Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Süzgeç!

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    62
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Süzgeç! tarafından postalanan herşey

  1. Sayin Tengeriin bosig; Türkiyede irkcilik neymis? Birde degisik acidan bakalim. Öncelikle sunu söylemeliyimki; yorumunuzda kürtcü kelimesini sikca kullandiginiz halde, Türkcü kelimesini bir defa dahi kullanmamissiniz. Buda gösteriyorki; yorumunuzuda önyargilariniz ön plana cikmis. Kendinizin irkci olamayacagini, bunuda babaannenizin laz olmasina bagliyorsunuz. Zira benimde bildigim kadariyla yedi kusaktan Türk oldugumdan, irkci olmammi gerekiyor? Birde sülalesi laz olan I.Türüt neden azili irkcilardan olupta, F.Saka ve bircok sanatci neden devrimci diye sormayacagim. Bu forumdaki üyelerin analizini yaptigimizda bile, karsimiza degisik irkci yaklasimli yorumlar ve düsünceler cikiyor. Mesela bir yorumcu sikca; "Hepimiz Ermeniyiz diyenler, neden hepimiz mehmetcikiz demezler" diye sorar. O arkadasta fevkalede biliyorki; Almanyada Genc ailesi katledildiginde kinama yürüyüsü düzenlenmis, Türkten fazla Alman katilmisti o yürüyüse. Almanlar "hepimiz Türküz" diye slogan atmislardi ama, bir tane Almanin bile Türk oldugunu kimse duymamistir. Bu bir dayanisma meselesi olup, kimseninde Ermeni olmak gibi bir düsüncesi yoktu. Mehmetcik meselesine gelince; Dünyanin neresinde dogarsan dog egerki Türk vatandasiysan, zaten asker doguyorsun. Zamani geldiginde o görevi istesende, istemesende yapacaksin. Baska sansin varmi? Bir baskasi devamli konuyle ilgisi olmayan yorumlar yapar, diger yorumculari alaya alir, sirf fikirleri dolayisiyla rep (rep oldugu günlerde) ve iltifat yagmuruna ugratilir, bunlarin isimlerine yagcilikmi yoksa baska birseymi dememiz gerekir? Irkcilik demeyelim kizarsiniz.!!! 80 öncesini irdeleyecek olursak; TSK derin devlet ve piyonlari doguda terör estirip, köyleri yakip yikip, insanlari yurtlarindan edip dilenci durumuna getirmeleri sizce adil bir davranismi? O piyonlar (Ülkücüler) 6.Filoyu protesto eden 68 kusagi genclerinin karsilarina dikilip, ABD yandasligi yaptiklarinda isimlendirmeleri ne olmaliydi? O kurulusun militanlari Atatürkün arkasina siginip siyaset yapiyorlar simdilerde. Halbuki 80 öncesinde Atatürk heykellerine saldiranlar onlar, nöbet bekleyenler 68 kusagi genclerdi. Birde siirleri vardi Atatürk hakkinda. Eyy Atatürk nettin. Coluk cocul demedin ***** Oradaki koministleri görmedinde. Geldin gözünü bizemi diktin. Bu siiri selam durdurarak bizlerede söyletmeye calisirlar, söylemedigimizde döverlerdi. Simdilerde onlar Atatürk sempatizani olup, bizleri Atatürk karsiti olarak gösterebiliyorlar. 80 den sonra Atatürkte negibi bir degisim olduda sahiplendiler sormak gerekir. Biz simdi bunlara irkci demeyelim kizarsiniz diye. Su alintiyi dikkatlice izleyin. Bir zamanlar bir cezaevinde... 1981-84 yılları arasında 34 tutuklunun öldüğü, yüzlerce kişinin ise sakat kaldığı Diyarbakır Cezaevi'nde dehşete tanık olanlar anlatıyor. ERTUĞRUL MAVİOĞLU İSTANBUL - Diyarbakır 5 No' lu Cezaevi'nde 1981-1984 yılları arasında 34 tutuklunun ölümüne, yüzlerce tutuklunun da sakat kalmasına ve sinir sistemlerinin tahribine neden olan uygulamaların üzerindeki sis perdesi aralanıyor. 20 tutuklunun aldığı ağır darbelerle, beş tutuklunun da açlık direnişinde öldüğü, koşulları protesto eden beş tutuklunun kendini asarak, dördünün de kendini yakarak yaşamına son verdiği, 'vahşet dönemi' diye adlandırılan bu yılları yaşayan 29 tanık ile iki savunma avukatının anlatımı, Serbesti adlı derginin 14. sayısında yayımlandı. Ceza alan olmadı. Hiçbir görevlinin ceza almadığı bu dehşet süreciyle ilgili duyduklarını 1987'de bir kez de yaşayanlardan dinlemek isteyen yazar Aziz Nesin'le ilgili bir anekdotu, iki yılını bu cezaevinde geçiren Nuri Sınır şöyle aktarıyor: "Aziz Nesin, 'Çocuklar' dedi, 'Bu cezaeviyle ilgili çok şey söylendi, ancak siz orada yaşadınız, sizden dinlemek istiyorum.' 28 olay anlattık. Aziz Nesin çok dalmıştı, pencereden yağan karı seyrederken bir ara dönüp baktı ve şunu söyledi: 'Yahu çocuklar, kendi hayal dünyamı çok geniş biliyordum. Ama Kürtlerinki daha çok genişmiş.' Aziz Nesin, bizim anlattıklarımıza inanmadı." İşte tanıklardan birinin, "Durduğumuz yerde 16 saat diz çökerek bütün sesimizle ırkçı-turancı marşlar söylüyorduk" diye özetlediği 'Türkiye'nin Aushwitz'inden günlük yaşam manzaraları: Banyolu mu TV'li mi? Haluk Yıldızhan (Diyarbakır doğumlu): Gözaltından gelenleri genel olarak sinema salonuna değil de, o zaman 37 olarak adlandırılan, daha sonra 36 adını alan hücrelere götürürlerdi. Burada, "Banyolu mu televizyonlu koğuş mu istersin?" diye sorup, cevap ne olursa olsun her iki durumda da alt katlardaki tuvaletleri tıkanmış ve pislik içindeki lağım sularının ve insan dışkılarının yüzdüğü bir yerde süründürülür, günlerce işkence ve kaba dayakla hoş geldin safhasında yıldırdıktan, tamamen teslim aldıklarına inandıktan sonra koğuşa gönderirlerdi. Yoruluncaya dek dayak Osman Karavil (Diyarbakır doğumlu): Koridorda sıra dayağından geçirildikten sonra hücrelere dağıtıldık. Tek kişilik bu yere yedi kişi