp belki melek olmamız değil. Biz bunlarla varız ve bir çoğunu da kalıtım yoluyla nesillerimize aktaracağız. Ama huylarımızla yaşamayı öğrenmek mecburiyetindeyiz. Öfkemizi her sıradan hadisede öne çıkartmamayı, can tezliğimizi olur olmaz yerlerde patlatmamayı, sadakatimizi sadıklarla hemhal etmeyi ve bîvefalara her defasında ısırılmamayı... öğrenmeliyiz. Akıl ve basiretten yoksun Allah düşmanlarına da sevecen ve mülayim davranacağımızı kim söylüyor? Aynaları kabullenmek zorundayız. Ne gösterirse ayna gördüğünü gösterir. Toplumdaki insanlar da birer aynadır. Onların bize batan davranışları belki başka zaman ve mekanlarda bizzat bizim davranışlarımız olabilir. Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Lena senin kabul ettiğin mantığı kabul edersek o zaman Allah hepimizin babasıdır.! Ama Allah yaratır. doğurmaz ve doğrulmaz. Bu benim mantığım değilki, siz böyle yazmışınız bende soruyorum Cenab'ı Hakka analık, babalık veya oğulluk isnad etmek. Haşa "Allah Baba" demek Bütün hırıstiyan ağlemi isa yı allahın oğlu olarak kabul eder. Alıntı
Φ zalmehmet Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Lena senin kabul ettiğin mantığı kabul edersek o zaman Allah hepimizin babasıdır.! Ama Allah yaratır. doğurmaz ve doğrulmaz. Bu benim mantığım değilki, siz böyle yazmışınız bende soruyorum Cenab'ı Hakka analık, babalık veya oğulluk isnad etmek. Haşa "Allah Baba" demek Bütün hırıstiyan ağlemi isa yı allahın oğlu olarak kabul eder. Biz Müslümanız elhamdülillah ve bizim dinimizde böyle bir şey yer almamaktadır! Hristiyanlık ise saptırılmış hak dinlerden birisidir! geçerliliği yoktur dolayısıyla bunu tartışmamız saçma... Hz. Musa'ya Allah Teâlâ tarafından kırk gecelik bir vade verilmiş, bu arada Yahudiler buzağıyı tanrı edinmişlerdi. İsrailoğulları Hz. Musa'ya ve Allah Teâlâ'ya verdikleri sözlerden dönünce Hz. Musa'ya şöyle vahyedildi.: " Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacakları kırk yıl orası onlara yasaktır. Sen yoldan çıkmış millet için tasalanma." Bu emir üzerine israiloğulları kırk yıl çölde kaldılar. Ahkaf Suresi 15. ayette, kırk yaşın olgunluk belirtisi olduğuna işaret edilmektedir. Hz. Peygamber kırk yaşında peygamberlikle görevlendirilmiştir. Müslümanların sayısı kırka ulaşınca açıkça ibadet etmeye başlamışlardı. Zekat oranı 40'ta 1'dir. Lohusalık müddeti de kırktır. Aşık sürer safa ile didar sohbetin Sûfî bucakta cennet umar erbaîn ile. - Şeyhî - Mehdi kırk yaşında zuhur edecek, yeryüzünde kırk sene kalacak. Kıyamete yakın bir zamanda duman (duhan) yeryüzünü kırk gün kaplayacak. Kıyametin insanlara salacağı dehşet kırk yıl sürecek. Herhangi bir şeyin çok sayıda olduğunu ifade etmek için eski kavilerden beri kullanılan, dini ve efsanevi unsurların katılmasıyla bazı ıstılahi manalar da kazanan sayılardan birisi olan kırkla ilgili ayetlerden, hadislerden, tasavvuftan, edebiyattan... o kadar örnekler bulunabilir ki şaşmamak elde değil. Kırklara mı karışmak gerekir bunu anlamak için? Alıntı
Φ zalmehmet Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 ATESIN EFENDISI BÜYÜK SAMAN FELSEFESININ ÖZÜ. HAYAM DA BU ISIN PIRI? AMA INANMAK ISTEYEN HER INSAN, EGER BIR SEYLERIN ETKISINDE KALMAZ ISE BU FELSEFEYI HER TÜRLÜ TANRI INANCINA REVIZE EDEREK TASLARI YERINE KOYABILIR. ISALMIYETTE BÖYLE SEÖYLEMLER OLMAZ, AMA ISTERSENIZ YAKISTIRABILIRSINIZ??? SAYGILAR "Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler, Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim." HAYYAM oku lütfen... Bir Yirmi dört yil önce mahkemede Marksist oldugumu haykirmistim. Ümitsizlikten dogan bir isyandi bu, bir nevi meydan okuyus, yalnizlik içinde bir sey olmak ihtiyaci. Yillari zilletler içinde geçen, kah Türk, kah sehirli oldugu için horlanan göçmen çocugu bir yere tutunmak, bir camiaya baglanmak istiyordu. Sinifi yoktu. Dünyada baska milletler oldugunu dahi bilmiyordu. Ama kucaginda yasadigi topluma yabanciydi. O, sehirden gelmisti. Konusmasi da, giyinmesi de farkliydi. Yalniz yasadi, bir cüzzamli gibi. Oynamadi, çocuk olmadi, içine ve kitaplara kapandi. Sonra lise yillari.. yine yalniz, yine yabanci. Açlik; midenin, etin ve ruhun açligi. Hayalindeki dünyalar birer birer yikildi. Önce, öbür dünya. Bu haksizliklar gayyasi suurlu bir Tanri'nin eseri olamazdi. lmandan süpheye, süpheden inkara, inkardan maddecilige geçis: Büchner, Ebul ala, Hayyam. Ama suurundaki bu devrim onu çevresinden bir kat daha kopariyordu. Küstah, tedirgin ve yalniz. Sonra yeni bir arayis, yeni