sığdırıldık. Askerler göründü, 'Ellerinizi uzatın' dediler. Hücrenin, kapı ve penceresinden ellerimizi uzattık. Yoruluncaya kadar dövüp gittiler. Bu dayaklar, tahminen her yarım saatte bir tekrarlandı. Sonra hücre dayağı düzenine geçildi. Günde üç fasıl, sabah, öğlen, akşam... Garabet'e sünnet K.Y. (Diyarbakır doğumlu, 16 yaşında tutuklandı): Bana cop sokmaya çalıştılar, çok direndim, kafamı duvarlara vurdum, kendime büyük zarar vereceğimi gördüler, benden vazgeçtiler. Ama arkadaşlarımdan yaklaşık 200-250 insana cop soktular. Aslen Ermeni olan Garabet Demircioğlu arkadaşımız vardı. Maşallahlı sünnet elbisesi giydirerek, törenle sünnet ettirdiler, ismini de Ahmet olarak değiştirdiler. Koç mu kuzu mu? Nazif Kaleli (Şanlıurfa doğumlu): Üzerinde 40 çivi olan bir sopa vardı, onunla vuruyorlardı. Bir tane 'kuzu' dedikleri sopa vardı, bir de 'koç'. Biz her zaman copu tercih ediyorduk. Cop korkunç acıtıyordu, ödem oluşturuyordu, ama daha sonra geçiyordu. Ancak sopalar kemikleri eziyordu. 'Ağzına işeyeceksin' Cevdet Baran (Diyarbakır doğumlu): Bişar Akbaş adında bir arkadaş vardı. Gardiyanların emrine karşı çıkıyordu, yürümüyordu, hem rahatsızdı hem de inat ediyordu. Bir gün gardiyan kolumdan tuttu ve "Çık" dedi. Bişar'ın yanına götürdüler. Onu karın içine yatırmışlardı ve bana dediler ki, "Ağzına işeyeceksin." "Yapmıyorum" demedim. "Gelmiyor komutanım" dedim. Beni dövmeye başladı. Epey dövdü, karın içinde sürdürdü, tabanlarıma vurmaya başladı. Ne yaptıysa "Gelmiyor" dedim. Sonunda beni de Bişar'ın yanına yatırdı. Kelime başı 150 sopa Hasan Daş (Mardin doğumlu): Hücreler kötü, koğuşa gitsem rahat ederim, diye düşünüyordum ki, 6'ncı Koğuş'a götürdüler. Gardiyan geldi, 'Yeni gelenler öne çıksın' dedi. Elinde bir değnek, değneğin adı Haydar. Bana, 'Kaç gün hücrede kaldın' dedi. 'Bir ay' dedim. 'Atatürk'ün gençliğe hitabesini ve andımızı da mı ezberleyemedin?' 'Hayır, okumam-yazmam yok komutanım' dedim. Haydarla bayıltıncaya kadar dövdü. 53 tane marş ezberledim. Her bir kelimesi için yüz ellinin üzerinde cop yedim desem, asla mübalağa olmaz. Copu dişlettiler Mehmet Ece (Van doğumlu): Bir gün gardiyan çağırıp dövdükten sonra ağzıma cop sokup "Dişle" dedi. Copu dişlediğimde hızla çekti ve önden iki dişim kırıldı. Kırılan dişlerimin kökleri kaldı. Bir hafta sonra yüzüm, gözüm balon gibi şişti. Aynı gardiyan, "Niye yüzün şiş" diye soruyordu. "Ranzadan düşerken dişlerim kırıldı komutanım" diyordum. 'Ranzadan düştüm' Mehmet Emin Kardeş (Mardin doğumlu): Dövüyorlar, muhakkak dövdüğü kişinin bir tarafını da kırıyorlardı. "Ne oldu sana" diyorlar, "Ranzadan düştüm komutanım" diyorduk. Herkese avuç avuç ********* yediriyorlardı, bu çok sıradandı. 23'üncü Koğuş'ta Y.A. adında bir arkadaşımız vardı. Herkesin gözü önünde ona cop soktular. Cop sokma, ********* yedirme çok adettendi. köpege tekmil. Paşa Akdoğan (Diyarbakır doğumlu): Tıraş kremini, kalın çizgiler şeklinde yüzümüze sürdüler, sonra upuzun ince bir ip getirerek, "Tren yapacağız" dediler. Herkesin kamışına ip bağladıktan sonra "Koş" dediler. Koşuyoruz ama en ufak bir şekilde geride kalmak herkesi gerdiriyordu ve aynı zamanda hep birlikte oturup hep birlikte kalkmak zorundaydık. Bir süre o şekilde koşturup yat-kalk yaptırdılar. Sonra alt hücrelere indirdiler. Banyo dedikleri de lağımdı. Köpeği öyle alıştırmışlardı ki, tekmil vermediğin zaman saldırırdı. Üzerimizdeki elbiseleri parçalardı ve hiçbir şekilde ona karşı bir şey yapamazdık. 'Kanlı karavana yedik' Selahattin Bulut (Mardin doğumlu): Kapı açılıp karavanayı içeriye getirmeden önce gardiyan bizi çok döverdi. "Verdiğim yemeğin hakkını istiyorum" derdi, ta ki bir tarafımızdan karavanaya kan akana dek döverdi. O işkence döneminde günde üç öğün, kanlı karavana yerdik. Diş macunu, deterjan, çöp gibi şeyleri yediriyorlardı. Cezaevine Türkçe bilmeyen ziyaretçi alınmazdı. Türkçe bilmeyen nenem, dilsiz taklidiyle görüşe girdi. Ağzından bir kelime çıkmadı. Sadece hıçkırıyor, yaşlı gözlerle bana bakıyordu. Ben çıkmadan da öldü. Çıplak koridor temizliği Behlül Yavuz (Diyarbakır doğumlu): Bir gün, "Sizi hamama götüreceğiz" dediler. İki ayda bir yarım kova soğuk su bize ya düşüyor ya düşmüyor. Bu hamam nereden çıktı diye endişelenmeye başladık. Hamama gittik, "Soyunun" dediler. Herkes çırılçıplak soyundu. "Su dök", biraz su döküldü. "Sabun sür", sabun sürüldü. "Su dök", biraz su döküldü ve "Giyin, çık dışarı" dediler. O ıslak ve sabunlu halimizle, atlet ve külotları giydik. Büyük koridorda, "Tek kol sıra halinde dizilin" dediler. O koridor, dayaklar nedeniyle hep kan ve irindi. Birinci sıra kaba kirleri sildi, ikinci sıradakiler arta kalan ince tabakayı siliyorduk, üçüncü sıra da tertemiz siliyordu ve o halde bizi koğuşa geri getirdiler. O pislikle yatmak zorundaydık. Her taraf kan ve irindi. Aşırı bir bitlenme vardı. Sekiz saat sürekli dayak yiyorduk. Dayak yemediğimiz yemek aralarında ve molalarda da birisi Atatürk'ün nutukları ve yaşamını okur, biz de tekrarlardık. 'Ölebilirim' dedi, öldü Cemşit Bilek (12 Eylül döneminde Diyarbakır'da siyasi dava avukatı): Müvekkillerimiz mahkemede hazırolda duruyordu. Konuşma hakları yoktu. Sandalyede oturmuş, ellerini nizami şekilde dizlerinin üstünde tutuyorlardı. Kafalar sıfır numara tıraşlı, tek tip elbise içinde, başlarını dik tutarak, tek bir noktaya bakarak, put gibi durmak zorundaydılar. Ölümü de göze alarak kalkıp konuşanlar oluyordu. Rahmetli Necmettin Büyükkaya, geldiği son duruşmada ayağa kalktı, söz istedi. "Bir sonraki mahkemeye kadar yaşamayabilirim, haberiniz olsun, beni sürekli tehdit ediyorlar. Sonra 'Yok kalpten gitti, şundan, bundan gitti' türünden düzmece bir tutanak da tutarak beni öldürebilirler. Ancak gördüğünüz gibi ben çok sıhhatliyim" dedi. Ve gerçekten de bir sonraki mahkemeye gelmeden öldürüldü. http://www.radikal.c...p?haberno=94914 Diyarbakir zindanlarinda bunlar yasanirken; Mamak ve Metris zindanlarindada ayni manzara yasanmaktaydi. Maras,Corum,Bahcelievler,Gaziosmanpasa,Ümraniye,Sivas ve daha bircok katliamlarda, asker ve polis yapilan katliamlari izlemekle yetinmis, hicbir müdahelede bulunmamistir. Birde isin karanlik yüzü varki, aydinlatilmasi mümkün degil. U.Mumcu,C.Emec, B.Ücok, A.T.Kislali, K.Türkler, A.Ipekci,T.Dursun ve daha bircoklarinin katilleride onlardir. Birtek A.Ipekcinin katili yakalanmis oda hapishaneden kacirilarak ikinci bir cinayeti üstlenmis, ancak o sekilde cezasini cekmistir. Eger papa suikastina karismasaydi, simdi krallar gibi Amerikanin bilinmeyen biryerlerinde yasiyor olacakti. Simdi soruyorum size. Bu PKK yi doguran, yaratan kimlerdi acaba? Türkiyede PKK olayinin bitmesini istemeyen kimlerdir diye bir soru sorulsa, vereceginiz cevap neolurdu? Benim cevabim söyle olurdu. 1 - Türk silahli kuvvetleri. Eger PKK olayi baris cercevesinde bitirilirse,TSK kan kaybeder. Halkin sempatisi azalir. Askere gitmeyecegim diyenlerin sayisi hergün artar. 2 - MHP - Ülkücüler. Eger PKK olayi baris cercevesinde bitirilirse, MHP nin belirgin bir siyaseti kalmaz, kan kaybeder. Saf insanlari "vatan millet Sakarya" yalanlariyla örgütleyemezler. 80 sonrasinda Atatürkün silinemeyecegi gercegini görüp, madem silemiyoruz sahiplenelim bari deyip Atatürkün arkasina siginarak siyaset yapmaya calisan o güruh, simdilerde bizi Atatürk düsmani bile gösterebiliyor. Simdilerde ise sadece piyon degismis olup, irticaya dogru yol almis durumdayiz. Sonuc olarak PKK yi yaratan gücler, PKK olayinin bitmesini istemezler. Eger biterse, TSK nin kralligi, MHP (ülkücülerin) kariyeri son bulur. Hicbir sanatci eserinin yok olmasini istemez... Ülkü ocaklari PKK kadar tehlikeli olup, PKK nin aksine legal bir örgüttür. Sayin Tengeriin bosik ve digerleri; Sizlerden biri su yukaridaki kisilerden birileri olsanizda, o iskencelerden kurtulup disari cikabilseniz, disari ciktiginizdada heran gözetlendiginizi bilseniz, nasil bir yasam secerdiniz? PKK nasil meydana ciktinin sorusunu soruyorum aslinda.!!! Simdi biz yukarida saydiklarimizin lakaplarina "irkci" desek kizarsiniz, "fasist" desek küsersiniz, "resimcinin *****" desek kaba kacar, en iyisi "Evrenin cocuklari" diyelimde, hoslarina gittiginde bana gazoz kapagindan madalya bile verirler belkide.! Bana gelirse; Düzenin carpikligindan ve hocalarinin irkci yaklasimlarindan dolayi, ortaokulu tam ortasinda birakmak zorunda kaldigimdan, edebiyatimda sizinki kadar düzgün degil haliyle. Bunuda hos karsilayin lütfen.Selametle. Seyrekler
  2. ENFAL: 1. Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber’e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin. 41.”Ganimetlerin beşte biri allahın ve peygamberindir” FETİH: 21. Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah’ın bilgi ve kudreti dahilindedir. Allah, her şeye kadirdir. Hadis No : 1090 Ravi: Mücemm’i İbnu Cariye el-Ensari Tanım: Resulullah (sav) ile birlikte Hudeybiye sulhünde hazır bulunduk. (Sulh yapılıp) oradan döndüğümüz zaman, halk, develerini hızlandırarak (bir yere birikmeye) başladılar. Biz hayretle: “Bu insanlara ne oluyor, (niçin hayvanlarını hızlandırıp bir yere üşüşüyorlar?)” diye sorduk. “Resulullah (sav)’a vahiy gelmiş” dediler. Biz de, halkla birlikte harekete geçip develeri hızlandırdık, ilerleyince Resulullah (sav)’ı Kura’u'l-Gamim denen (Mekke ile Medine arasında Usfan’ın önünde bulanan) yerde bulduk. Devesinin üzerinde duruyordu. Halk toplanınca bize Fetih süresini tilavet buyurdular. Askerlerden biri: “Yani bu sulh bir fetih midir?” dedi. Resulullah (sav): “Evet!” deyip ilaveten: “Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim bu bir fetihtir” buyurdu. Süre-i celileyi okumaya devam eden Resulullah (sav): “Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaadetmiştir. İman edenler için bir delil olması ve sizi doğru yola ulaştırması için bunları size hemen vermiş ve insanların size uzanan ellerini önlemiştir” mealindeki ayete kadar (Fetih 20) okudu. (Ayet’i kerimede işaret edilen acil ganimetle) Hayber kastediliyordu. Buradan ayrılınca Hayber’e gazveye çıktık. (Elde edilen ganimet) Hudeybiye’ye katılanlara taksim edildi. Bunlar bin beş yüz kişi idi. Bunlardan üç yüzü süvari idi. Ganimet on sekiz hisseye ayrıldı. Süvari olana iki, yaya olana bir hisse verildi.” Kaynak: Ebu Davud, Cihad 155, (2736), Harac 24, (3015) Hadis No : 1099 Ravi: Ebu Hüreyre Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: “Hangi bir köye varır da orada ikamet ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi bir belde de Allah ve Resulü’ne isyan ederse o beldenin beşte biri Allah ve Resulüne aittir ve o (geri) kalan) da sizindir.” Kaynak: Müslim, Cihad 47, (1756); Ebu Davud, Haraç 29, (3036 Hadis No : 5937 Ravi: İbnu Ömer Tanım: Resulullah (sa) buyurdular ki: “İyne usulüyle alış-verişte bulunur, sığırların peşine düşer, ziraate razı olur ve cihadı da terkederseniz, Allah size öyle bir zillet verir ki, dininize tekrar rücu etmedikçe o zilleti kaldırmaz.” (Zillet:Hor görülme,alçalma.) Kaynak: Ebu Davud, Büyu 56, (3462) İyne: Bir malı vadeli satıp, daha sonra peşin para ile, vadeli fiyatından daha ucuz bir fiyatla geri almaya “iyne satışı” denir. ÇÖL BEDEVİLERİ VE GANİMET Bence üzerinde durulması gereken önemli bir konu. Kuranın allahı diyor ki henüz elde edemediğimiz ganimetler var. Ondan sonra da bu ganimetler bana ve peygamberime aittir diyor. Tabi bu durum insanların itirazına neden olunca gelen başka bir ayetle beşte biri benim ve allahındır demiş. Ya mülk zaten senin. Sen bu mülkü savaş yoluyla almaya kalkıyorsun. Her şeye muktedir olan bu Kuranın allahı niye acaba savaşa baş vurmuş. Bunu hiç düşündünüz mü? Tamam dinini yaymak için savaş yapıyorsun. Kabul. Bu nasıl vicdandır ki bu nasıl adalettir ki insanların alın teriyle kazandıklarını zorla ellerinden alıyorsun. Hem öldürüyorsun hem de mal ve mülklerini gasp ediyorsun. Hiç olayın bu boyutunu düşünen oldu mu acaba? Bu hareketleri yapana eşkiya denilmiyor mu? İşte ben bu allaha onun için kuranın allahı diyorum. Tüm bu yapılanlar bir allaha yakışıyor mu? Dikkat edilirse insanlar Kuranda sürekli savaşa teşvik edilmiş. Gerekçe allahın dinini yaymak. Bunun karşılığında ganimet ve cennet ödül olarak gösterilmiş. Bakıyoruz peygamber din yayılmacılığı (temeli de ganimet) uğruna insanlara ticareti, tarımı ve hayvancılığı uygun görmemiş. Hadiste de bu zaten açık bir şekilde belirtilmiş. Çünkü insanlar bu alanlara yoğunlaşırsa o insanları savaşa götürmesi zorlaşacaktır. Eğer ganimet olmasaydı o insanları savaşa götürmek mümkün müydü? İşte bir peygamber düşünün. İnsanları namuslu bir geçim yerine eşkiyavari bir yönteme teşvik ediyor. Tamam savaş yapıyorsun ama onların mal ve mülklerine el koyup çoluk çocuklarını esir alıp özel işlerinde kullanıp pazarlarda satamazsın. Bu bir peygamber davranışı olamaz. Alıntıladığım hadiste de ele geçirdiğiniz beldenin beşte biri bana ve allaha diğer kısmı da sizlere aittir diyor. Akıl ve vicdan sahibi insanların şu söylediklerim hususunda birazcık düşünmelerini istiyorum. Bu nasıl bir anlayıştır ki hangi bir köye varırsanız hisseniz oradadır. Orada yaşayan insanlar müşrik de olsa onlar da allahın kulları değil mi? Yıllarca emek vermiş, göz nuru dökmüş bu insanların mallarını mülklerini bir çırpıda ellerinden almak hangi insanlığa sığar. Bu yapılanlar bir yağma ve talan değil midir? Üstelik bunların yapılmasını sağlayan da allahın kendisi ve onun adına bu yağma ve talan yapılıyor. Şimdi bu düşüncede olan bir allah nasıl adil ve adaletli olabiliyor. Bunun neresi büyüklük!… Demek ki islam barış, sevgi ve hoşgörü dini değildir. Gittiği her yerde kan ve göz yaşı bırakmıştır. Erkekler öldürülmüş, kadınlar ve çocuklar esir alınmış ve bunlar cariye ve köle olarak kullanılmışlardır. Bunlar ortaçağda yaşanmış ve o çağın koşullarında normal görülmüş şeyler. Ama normal olmayan bu ilkel ve çağ dışı dini göklere çıkarıp bize pazarlamak istemeleri. Onlar istedikleri kadar pazarlamaya çalışsınlar. İnsanlar okudukça, araştırdıkça, sorguladıkça bu gerçekleri göreceklerdir. Ve insanlar bu gerçekleri gördükçe bu dini elbette bizim yaptığımız gibi sorgulayacaklardır. Ve sonuç olarak islamın geçim kaynağını hep ganimetler oluşturmuş. Çöl yaşamı onları bu yola götürmüş. Aynı şekilde atalarımızda bu şekilde müslüman yapılmadı mı? Bu barbarlığın bu vahşetin sahibi de bu kuranın allahı değil mi? Tamam islamiyeti yayma çabaları normal. Ama insanların ellerindeki değerli eşyalarını, mallarını, mülklerini gasp edip el koymak ve bunu bir geçim kaynağı haline getirmek hangi vicdana hangi insanlığa sığar. Birileri bana bunu açıklasın…
  3. Süzgeç!

    TSK Çuvallamıştır.

    Bosuna ugrasmayin sayin Cyrano. O kaynagi hala aramaktalar ama, olmayan kaynak nasil önünüze koyulabilirki.!Ancak senaryo yazabilirler. Biraz daha ugras gösterebilseler, Kurtlar vadisi senarist kadrosuna bile katilabilirler. Aslinda kaynak ellerinin altinda ama, birtürlü ulasamiyorlar. Zihinlerini söyle bir zorlayabilseler, o bilgilerin bulunduklari toplumlarda empoze edildigini hatirlayacaklardi. Kayitsiz sartsiz kabullenme budur iste. 68 kusagi Filistinde egitim görmüs, D.Gezmis ve M.Cayan ters düsmüstü. Deniz Dezmis devrimin kirsaldan, M.Cayan ise kentlerden baslamasini istemistir. Nekadar ters düsselerde, yinede birlikte hareket ediyorlardi. D.Gezmis ve arkadaslarinin idamlarini durdurabilmek ppahasina canlarini vermislerdir M.Cayan ve arkadaslari. Ben ne demistim! Siz kafanizdaki sablonlasmis önyargilarinizi yenemediginiz sürece, anlamakta daha cok zorluklar cekeceginizden emin olabilirsiniz.