bir bütünlesme ümidi: Türkçülük. Yutar gibi okudugu kitaplar: Yusuf Akçora, Türk Yurdu Koleksiyonlari, Türk Yilligi, Riza Nur'un Tarih'i. Mektep idaresi ile anlasmazlik. Mubassirdan yedigi tokat. Bu defa sehirli oldugu için degil, Türk oldugu için, sömürgecilige karsi oldugu için hirpalanis. Tarik Mümtaz'in gazetesinde "Firsat Yoksulu" takma adiyla siirler. Beyrut'ta çikan Yildiz ve Türk düsmanlarina savas ilani. Binbir ümitle kosulan lstanbul. Gerçegin soguk çehresi. Ve kabusa dönen sovenizm rüyasi. Nazim'la tanisma, Kerim Sadi. SefaIet. Ve kahkari bir hezimete benzeyen dönüs. Iskenderun sancagi. Ve alisilmamis bir hürriyet havasi. Putlari kirilan göçmen çocugu yeni bir put bulmustur: sosyalizm. Tercüme kaleminde reis muavinligi. Ve istemeyerek kabul edilen nahiye müdürlügü. Sonra degisen dünya. Telefonla isine son verilis. Köy ögretmenligi. Ve bir nisan sabahi evinin aranisi. Nezaret, hapishane. Marksistim dedigi zaman tek isçinin elini sikmis degildi. Sadece namuslu olmak, korktugu için sustu dedirtmemek istiyordu. Zaten yasanmaz bir dünyada idi artik. Cinsi buhran, ruhi buhran. En küçük bir pirilti yoktu hayatinda. Bir siginakti Marksizm, bir kaçisti, bir yasama gerekçesiydi. Belki de inaniyordu Marksizme. Eziliyordu ve ezilenlerin yanindaydi. Ama kimdi bu ezilenler? Bilmiyordu. Kitaplardan tanimisti sosyalizmi. Ne kadar anlamisti? Anlayabilir miydi? Sinif kavgasi yoktu Hatay'da. Çünkü sinif suuru yoktu. Marksizm, gerçekten meçhul'e, yani rüyaya kaçisti. Insanlari seviyordu. Ama sigindigi her kale insanlardan biraz daha uzaklastiriyordu onu. Beraat etti. Ne var ki bütün dostlari, bütün tanidiklari selami sabahi kestiler. Yirmi yil pesini birakmadi polis. Yirmi yil bir Jan Valjan hayati. Her hangi bir Bati ülkesinde büyük bir fikir adami, bir teorisyen olabilirdi. Ezdiler... Acaba ezilen daha kaç kisi? Her aydinligi yangin sanip söndürmege kosan zavalli insanlarim: Karanliga o kadar alismissiniz ki yildizlar bile rahatsiz ediyor sizi! Düsüncenin kuduz köpek gibi kovaIandigi bu üIkede, düsünce adami nasil çikar? Önce cografi kaderle savas. Cetlerinin topragindan kopus. Dimetoka'dan Reyhaniye'ye. Dilleri, gelenekIeri, zevkIeri ayri bir topIuIuk. Sonra içtimai kader. IsIemedigi bir günahin çilesini çekmege mahkum edilis. Nihayet felaketlerin en büyügü: karanlikIara çivilenis. Zavalli dostum! Büyüklere yaIniz aciIarinIa mi benzeyeceksin? Düsünce dikenli bir taç. Isa'dan Gandi'ye kadar Tanri'ya nisbeti oIan her uIu, Tanri'Iarin hismina ugradi. Tanri'ya nisbeti oImadan Tanri'Iarin hismina ugramak, hazin. 19.8.1973 Iki 60'Iara kadar tecessüsIerimin yöneIdigi kutup: Avrupa. Cografyamda Asya yok. YaIniz dilimIe Türk'üm. IstanbuI'da çikan ilk yazim Heine. Sairi çok mu seviyordum? Yoo.. Tanimiyordum ki. Fransiz soIu, HitIer AImanyasi'nin adini anmadigi Yahudi yazari gökIere çikariyordu. Heine ne kadar aIakadar ederdi bizi? Silezyali dokumaciIardan bize neydi? Sonra BaIzac.. Türk irfani 30'lara kadar Insanligin Komedyasi'ndan habersiz yasamis. Hangi insanligin? Kültürumüze ükazandirmak istedigim BaIzac bir yabanciydi. Ön yargiIariyIa, inançIariyIa, kahramanIariyIa yabanci. Sonra Hugo: Asirlarin Efsanesi, Hernani, Marion Delorme. Yarim kaImis bir Kiral Egleniyor. Ve basIanip birakiIan bir Sefiller çevirisi. Ayin Bibliyografya'sinda bir yiI kadar yazdim. Konu: tercüme tenkitleri. Oradan "Yücel"e geçis. Tanrikut'un Gün dergisi: Edebiyat Tarihinde Dejenereler, Lucretius. Ver haeren'den manzum bir tercüme: Emek. Amaç, Yirminci Asir, v.s. Fransizca'dan Türkçe'ye bir Iügat hazirlamak istemistim. A harfinin basIarinda kaIdi. Emile'in dörtte birini kazandirdim Türkçe'ye. Dilini ögrenerek içinde eridigim Fransiz kültürünü Türkiye'ye tasimak istiyordum. Babiali boyuna tercüme istiyordu. Ama çevrilmesi teklif edilen kitaplar hiçbir sanat, hiçbir düsünce degeri tasimiyordu. O dönemlerde söhret ve haysiyet bir baskasi olmaktan ibaretti. Hem de kendimizden çok daha sig, çok daha tatsiz bir baskasi. Arz-i mevudun altin meyveleri alicisiz kaliyordu. Hint, benim için Asya'nin kesfi oldu. Avrupa'dan görünen Asya, Avrupalinin gözü ile Asya. Ama nihayet Asya. Bu yeni dünyada da kilavuzlanm Avrupaliydi demek istiyorum. Ilk hocam: Romain Rolland. Ama büyü bozulmustu. Anlamistim ki tarihte baska Avrupa'lar da var. Çagdas düsünceyi kaynaginda yakalamak için on dokuzuncu asir Avrupasina döndüm. Bu yolculugun ilk meyveleri: Saint-Simon'la Proudhon. Hint'e kadar dünyam birkaç düzine benden