  4. Cuma aksami ana haber bülteninde, Ugur Dündarin konugu Zülfü Livaneli idi. Konu Atatürk hakkindaki yaptigi filmdi. Söz döndü dolasti 12 eylüle geldi. Erdal Öz ve Altan Öymenle birlikte THY ucagini Sofyaya kacirmakla suclanip, tutuklanmalari hakkinda bilgiler verdi. Ucak kacirma olayi bile duymadiklari halde, nasil iskenceler gördüklerini anlatti. Bir zaman sonra bizleri sorgulayan subayin degistigini, ve aralarinda su konusmanin gectigini söyledi. - Subay: Ben özel olarak sizleri sorgulamak icin Erzurumdan geldim. Atatürkün kurdugu TC ordusunun serefli bir subayiyim. - Z.Livaneli: Sen Atatürkün kurdugu Türkiye Cumhuriyeti ordusunun degil, olsan olsan Amerikanin ****** olursun. Z.Livaneli: Ben bunlari yüzüne karsi söyleyemesemde, icimden söyleyip rahatladim enazindan. - Subay : Anlat bakalim ucagi neden, nasil kacirdiniz? - Livaneli : Vallaa nasil anlatsam, ucaga yetisemedik, kacirdik. Simdi bunlara ek olarak Türkiyenin tüm bölgelerinde, buna benzer sudan sebeplerle binlerce devrimci insanlar tutuklanmis, iskencelerden gecirilmislerdir. Asil suclu olan dinci ve fasistler rant pesinde kosarlarken, halkin dirligi ve birligini, halklarin kardesligini ve beraber yasam icin mücadele verenleri, neden toplayip isgencelerden gecirip cogunu katlettiler? Amac belliydi iste; simdi gelinen noktada oldugu gibi insanlarin cahillesmesini,kültürsüzlesmesini, dilenci durumuna getirilip kömür ve erzak torbasina oy satilmasini saglayan temeller o günlerde atildi...
  5. 40 yildir fislenen solculardan baskalari degildi. Bunlar partilerini kapattirip, magdurlari oynama pesindeler anlasilan.
  6. Süzgeç!

    TSK Çuvallamıştır.

    Siz kafanizdaki sablonlasmis önyargilarinizi yenemediginiz sürece, anlamakta daha cok zorluklar cekeceginizden emin olabilirsiniz. Okadar basit degil maalesef. Bir yüksek rütbeli subayda olsa bilmedigi, bilmesi gerekmedigi, bilmek icin girisimde bulunamayacagi bilgiler vardir. Bu bilgilerde o birligin hareket odasinda (S-2) muhafaza edilir. Bir subay herhangi bir yazicidan numarasini verdigi bir evraki isteyebilir ama, S-2 yazicisindan isteyemez. Cünki S-2 deki hicbir evrak hakkinda bilgisi olmaz ve olmasida gerekmez. Yukarida ne demistim. "hareket odasina girilmez" Bu oda alayda,tümende ve daha yüksek birimlerdede vardir. Degisen tek kural, taburdan baslayarak o kurumda calisanlarin rütbelerinin yükselmesidir. Hangi birlik olursa olsun (Ordu komutanligi dahil) hareket odalarina girenlerin sayisi sinirlidir. O belgelerin Taraf gazetesine servis edilmesi, ordu adina basli basina bir skandaldir.Bu acidan bakacak olursak, bunun adina "cuvallama" denebilir.
  7. Süzgeç!

    TSK Çuvallamıştır.

    Askerler arasinda dolasan her yazisma gizlilik icermez. Helede bölük ve batarya seviyesindeki birliklerdeki yazismalarda, gizlilik derecesi olan yazisma pek nadirdir. Ben Kibris cikarmasinin sonraki yilinda (1975)oyillar Türkiyesinin en kritik (Hora Egede petrol ariyordu) bölgesi olan, Yunanistan sinirinda yaptim askerligimi. Görevim Tabur personel (S-1)yaziciligi idi. S-2--S-3 ve S-4 yazicilariyla ayni odada calisirdik. S-1 ve S-4 e gelen tüm yazilari zarflarini acip, numaralarini postaninkine ve kendi defterlerimize kayit yapip, imzalayarak teslim aldigimiz halde S-2 , S-3 yazicisi arkadas (S-2 , S-3 beraber) sadece gizli yazili olan (S-3) belgeleri zarflarini acip numaralayarak teslim alabilirdi. S-2 ye gelen yazilarin tümünde "COK GIZLI" ibaresi bulundugundan, sadece zarftaki numarayla kayit yapilip teslim alinirdi. Bizim sorumlu subayimiz (S-1 ve S-4) bascavus olmasina ragmen, S-2 , S-3 sorumlu subayi kidemli binbasiydi. Birgece S-2 yazicisi arkadasla hareket odasina (subay ve astsubaylarin girmesi bile yasak)girdik. Dosyalari ve haritalari karistirdigimizda, bizim alayin üzerinde kirmizi X isareti gördük. Tam cikiyordukki; binbasi karsimiza cikmazmi? O gece nöbetci (geleli 1 ay olmustu)amiriydi. Sol yayinlar yakalattigindan bir yil ceza yemis yükselmesi durdurulmustu. Bizler hakkinda hicbir bilgisi olmadigi halde, gidin yatin demis, o konu birdaha gündeme gelmemisti.
  8. Yazinin iceriginin kime ait olmasi, gercek olmasini engellermi? Saygilarla. -http://www.yuruyus.com/www/turkish/-
  9. * * * * 2010.01.31 Kaynak: -http://www.yuruyus.com/www/turkish/news.php?h_newsid=701-
  10. Ugur Mumcu,A.Taner Kislali,Bahriye Ücok,Kemal Türkler,Necip Hablemitoglu,Cetin Emec,Muammer Aksoy,Abdi Ipekci,Hrant Dink ve daha bircoklari derin devlet,ordu ve piyonlari tarafindan yokedilmislerdir. Abdi Ipekcinin katili olarak yakalanan M.A.Agaca, Maltepe askeri cezaevine konuldugunda kacirma faaliyetleride yukaridaki üclü tarafindan organize edilmisti. Sözde Agacayi kaciranlar,A.Catli,Oral Celik ve adamlari.(Tetigi cekeninde Oral Celik olasiliklari var) Yanlislikla Maltepe cezaevine bir kus girse disari cikamayacagi bir cezaevinden, devletin bazi organlarinin,ordunun bazi organlarinin haberleri olmadan kacirilmasi mümkün olabilirmi? Hepimiz biliyoruz bu gercekleri ama;önyargilarimiz,irkci egilimlerimiz kabullenmenizi engelliyor. Yukaridaki isimleri gecen failleri hain olan Atatürkcu devrimciler,Türk milliyetcisi falanda degillerdi. Onlar; Milliyetci ayaklariyla vatani bölmeye calisan piyonlarin ne dalevereler cevirdiklerini, kamu oyuna duyurmak icin savasan devrimcilerdi. Onlar önce insandilar...!Din,dil,irk gözetmeksizin, tüm dünya halklarinin kardesligini isteyen beyinlerdi. Simdi birileri cikipta onlarin davasina milliyetci (irkci) yaftasini yapistirirsa, en büyük saygisizligi yapmis olur. Gecenlerde biri hapisten cikip incili yenilemeye yeltendi,ogün gelir birde kurani yeniden yazmaya kalkisirsa,sasirmayin sakin haaaa...! Bugün ölüm yildönümü olmasi nedeniyle; önce Ugur Mumcu olmak üzere tüm devrim mücadecilerini,saygiyla aniyorum.