ibaretti. Bitkaç düzine yanki. Cografyamda tek kita vardi, kafamda tek yarimküre. Irfanima katilan yeni bir dünya idi Hint. Ama sonunda Hint de bir kaçis, bir arayisti. Konya yolculuklarimda ilk defa olarak baskasi ile temas ettim. Baskasi, yani, kendi insanim. Kaderin karsima çikardigi genç üniversiteli "sen bizden degilsin" dedi. "Sen bizden degilsin"! Evet, ben onlardan degilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarinda uyaniyordum. Demek bosuna çile çekmis, bosuna yorulmustum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. Tanzimattan bu yana Türk aydininin alin yazisi iki kelimede dügümleniyordu: aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu baskalari hazirlamisti. Biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanin kurbani olmuslardi. Ama bu ütopya sonuna kadar yasanmadikça, gerçegi görebilir miydik? Kalabalik, kayaya yapisan bir midye suursuzlugu ile geleneklerine sarilmis, cebin ve uyusuk. Arada bir uyanir gibi oluyor. Sonra tekrar daliyor derin uykusuna. Avrupa'yi tanimamak, gaflet. Avrupa'yi taniyan, ülkesinden kopuyor. Bu lanet çemberinden nasil kurtulacagiz? Gerçegi görmek hatayi sonuna kadar yasamakla mümkün. Yigin Avrupalilasirken, aydinlar Türklesmeli. Ve çalismaga basladim. Spinoza kirk dört yasinda ölmüs. Nietzsche kirk dört yasinda delirmis. Ben yolumu kirk dört yasindan sonra buldum. Son Yaprak Kimi basinda taçla dogar, kimi elinde kiliçla.. Ben kalemle dogmusum. Insanlar kiyiciydilar, kitaplara kaçtim. Kelimelerle munislestirmek istedim düsman bir dünyayi. Siirle basladim edebiyata, civildiyan bir kus kadar rahattim yazarken, kulaklarimda bir ses ugulduyordu, etrafimdakilerin duymadigi bir ses. Ve defterler kendiliginden doluyordu. Sonra ilmin, ilhami dizginleyen sert disiplini.. histen ve hissiden utanis. Nazimdan nesre, öznelden nesnele adayis. 940'lardaki yazilarimin ayirici vasfi, ukalalik. Bati irfanini ülke ülke, devir devir kesfe çikan genç bir tecessüs. Ilk kitabim 1942'de dogdu. Yetmis bes sayfalik bir arastirma: Balzac. Ve yüz sayfalik bir tercüme: Altin Gözlü Kiz. Sonra Ferragus, Duchesse de Langeais (kitapçida kayboldu). Otuzundaki Kadin. Balikçi Kiz (kitapçida kayboldu). Kibar Fahiselerin Ihtisam ve Sefaleti. Fransiz ve Ingiliz edebiyatini Balzac'la beraber dolastim. Balzac'i tanimasam romanci olmak isterdim. Yillarca Insanligin Komedyasi'yla ugrastiktan sonra roman yazmaga kalkismak küstahlik olurdu. Düsünce hayatima yön veren öteki ustalar: Rousseau ile Ibn Haldun. Rousseau'dan Nietzsche'ye, Nietzsche'den Hegel'e ve sakirderine geçis. Ibn Haldun, Islam dünyasindaki kilavuzum. Tiyatronun yabancisiydim. Üzerinde rahatça kalem oynatacagim tek saha kaliyordu: deneme. Denemenin belli bir muhtevasi yok. Her edebi nevi kucaklayacak kadar genis, rahat ve seyyal. Kaliplasmamis oldugu için çekici. Iki handikapi var: Mazimize uzanmiyor, çagrisimlari sevimsiz. Hint Edebiyati, Saint-Simon, Bu Ülke veya Umrandan Uygarliga ayni kaynaktan fiskirdilar. Hint Edebiyati'nin "bilimsel" ve alisilmis edebiyat tarihi ile ilgisi adindan ibaret. Kitapta yasayan, düsünen, konusan: yazarin kendisi. Saint-Simon'da konu bir fikir adaminin karanlik ve muhtesem macerasi. Bir fikir adaminin, daha dogrusu bir fikrin. Ama konusan ve düsünen yine yazarin kendisi. llim: iskelet. Monografi, tenkit, edebiyat tarihi.. imzami tasiyan her yazida ben yasiyorum. Bütün bu neviler kendimi anlatmak için bir vesile. Bir Balzac'in, bir Ibn Haldun'un, bir Makyavel'in arkasina gizleniyorum, kendimi yasiyorum onlarda.. kendi öfkelerimi, kendi ümitlerimi, kendi ümitsizliklerimi. Isledigim türe insani getirdim, yarali bir çagin insanini. Bir çagin vicdani olmak isterdim, bir çagin, daha dogrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kirmak, yalanlari yok etmek, Türk insanini Türk insanindan ayiran bütün duvarlari yikmak isterdim. Muhtesem bir maziyi, daha muhtesem bir istikbale baglayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü. Sanat düsüncenin, düsünce mukaddeslerin emrinde olmali. Hakikat, mukaddeslerin mukaddesi.. Hakikat ve sevgi. Hafizasini kaybeden bu zavalli nesilleri biz mahvettik, bu cinayet hepimizin eseri, hepimizin yani aydinlarin. Uslupta ilk ceddim: Sinan Pasa. Sonra Nazif, Cenap ve Hasim. Amacim: Yazari okuyucudan ayiran bütün engelleri yikmak, sesimi bütün hiziplere duyurmak. Suurun, tarihin, ilmin sesini. Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insaninin uyusan suuruna bir alev mizrak gibi saplansin. Sanatla düsünceyi kaynastiran Israfil'in suru kadar heybetli bir dil. Türk Islam medeniyeti ahlaka, feragate dayanan bir medeniyet. Gerçeklestirdigi degerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum. Korumak istedigim saheser: insanin kendisi. Tarihine vecitle egildigim bu büyük, bu gerçek, bu mert insani Osmanli yaratmis ve yasatmis. Kendini tanimak irfanin ilk merhalesi. Düsünenin görevi insanindan kopan, tarihini unutan ve yolunu sasiran aydinlari irsada çalismak: Kizmadan, usanmadan irsat. Gerçek sanat ayirmaz, birlestirir. Arkamda kilometre taslari ve yaprak yaprak dökülen rüyalar. Yeni bir kitabi bitirmek üzereyim: Magaradakiler. Eflatun'un magarasi bu. Içinde bizler variz. Besir Fuat'lar, Ali Suavi'ler, Hilmi Ziya'lar... Türk aydininin yüz yillik drami. Sonra da genel olarak Bati aydini ve Rus intelijansiyasi... Hayallerimin kaçta kaçini gerçeklestirebildim, bilemem ki. (Magaradakiler) Alıntı
Φ tarlabaşı Gönderi tarihi: 13 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 13 Ocak , 2006 Aslinda yukaridaki anlatimda Budha´nin büyük felsefesi yatiyor. Anlasilmasi biraz zor da görünse, ironik bir mesaj vermistir. son derece düsündürücü, güzel ve anlamli bir cevaptir. Nedenine gelince, Budha´nin kendisi yasami boyunca asla hic bir tanri kavramina inanmayan, insan merkezli gercek bir ateisttir. Bunu ön sart olarak bilmek gerekir ki, aksi halde vermek istedigi mesaj dogal olarak anlasilmaz. Budha´yi, ögretisiyle birlikte yok olmamasi icin, ve diger dinlerin etkisiyle bozulmamak icin yüz yillardir onu sevenler, müritleri, yani o´nu sevenler tarafindan dine cevrilmis, Budizm adi almistir. Bu sürec yüz yillar almistir. Tanri var midir diye soruluyor. Dikkat edersek; Budha, olmayan bir seye yok deseydi, ayni zamanda varligini kabul ettigi tanriya, yok diyecekti. Mesaj bu ironide gizli. Bilmiyorum diyerek en azindan diger tek tanrili insanlarin gözünde inkarci duruma düsmemek istemedigi, bunun da altinda yatan gercek; tüm insanligi sevdigi icin BILMIYORUM demistir. Bu cevap, degerine deger kattigi gibi, ayni zamanda Budha´nin büyüklügü hakkinda fazlasiyla isik tutuyor saniyorum. sevgiler merhaba ben küçük bişey sormak istiyorum burda yazdığınız varlığını kabul ettiği tanrıya yok diyecekti cümlesi bana biraz zorlama gibi geldi kabul edilen birşeyi reddetmek mümkün değildir aynı anda,reddedilen bir şeyin ise kabulü mümkün değildir gibi geldi bana ve bence biraz fazla ironi aramışsınız bu cümlede gayet basit ve anlaşıldığı gibi olduğunu düşünüyorum ben yani, tanrıya yok diyip varlığını kabul edenlerin gözünde inkarcı duruma düşmek istememesi bence yeterli bir cevap ve arkasında eklediğin gibi bi gerçeklik göremedim ama şöyle olabilir sanırım,tanrıya yok deseydi insanların varlığını kabul ettiği tanrıya yok diecekti yani kendisinin kabul etmesi sözkonusu değil gibi geliyo,başta söylediğim gibi.son olarak alakasız birşey ama eklemek istedim inancın ve inançsızlığın ne kadar yanyana duruyorlar gibi görünsede birlikte tartışılamıyacağına katılıyorum ve şunu söylemek istiyorum, tanrı kendisinin gönderdiği kabul edilen kitaplarda bilimin güvenilmesi ve itimat edilmesi gereken birşey olduğunu söylüyor ama kendi varlığı hiçbir bilimsel kurala uymuyor bırakın kurala uymayı bilimsel olarak asla kabul göremeyecek kadar aykırı, hakkında bilimsel olan en ufak kanıt bulunamıyor ve bence tanrının (yani işi kolaylaitırmak için insanların olduğunu kabul ettiği şekliyle kabul edip bu tezi çürütmeye çalışırsak) yaptığı en büyük hatalardan biri budur. ama özü inanç olan bir şeyin kanıtlanabilir olması zaten saçma olur kanıtlanması dalillere bağlıdır ve inanılan şeye, hakkında hiçbir delil olmadığı için inanılır bu anlamda tanrının bilimsel olarak kanıtlanabilir olması özünde var olan inanca aykırı olur. bu durumda ya tanrı bilimsel bir gerçeğe dayanır yada inanca ve bu kadar güçlü bu kadar hükmedici ve korku barındıran birşeyin kanıtlanması önlenebilmesi içinde önemli bir adım olurdu ,buna şunuda eklemeliyimki eğer kanıtlanabilseydi çok çabuk tükenecekti ve hedeflediği etkiye ulaşamayacaktı bu açıdan tanrı kavramı tasarlanırken tamamen inanca dayandırılmıştır ve mantıkla açıklanabilecek en ufak yanı yoktur, çünki birşeyin ya mantıkla açıklanması beklenir yada inanılır ikisi birarada olursa kendi yokluğunu kanıtlamış olur.ama tanrı bilimi kabul etmek zorundadır çünki bilim kanıtlarla konuşur ve aksi iddia edilemez.evet bilimdede bazı inançlar vardır ve bunlara teori denir ama teoriler kurallara dayanırlar Alıntı