  11. ‘Balyoz planı’nı hepimiz korkuyla, heyecanla ve umutla izliyoruz. Korkuyoruz; hâlâ darbeciler işbaşında, karanlık köşelerde iş tutmaya çalışıyorlar. ‘Balyoz planı’ 2003 tarihli ama ‘Kafes planı’ 2009 tarihini taşıyor. Heyecanlanıyoruz; bu planların içeriği deşifre oluyor. Darbecilerin acımasızlığı ve gözü karalığı ise ürkütüyor. Umutlanıyoruz; çünkü Türkiye militarizmle, demokrasimizi yaralayan darbecilerle ciddi bir hesaplaşma yaşıyor. Sivil siyaseti, seçilmiş Meclis’i düşman gören, halkın tercihlerini ‘tehlike’ sayan askeri vesayet rejimi taraftarları, darbe planları yaptıkları köşelerde yakayı ele verip darbeleniyorlar, debeleniyorlar. ‘Balyozcular’ın korkunçluğu üzerine yorumlar yapılırken, önlemler talep edilirken, Güneydoğu’da DTP’li (şimdi BDP oldu) siyasetçilere yönelik tutuklama aralıksız sürdürülüyor. Tutuklananların sayısının 1000’i aştığı yönünde saptamalar yapılıyor. Bir partiden 1000’den fazla belediye başkanı, il ve ilçe yöneticisinin tutuklanmasının ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Hapse atılan çok sayıda belediye başkanı, o yörelerde ortalama yüzde 60 civarında oy almışlardı. Yaşanmakta olan, halkın temsilcilerinin kitleler halinde tutuklanmasından başka bir şey değil... Hukuku eğip büken ve halk iradesini hiçe sayan bu sistem ve anlayış, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde egemenliğini sürdürüyor. Doğu’da polis operasyonları, gözaltına almalar ve tutuklamalar dur durak bilmeksizin devam ediyor. Gazetelerde kıyıda köşede de olsa bir yeni fotoğraf yayınlandı, farkında mısınız? Iğdır ilinin seçilmiş belediye başkanının bileklerine kelepçe takılarak adliyeye götürülmesini gösteren fotoğraftan söz ediyorum. O çok sık adını andığımız, ‘değer verdiğimiz’ ‘seçilmiş’lerden birisine, atanmışlar tarafından kelepçe takılıyordu. Bu darbeci çeteleri besleyip büyüten, etkin bir güç haline dönüştüren asıl toprağın ve asıl kaynağın Güneydoğu’da 25 yıldır sürmekte olan ‘düşük yoğunluklu savaş’ olduğunu biliyoruz. Kürt sorununun bir ‘asayiş sorunu’ olarak görülmesini sağlamaya devam eden militaristler, uzlaşma ve çözüm yollarını tıkayarak, Ankara üzerindeki etkinliklerini sürdürüyorlar. Orada hâlâ JİTEM de varlığını sürdürüyor, vesayet rejimini arzulayan otoriter hukuk sistemi de... Oradaki mahkemeler küçük çocukları vuran polisleri beraat ettirmeye devam ediyor. Orada hâlâ ‘korkutucu devlet’ hükmünü yürütüyor. Devletin içinde örgütlenen şiddet yanlısı çetelerin asıl kaynağı da Güneydoğu ve oradaki hukuk dışı ortamdır. Türkiye’nin siyasi kimyasını bozanlar da oradan beslenenlerdir. *** Kürt kimliğini savunan siyaset ‘dağ’ ile yasal mücadele arasında gidip gelmeye devam ediyor. Böyle bir dönemde, tercihini yasal mücadeleden yana yapmış olan Kürtlerin önde gelen silasetçilerinin topluca tutuklanmasının yol açacağı sonuçları öngörmek zor değil. Birilerinin Kürtleri yeniden ‘dağ’ seçeneğine kışkırtmak istiyor olmaları, ilk akla gelen olasılıklardan biri. Yasal alanları tamamıyla bastırırsanız, yasal alandaki Kürtleri hapishanelere doldurursanız, Kürtlerin bunlara vereceği tepkiyi de hesaba katmanız gerekir... Kürtlerin ‘Dağ bizi zaten zora soktu, yasal alanda da durmak imkansız, bu nedenle hepimiz AK Partili olalım’ ya da ‘En iyisi devlete boyun eğelim, kimlik taleplerimizden vazgeçelim’ diyeceklerini mi sanıyorsunuz yoksa? *** Veysi Sarısözen Günlük gazetesinde yayımlanan dünkü yazısında, bölgedeki ruh halini, ve gelişmesi muhtemel tepkileri şöyle aktarıyor: “Şimdi sorun açıktır: Önlenmiş darbenin planını teşhir etmek demokratik bir adımdır; ama uygulanan darbenin kendisini gözden kaçırmak, bütün bu demokratik adımları sıfıra indirmek demektir. Batıda ‘planlanan darbeleri’ önleyen demokratik güçlerin önünde duran görev, Doğu’da ‘süregiden darbeyi’ durdurmaktır. 1990’da binlerce faili meçhul cinayete, OHAL’e, akıl almaz zorbalığa rağmen yıldırılamayan Kürt toplumuna karşı bugün yöneltilen saldırı büyük bir kışkırtmadır. Amacı Dağ’ın sabrını taşırmak; sivil halk kitlelerini baştan çıkarmak, Kürt özgürlük hareketini savaş lobisinin istediği yerde, zamanda ‘savaşa’ zorlamak, kaos yaratmak, bundan yararlanarak sıkıyönetim ya da OHAL ilan etmek ve işte asıl o zaman, henüz ortaya çıkmamış darbe planlarını uygulamaya koymaktır. İşte bu bir ‘darbe planı’dır. Batı’da ‘ölü darbe’, doğuda ‘canlı darbedir’.” Kürt sorunu konusundaki ‘en parlak buluş’u seçilmiş Kürtleri kitleler halinde hapse atarak halk iradesini hiçe saymak olan ve bunun sonucunda ‘ılımlı Kürtlerin ortaya çıkacağını’ düşünebilen bir ‘zihinsel yapı’nın darbecilerle başka çıkması nasıl mümkün olabilir? RADİKAL -- ORAL ÇALIŞLAR
  12. Sn.Demirefe;Bugibi gizli bilgiler eskilerde sn.D.Perinceke servis edilir,D.Perincek kamuoyuyla paylasir herkes inanirdi degilmi? Simdilerde ise bugibi bilgiler Taraf gazetesine (Bende sevmem tarafi) servis ediliyor. Ister kabul edin isterse etmeyinde, bunlar gerceklerdir. 12 eylülü hatirlayalim...! Biz bunlari yasamistik. 70 lerde sokaklarda terör estiren ülkücülerin yaptiklari, Maras katliami ile darbenin bahanesi olmus,sol neredeyse silinmisti. "Günes nezaman dogacak" isimli filmin oynadigi sinemaya,gücü düsük bir bomba atilmis (ülkücüler tarafindan) koministler sinemayi bombaladi diye,önceden belirlenmis (kapilara isaretler konmus.Ayni 6-7 eylül örnegi)alevi ve solcularin oturduklari evlere baskinlar düzenlenmis,yüzlerce insan katledilmisti. Tüm bu olaylar yasanirken, asker ve polis sadece seyretmekle yetinmis,göstermelik ciliz müdaheleler...? 