Φ tarlabaşı Gönderi tarihi: 13 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 13 Ocak , 2006 Allah düşmanlarına da sevecen ve mülayim davranacağımızı kim söylüyor? şu cümleye bakınki okurken neredeyse gülümseyerek huzur içinde okuduğum yazının sonuna sanki bu yazıyı yazanın bir düşmanı tarafından iliştirilmiş gibi.Şunu söyliyeyimki bu dünyada çok sayıda insan güzel ve doğru şeyler yazmıştır insanın doğru ve güzel şeyleri kimseden öğrenmeden kendisininde bulması mümkündür kim neyi doğru kabul edeceğini kendi bilir ne varki doğru ve güzel konuşanlar kendi hadlerini bilmemekte ısrar etmekteler, hiçkimse bi başkasına ait değildir ve onun boyunduruğu altınada giremez ama insanların doğası yani zekası gereği bu dünyadaki herkesin eşit haklara sahip olduğunu bilmesi gerekir bu bilgi ki bilinmemesi insanın söylediği her doğru sözü yakıp yıkar işe yaramaz hale getirir,bir söyleyebileceği en güzel söz "bir insanın payına düşen elma dünyadaki elmaların sayısı insanlaın sayısına bölündüğünde çıkan sayı kadardır" olmalıdır bunu söyleyemeyen bir insanın hiçbir söylediği bir elma kadar değerli değildir ki dünyada bir elma varsa size onu milyarlara bölmek düşer eğer bunu yapamıyorsanız açlıktan ölen her öecuğun ölümünde payınız var demektir Alıntı
Φ caucasus Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 ALLAH varmıdır..?nedir?nasıldır?varsa kanıt...yaklaşık 110 yıldır ortaya sırf kafa karıştırmak için atılan ve sadece darwin(yahudidir)teorisine..dikkat teori..inanmak isteyenlerin inançsızlık sistemi.. ara form nerede..? geçiş süreci neden durdu..? tek hücre-balık-kavak-primat-insan..açıklanmadı-belgelerle-..? cewap verin darwinist olayım... lakin,şu an mewcut dinlerin tamamının kutsal kabul ettiği kitaplarda sadece tek yaradılıştan söz ediliyor.. bunu oku..!! Hıristiyan inanışına olan bağlılığını yitirdiğini itiraf eden ve bir agnostik (bilinemezci) olduğunu açıkça belirten Charles Darwin gibi biri sizce nereye gömülür? Darwin 19 Nisan 1882'de öldüğünde, ailesi onu bölgedeki bir kilise avlusuna, çocuklarının mezarlarının yanına gömmeyi düşünüyordu. Ne var ki, aynı düşünceyi paylaşmayan bazıları çarçabuk harekete geçerek, önde gelen bilim insanları ve hükümet üyelerini ikna çalışmasına girişti. Amaçları, bu kişileri biraraya getirip İngiltere'nin ünlü kilisesi Westminster Abbey'nin baş rahibinden Darwin'in buraya gömülmesini rica etmelerini sağlamaktı. Baş Rahip George Granville Bradley, “gerekli onayın canı gönülden verileceği”ni bildirdi. Böylece, agnostik olan Darwin 26 Nisan günü öğleden sonra Westminster Abbey'ye gömüldü. Tabutunu taşıyanlar arasında eski dostu botanikçi Joseph Hooker, yazılarıyla Darwin'i kendi kuramını yayımlamaya yönelten genç doğabilimci Alfred Russel Wallace ve ABD'nin İngiltere büyükelçisi James Russell Lowell da vardı. Darwin bu kilisenin “Bilginler Köşesi” olarak bilinen bölümünde, Sir Isaac Newton'un gömülü olduğu yerin birkaç metre ötesinde ve astronom Sir John Herschel'in yanı başında yatıyor. Darwin, yeryüzündeki canlı türlerinin değişimini betimlemek için “gizemlerin gizemi” tanımlamasını ortaya atan büyük filozof Herschel'e, Türlerin Kökeni kitabının girişinde göndermede bulunmuştu. —Patricia Kellogg bu kanıt olabilirmi..?ewet Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 Hûd Suresi, ayet 7: "O, arşı su üzerinde iken gökleri ve yeri 6 günde yaratandır Alıntı
Φ caucasus Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 Hûd Suresi, ayet 7: "O, arşı su üzerinde iken gökleri ve yeri 6 günde yaratandır e iyide,bunlar zaten ayetlere ve kurana``SAFSATA``diyorlar bu ilk çağlardaki(cahil)türklerin yaradılış destanı Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi : Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş Su içinde yaşayan Ak Ana,su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi : Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren : De ki hep," yaptım oldu " başka bir şey söyleme. Hele yaratır iken,"yaptım olmadı" deme. Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmedi . insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı : " Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz." Tanrı Ülgen yere bakarak : " Yaratılsın yer!" Göğe bakarak "Yaratılsın Gök!" Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şire'ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü" insanoğlu bu olsun, insana olsun baba." dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana "Erlik" adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi. Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik'in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi.Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere'yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı. ------------------------------ buda apache destanı Baslangiçta hiç bir şeyin varolmadığı zamanda--- Her yer bo?suktu hiçbirsey yoktu -Toprak ,gökyüzü ,günes ,ay hiçbirsey yoktu ,yalnızca karanlık vadı heryerde. Birdenbire karanlıkların içinden yuvarlak bir cisim belirdi, birtarafı satı digertarafı beyaz Karanlığın ortasıda asılı gibi görünüyordu.bu cisimin içinde kücük sakallı bir adam oturmuştu, Yaratıcı,birşeyin üzerinde uzun süren bir uykudan uyanmış gibiydi her iki eliyle birden gözlerini ovaladı. Sonsuz karanlığın içine baktığında ,ışığı gördü.aşagı doğru baktığında ışık denizi oluşmuştu. doğuda şafaktan sarı bir yol yarattı . batıda ,heryerde birçok renk ve tonları oluştu. Orada bircok rek bulutlar olustu. Yaratıcı terli yüzünü sildi ve ellerini birbirine ovusturdu ve onları aşağıya doğru uzattı. Farkına vardı ki! Parlayan bulutun üzerinde küçük bir kız oturuyordu. “Ayağa kalk ve bana nereye gittiğini söyle?” diye sordu Yaratıcı. Fakat kız ona cevap vermedi. O yine gözerini ovaladı ve sağ elini kıza uzattı . “ Nereden geliyorsun?” diye sordu kız onun elini yakalayarak. “ Doğudan ,ışığın olduğu yerden ” diyerek cavaplayıp onun bulutuna adımını attı. “ Dünya nerede?” diye sordu kız. “ Gökyüzü nerede? “ diye sordu adam ve soğukkanlı bir şekilde “ Düsünüyorum, düsünüyorum , düsünüyorum simdi ne yaratabilirim” dört kez söyledi sihirli kelimeyi . Yaratıcı yüzünü temizledi ve ellerini oğuşturdu yeniden ve genişce açtı kollarını .onlardan önce ayağa dikildi Güneş Tanrısı . yaratıcı sildi terli alnını ve ellerinden,avuçlarının arasından küçük bir cocuk düstü. Her dört tanrıda otudular küçük bulutun üzerinde. “ simdi sıradaki yaratacağımız şey ne olabilir ? “ diye sordu Yaratıcı. “ Bu bulut dördümüzün yasaması için cok küçük” Sonra Tarantulayı ,Büyük dalıcıyı,simşek yapıcıyı,ve Işıltılı Gürültüyü ve batı bulutunu yarattı. Yaratıcı konuştu “ simdide Dünya’yı yaratalım ,Düşünüyorum dünyayı ,dünya,dünya ,düşünüyorum dünya’yı “ diyerek dört kez tekrarladı sihirli kelimeyi . Dördü birden ellerini salladılar terleri birbirine karıştı ve Yaratıcı avuç içilerini ovuşturdu. Ve birden fasulyeden büyük olmayan küçük kahverengi bir top olu olusurdu. Yaratıcı oluşturduğu topa vurdu ve top biraz büyüdü, kücük kız vurdu biraz daha genişledi ve büyüdü.Güneş-tanrı ve küçük-cocuk alıp daha da sert vurdular ve top dahada büyüdü. Yaratıcı topun içine girip esmelerini söyledi rüzgarlara. Tarantula siyah ağını ördü ve ve onu iliştirdi büyümüş topa,ve hızlıca doğuya doğru süründü ve kahverengi ipi olanca gücüyle cekti. Ve aynı işlemi mavi iple güneye,sarı iple batıya ,ve beyaz iplede kuzeye doğru tekrarladı. Kahverengi top ölcülemez biçimde büyüdü ve genişledi ve dünya oluştu ! Tepeler ,daglar ve nehirler yoktu; yalnızca düzlük agaçsız kahverengi bir görüntüsü vardı. Yaratıcı gögsünü gerdi parmaklarını ovaladı ve Sinek kusunu ortaya çıkardı. “Kuzeye, güneye,doğuya ve batıya uç ve bize neler gördüğünü söyle” dedi Yaratıcı. “Hersey iyi” oldu, Sinek kuşunun dönüşündeki raporu.” Batı kıyısındaki su ile beraber dünya inanılmaz güzel” Fakat dünya saga sola yukarı aşağı danseder gibi haraket etmekteydi, bunun üzerine Yaratıcı dört adet - sarı ,yeşil,siyah ve bayaz- dev boyutta direk yaptı ve dünyayaı onların üzerine yerleştirdi.onların bulunduğu yer dünyanın en önemli noktalarıydı ve rüzgar taşıyordu onları.Dünya simdi oturmustu. Y aratıcının şarkısı “ dünya şimdi oldu ve şimdi oturdu yerine” nı dört kez tekrarladı. Sonra başladı gökyüzü şarkısına hiçbişey yaşamıyordu,fakat birşey olmalı diye düşündü ,dört kez tekrarlanan şarkısından sonra ,28 kişi ortaya çıktı gökyünü yaratmaya yardım etmek için dünyanın üzerinde.Yaratıcı ilahiler söyledi dünyanın ve gökyüzünün bu şefleri hakkında. Işık yapıcıyı dünyayı cevrelemesi,daire içine alması için gönderdi, o döndüğünde yanında üç tane kaba saba yaratık vardı.iki kız ve bir erkek cocuğu bulmuştu turkuaz bir deniz kabuğunun içinde. Gözleri,kulakları,burunları saçları yoktu,yalnızca kol ve bacakları vardı fakat parmakları yoktu. Güneş tanrısı onları tekrar pismeleri (olgunlaşmaları) için fırına gibi biryere gönderdi.Yetim kız üzerlerini dört ağır bulutla örttü.batı giriSine kırmızı kutsal buluttan bir battaniye yerleştirildi. Fırının içinde dört taş ısıtıldı.