12 Eylül darbesi gerceklestiginde, cezayi yine madur olanlar cekmislerdir. Diyarbakir,Mamak,Metris ve bircok cezaevi, sol ve alevilerin iskencehaneleri haline gelmis,o cezaevlerindede yüzlercesi hayatini kaybetmisti. Ogünleri eniyi anlatan Aziz Nesinin "Saga 5 sola 15 yil" adli hikayesidir. Bu konuya gelecek olursak camilerin bombalandiginda suc kime atilacakti sorusu akillara geliyor. Türk insaninin su anki zihniyetinde cami bambalama olayini solculardan,alevilerden (Hic alakasi yokken)baskasi yapmaz. Darbe yapilip cunta is basina gectimi, faillerde hazir zaten eskilerde oldugu gibi. 12 Eylülde solun beli kirilmisti,saglam kalanlarida gecmislerini unutup saga kaymislardi. Bu seferkinde kirmakla kalmayip,hepten yok ederlerdi kanimca. VURUN ABALIYA...!!! 60 ve 70 lerde asker,polis,derin devlet ve mhp (ülkücüler) Türkiyede elbirligiyle kaos ortami yaratmis, 12 eylül sonucunda PKK yi yaratmislardir. Su anda PKK olayinin bariscil yollardan cözülmesini kimler,hangi kurumlar istemezler diye önünüze bir soru koysalar nasil cevap verirsiniz? Benim cevabim söyle olurdu. 1 - Türk Silahli Kuvvetleri: Egerki PKK olayi cözülür baris saglanirsa: TSK kan kaybeder,itibari zedelenir (kendilerince) askerlik yapmayacagim diyenlerin oranlari hizla artar,pasalarin kralliklarinin sonu olur. Haliylede o askerler PKK olayinin bitmesini hicmi hic istemezler. 2 - MHP - ülkücüler: MHP nin kuruldugundan itibaren yaptigi tek siyaset irkciliktir,baskada belirgin bir siyasetleri yoktur. PKK olayi cözüldügünde, gelecek nesilin beyinlerini milliyetcilik (irkci milliyetcilik)tuzaklariyla yikayamayacaklarindan,kan kaybedecekleri korkusuyla pkk nin bitmesini istemeleri neredeyse imkansizdir.
  13. Muhammed 25 yasina kadar yoksul bir hayat sürmüs,25 yasina geldiginde 40 yasindaki zengin tüccar Hatice ile evlenmis olup, 50 yasina kadar tek esli yasamistir. 50 yasina geldiginde, peygamberligini ilan ettiginden popüler olmus, yeni eslerle evlenmeler baslamis. 50 yasina kadar neden evlenememis derseniz,zengin Haticenin kendisini kapi önüne koyacagini bildigindendir. Muhammed 50 yaşında iken yaşıtı olan Şevde ile evlenmiş ve çok evliliklerine 53 yaşından sonra başlamıştır. Evlendiği hanımlardan biri hariç tümü, ya dul ya da önceki evliliklerinden çocukları olan kadınlardır. 51 yasindayken Ayse ile nisanlandiginda,Ayse 6 yasinda olup,oyuncaklariyla oynamaktadir. Bunu müteaakip,Hafsa,Ümmü Seleme,Ümmü Habibe,Safiye,Cüveyriye,Meymune,Zeynep,Zeynep Binti ve Haticenin dul kalan (kendi gelini sayilmazni)geliniyl evlenmis olup,bu evlilikleri devam etmistir. Ayse ile evlendiginde 54 yasinda olup,Ayse ise sadece 9 yasindadir ve 18 yasinda dul kalmistir. Dul olanlari himaye etmek icin almis diyelimde, geliniyle 9 yasindaki Ayseyi almasina nedemeli? Arkadasin biri "alan razi veren razi" demiste; bende soruyorum: Ebubekir Muhammedin cenazesine neden katilmadi diye? ***************************************************************************** AİŞENİN EVLİLİK YAŞI AİŞENİN EVLİLİK YAŞI TARTIŞMALARINDA SAVUNMACI TARİHÇİLİĞİN ÇIKMAZIMehmet AZİMLİ (Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) Kaynak:İslami Araştırmalar Cilt 16 Sayı 1/2003 Özet Bu çalışma, Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber ile evlendiğinde yaşının dokuz mu onsekiz mi olduğu konusundaki tartışmayı incelemektedir. Hz. Aişe’nin onsekiz yaşında iken evlendiği görüşünü savunanların, bölgenin iklim ve evlilik kültürünü dikkate almadıktan, bu görüşün bilimsel olmaktan ziyade Oryantalist söyleme karşı tepkisel bir savunma psikolojisi içerisinde ortaya konulduğu belirtilmektedir. Bölgenin iklim yapısı ve evlilik kültürü göz önüne alındığında birçok örneği olan ve toplumsal olarak hiç problem edilmeyen bu evliliğin esasen Hz. Aişe dokuz yaşlarında iken gerçekleştiği ve rivayetlerin de bu noktada odaklandığı sonucuna ulaşılmıştır. Giriş Hz. Muhammet (a.s.),VII. yy.da Arabistan’da yaşamış ve Arap kültürü içinde yetişmiştir. Bu kültürün bir üyesi olan Hz. Peygamber, İslam Dini olarak insanlara tebliğ ettiği “Din” ile mensubu bulunduğu kültürde önemli değişiklikler yapmıştır. Sosyal yaşamın birçok alanında ve kurumlarında gelenek haline gelmiş yaşam biçiminde (adetlerde) büyük ölçüde değişimleri gerçekleştirmiştir. Aile yapısı, kadının konumu, evlilik ve boşanma gibi sosyal hayatın en başat değerleri de söz konusu değişimden pay alan kurumlar arasındadır. Büyük değişimlerin mimarı olmasına rağmen, aynı geleneğin bazı adetleri İslam Dini içinde kabul edilmiş ve sürdürülmüştür. Örneğin evlilik akdi (nikâh) konusunda Hz. Peygamber önemli değişiklikler, düzenlemeler getirmiştir, fakat evliliğin yaşı, evlilik merasimi vs. gibi geleneğin hâkim olduğu cihetlere dokunmamıştır. Hatta kendisi de bu alandaki geleneğe tabi olmuştur. VII. yy. Arap kültürünün bir üyesi olmasına bağlı olarak yapmış olduğu bir kısım davranışları, zaman zaman eleştiri konusu olmuştur. Hz. Aişe ile evliliği de eleştiriye konu olan hususların başında gelmektedir. Özellikle bir kısım Oryantalistler, Arap örfüne (kültürüne) ait özel durumları yanlış yorumlayarak veya kendi kültürlerine kıyaslayarak eleştirilerinde ileri gitmişlerdir. Hz. Peygamberin 9 yaşındaki Hz. Aişe ile evlenmesi olayını “54 yaşlarında bir erkeğin oyuncaklarla oynama çağındaki bir çocukla evlenmesi”olarak nitelendirerek, bu evliliği bir anlamda şehvetperestlik, hatta daha da ileri götürerek ******* olarak nitelendirmişlerdir. Yaşlı bir erkeğin, bakire bir kız çocuğuyla “garip evliliği” diye yorumlamışlardır. Devami icin : -http://islamiyetgercekleri.wordpress.com/aisenin-evlilik-yasi/-
  14. Sansürlemeliki; Türkiyedeki cemaat agini kaybetmesin. Hala hazirda olanlara, kömür ve erzak tuzaklariyla baskalarinida eklesinler.