Üç şekilsiz yaratıkta içerideydi.Diğerileride dışarıda iyileşmeleri için şarkı söylüyorlardı ve bu pişirme işlemi bitene dek sürdü.Sihirli kırmızı buluttan battaniyenin üzerindeki üç yabancı dışarıya cıktılar. Yaratıcı onlara parmak,burun ,göz,kulak,ağız,saç verdi Yaratıcı oğlana gökyüzü-cocuk ismini verdi ve onu gökyüzü insanlarının şefi yaptı.Kız çocuklarından birine Yeryüzü-kız ismini verdi,o dünyanın ve ürünlerinin kontrolünden sorumlu kılındı. Diğer kız cocuğunun ismide Polen-kız oldu. Görevide dünya insanlarının sağlığından sorumlu idi. Dünyanın düz ve verimsiz olduğundan beri ,Yaratıcı hayvanları,kuşları ,ağaçları ve tepeleri yaratmanın eğlenceli olduğunu düşünmüştü.Güvercini dünyanın nasıl göründüğüne bakması için görevlendirdi,dört gün sonra döndüğünde “Dünyanın hertarafı çok güzel ancak bundan dört gün sonra dünyanın diğer tarafından çok kuvetli bir su baskını bir tufan kopacak. Yaratıcı çok kısa çam ağaçları yarattı . Yetim –kız ağaçtan birkafes yaptı ve onu çam sakızı ile kapladı ,büyük ve sıkı bir top gibi. Dört gün sonra büyük tufan geldi.Yaratıcı ve 28 yardımcısı bulutların üzerine gitti. Yetim –kız kalan diğerlerini içi boş top şeklindeki kafesin içine yerleştirdi.ve tepesinide sıkıca kappattı. 12 gün sonra sular çekilince sularda yüzen top bir tepenin üzerinde durdu.tufan suları dünyanın yüzeyinde vadilerin dağların ve tepelerin oluşmasını sağlamıştı.Yetim-kız tanrıları serbest bıraktı ve Yaratıcı ile bulu?tular bu sürede digerleride(Yaratıcı ve 28 yardımcısı) gökyüzünün oluşmasını tamamlamışlardı. İki bulut ile birlikte alçaldılar vadinin aşağılarına Yetim-kız topladı hepsini yaratıcıyı dinlemeleri için. “Sizlerden ayrılma zamanım geldi.”diyerek ba?ladı Yaratıcı sözlerine. “Herbirinizin mükemmel ve mutlu bir dünya yaratmanızı arzuluyorum.” “Sen Işıldayan -gürültü bütün sulardan ve bulutlardan sorumlusun.” “Sen Gökyüzü –cocuk ,tüm gökyüzü kabilesinden sorumlusun.” “Sen Toprak-kızı bütün yeryüzü insanları ve ürünlerinden sorumlusun.” “Sen Polen-kız sen tüm insanlığın saglıklı olması için rehberlik edeceksin.” “Sen Öksüz –Kız sana bırakıyorum tüm yetkimi.” Ve sonra Yartıcı Öksüz –kız’a döndü ve birlikte ellerini ve ayaklarını ovalamaya başladılar ,güçlü ve hızlıca aşagıya doğru salladılar.Birdenbire aralarında büyük bir odun yığını oluştu ve Yaratıcı ellerini onun üzerine salladı ve ateş yanmaya başladı. Büyük bir duman bulutu olu?tu ve gökyüzüne doğru haraket etti ve Y aratıcı gözden kayboldu.diğer Tanrılarda başka bir duman bulutu üstünde onu izlediler ve 28 yardımcısı ile birlikte Yaratıcı dünyadan ayrıldı. Güne?-Tanrı doğuya gitti ve güneşle seyaha etmeye başladı.Öksüz-kız batı ya doğru gitti ve uzak ufuklarda yaşamaya başladı.Küçük cocuk ve Polen-kız bulutlardan ev yaptılar güneye.Büyük Dalıcı halen bile geceleri gökyüzünün kuzeyinde görülebilir ve herşey için güvenli bir kılavuz olarak. geronimo lonely eagle ------------------------- -------------------------------- ha.!! bir ayet daha vardı...LEKUM DİNİKUM VELİYEDİN..!!! Alıntı
Φ lena Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 15 Ocak , 2006 Allah yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı, dağlarda sizin için barınaklar yarattı ve sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, savaşta koruyacak zırhlar yarattı. Yasin Suresi, ayet 42 Gemilerin benzerlerinden, binmekte olduklan ve ileride binecekleri şeyleri onlar için biz yarattık. Bu üç ayette Allah hem birinci şahıs olarak konuşuyor, hem de ondan üçüncü şahıs olarak söz ediliyor Alıntı
Φ cogito Gönderi tarihi: 18 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 18 Ocak , 2006 Tanrı Kavramları Politeizm: Eski Yunan ve Nordik mitolojilerinde oldukça yaygın olan ve birçok kişisel tanrının varlığını kabul eden bir inanç biçimidir. Henoteizm: Bu inanç biçimi de çok tanrıcılık olarak bilinmektedir. Fakat tek bir tanrı diğer bütün tanrıların başında yer almaktadır. Çünkü bu tanrı kendi kabilesinin, halkının tanrısıdır. Monoteizm: Bu kısaca Teizm ile ifade edilmektedir. Tek bir tanrının varlığına imandır. Tanrı kendi kendine var olan ve her şeyi yaratan en yüce ve kadir Olandır. Bütün her şeyi hiç yoktan var etmiştir. Panteizm: Genelde Hinduizm ve Doğu dinleri ile bağlantılıdır. Batıda pek yaygın değildir. Tanrı bir kişi değil her şeyde bütün evrende kendi varlığını sunmaktadır. Panenteizm: Bu inanca göre tanrı evrenle tanımlanamaz ama fakat evrene dahil olarak görülebilir. Evren bir anlamda Tanrı sayılsa da Tanrı evrenden daha fazla büyüklüktedir. Yukarda saydıklarımız dünyamızın belli başlı dinlerinin Tanrı görüşleridir. Bu ana başlıkların aslında bir de alt başlıkları da vardır. Tabi bunların her birini ayrı ayrı tanımlamamız mümkün değildir. Ancak bazı alt inançları da burada görmemiz gerekiyor: Dualizm: Panteizmin bir çeşidi olarak karşımıza çıkar. Dualist birbirine karşı iki tanrıya inanır. Genelde bu tanrılardan biri iyi bir diğeri ise kötü tanrıdır. Görüldüğü gibi çok tanrılı bir inanç sistemini koruyup iki tanrı ile sınırlandırmış olmaktır. Deizm: Bir anlamda Teizmin bir alt çeşididir denilebilir. Bu inançta kişi bir Teist gibi tek bir Tanrıya inanır ama fark Deist’e göre bu Tanrı yaratma eyleminden sonra evrenin hiçbir işine müdahale etmemektedir. Mutlak Monizm: Bu da yine Panteizmin ya da Panenteizmin bir çeşitlemesidir. Bu inanca göre Tanrı mutlak bir birlik içindedir. Yalnız kendisini tam anlamı ile gerçek olmayan bir dünyaya çoğul bir görünümde kendini açıklamaktadır. Bu tarz tanrısal inanç görüşleri ve çeşitleri yanı sıra bir de herhangi bir tanrıyı kabul etmeyi reddedenler vardır. Bunları da şu başlıklarla özetlememiz mümkündür: Agnostikler: Bu anlayışa göre Tanrı hakkındaki gerçek bilinmez ve bilinemez. Ateizm: Teizmin karşıtı olan görüştür. Tanrının varlığını tamamen inkar ederler. Naturalizm: Basitçe ateizmin olumlu ifadesidir. Ateistler doğanın arkasında bir tanrı fikrini kabul etmezler ve her şeyin kendi başına var olduğunu ileri sürerler. Ateizm bir çok din karşıtı kişi tarafından izlenilen bir inanç olduğu halde bazen bazı dindar kişilerde bu inancı edinmişlerdir. Budizmin bir çeşidi olan Teravadanın ateizmden etkilendiği görülmektedir. Bazı ateistler hümanist insan dininin hiçbir tanrı ile ilgisi olmadan olabileceğini de ileri sürmektedirler Alıntı
Φ fatinokulu Gönderi tarihi: 3 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 3 Şubat , 2006 ALLAHIN YOKLUĞU HAKKINDA İSTER 10 İSTER 1000000000000000000 DELİLİN OLSUN SANA KARŞI BENİM DELİL SAYININ KARESİ KADAR DELİLİM VAR.HADİ İSTEDİĞİNİ SOR VE YANITINI AL.AMA SIKILMAK YADA KÖŞEYE SIKIŞIP KAÇMAK YOK ARKADAŞIM. BU ARADA HERKESTEN E-MAİL BEKLİYORUM... [email protected] Çokta Allahu Tealanın Umrunda seni inanıp inanmadığın milyarlarca insan yaratmış milyarlarca hayvanda bitkide hepsi biten bir gün ya insan gibi inanarak yada hayvan ve biki gibi şuursuzca........... Alıntı
Φ prizma Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 kardeşler konuyu baştan taip edemedim fakat konu Varlığın yratıcısına gelince bende bişeyler bahstmek isterim kardeş herşeyi mantıkla aramak niyeki herşeyi mantıkla aramak mantıksızlıktan başka nedir o zamn Allah ı değil kendi kendini bile inkardır çok duymuşsunuzdur bu lafları ama hala neden kabul etmezsiz sizi kabul ettirmeyen şey ne onu görebiliyormusunuz hayır diyeceksiniz simdi . Hisssedebiliyormusunuz peki evet diyeceksiniz ama bende sizin hissettiğini görmüyor ve inannmıyorum her inkarın arkasında bir inanç var sadece onu kabullenmek zor geliyor heralde size Alıntı
Φ internetkurdu Gönderi tarihi: 11 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 11 Mart , 2006 ya arkadaşlar ne kadar saçma bir konu ya artık hiç kimse bu konulara giremez çünkü allah her yerde ve kalbimizde Alıntı
Φ tarlabaşı Gönderi tarihi: 14 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2006 kardeşler konuyu baştan taip edemedim fakat konu Varlığın yratıcısına gelince bende bişeyler bahstmek isterim kardeş herşeyi mantıkla aramak niyeki herşeyi mantıkla aramak mantıksızlıktan başka nedir o zamn Allah ı değil kendi kendini bile inkardır çok duymuşsunuzdur bu lafları ama hala neden kabul etmezsiz sizi kabul ettirmeyen şey ne onu görebiliyormusunuz hayır diyeceksiniz simdi . Hisssedebiliyormusunuz peki evet diyeceksiniz ama bende sizin hissettiğini görmüyor ve inannmıyorum her inkarın arkasında bir inanç var sadece onu kabullenmek zor geliyor heralde size merhaba birşey yazmak istiyorsanız anlaşılmak istiyorsunuz demektir çünki biliyoruzki karşınızdaki anlamazsa anlattığınız şey yine sizin beyninizde var olur bu durumda anlatmak ve anlatmamak arasında fark kalmaz ve anlaşılmak istiyorsanızda anlatmak istediğiniz şeyi nedenleriyle anlatın ben ona inanmıyorum bu öyle değil böyledir gibi ibareler kullanmayın lfen. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.