  15. Ayni CHP gibi MHP cizgisine kaymis olan Hürriyet gazetesi, daha ilimli halemi gelecek,dahami fasizanlasacak ileriki günlerde görecegiz. Umarim eski cizgisine ve gercek okurlarina kavusur. KAYNAK : Kanaltürk.
  16. Sayin Erdogana tamamiyle katiliyorum. Konuyu acan üye konusuna sahip ciktigi sürece, sorun olmaz diye düsünüyorum.
  17. Yargıdan Can Dündar'a kötü haber Mustafa belgeseli nedeniyle Can Dündar hakkında verilen takipsizlik kararı Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kaldırıldı ANKARA - Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, gazeteci Can Dündar hakkında, "Mustafa" belgeseli nedeniyle yürütülen soruşturmada verdiği "takipsizlik" kararını kaldırdı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise mahkemenin kararının kanun yararına bozulması istemiyle Adalet Bakanlığına başvurdu. Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin "takipsizlik" kararında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Can Dündar tarafından senaryosu yazılıp yönetilen "Mustafa" belgeseli nedeniyle, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ile 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’a muhalefet suçları kapsamında yürüttüğü soruşturmada "kovuşturmaya yer olmadığına" karar verdiği anımsatıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kararına Ali Behram Şahbudak’ın itirazda bulunduğu hatırlatılan kararda, dosyanın mütalaa için Sincan Cumhuriyet Başsavcılığı’na tevdi edildiği kaydedildi. Kararda, Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, mahkemenin takdirine bırakılması gereken suç kastına ilişkin değerlendirme yaparak "kovuşturmaya yer olmadığına" karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğu değerlendirmesinde bulunduğu ve takipsizlik kararına yapılan itirazın kabulü yönünde görüş sunduğu aktarıldı. Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararında da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, soruşturma konusu olayla ilgili aldırdığı bilirkişi raporunda, bilimsel nitelikte değerlendirmelerde bulunulduğu, rapor içeriğinde şüphelilerin Atatürk hakkında yanlış, aykırı yorum ve eksik anlatımda bulunduklarının saptanması karşısında, şüphelilerin eylemlerinin nitelendirilmesi ve kasıtlarının değerlendirilmesi açısından ve 5816 sayılı Yasa hükümleri uyarınca hukuki durumları mahkemesince değerlendirilmek üzere atılı suçtan dolayı kamu davası açılması gerekirken, "kovuşturmaya yer olmadığına" dair karar verilmesinin yersiz olduğu belirtilerek, "takipsizlik" kararına karşı yapılan itirazın kabulüne karar verildiği ifade edildi. Bu nedenlerle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği "kovuşturmaya yer olmadığına" dair kararın kaldırılmasına karar verildiği kaydedildi. Karara ilişkin değerlendirmede bulunan şikayetçi Demokratik Kitle Örgütleri Birliği Platformu Genel Başkanı Ali Berham Şahbudak ise "Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının, bir Atatürkçü olarak kendisini çok mutlu ettiğini" söyledi. Şahbudak, "Bir dahiyi anlatırken, o kadar da basit cümlelerle kamuoyuna sunulamayacağını, mahkeme vermiş olduğu kararla kanıtlamış oldu. Bu dava kişisel değil. Türkiye Cumhuriyet devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e saldırıların önlenmesi için önemliydi" diye konuştu. -KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİ- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının kanun yararına bozulması istemiyle Adalet Bakanlığına başvurdu. Başvuru dilekçesinde, "Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret suçunun, soruşturulması ve kovuşturulmasının yakınmaya bağlı suçlardan olmayıp kamu adına takibi gereken suçlardan olduğu" belirtilerek, "takipsizlik" kararına ancak suçtan zarar görenin ya da müştekinin itiraz edebileceği, bu soruşturmada ihbar ve itiraz edenin suçtan doğrudan doğruya zarar görmesinin söz konusu olmayıp buna bağlı olarak verilen karara itiraz hakkının bulunmadığı" kaydedildi. Dilekçede, "İtiraz eden Ali Berham Şahbudak’ın suçtan zarar gören olmadığı, bu nedenle itiraz hakkı bulunmadığından reddine karar verilmesi gerekirken, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin bu itirazı kabul ettiği" belirtildi. Başvuru dilekçesinde, mahkemenin söz konusu kararının kanun yararına bozulması talep edildi. (aa) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=969585&Date=17.12.2009&CategoryID=77
  18. Buyurun cenaze namazina... Bizdeki dinci ve irkci guruplar cuvaldizi devamli karsisindakilere batirirlarda,kendilerine ignenin ucu degdiginde basarlar yaygarayi. Diyanete giden vergi gelirlerinin 1/3 ü diger inanislardan geldigi halde,haram parayla ibadet yapmayi günah saymazlar... Almanyada illerde,ilcelerde hattaa beldelerde bile camiler var. Cogunun büyük bir bölümü isyeri olarak isletiliyor ve vergidende muaf. Örgütlenmeleride buralarda yapiyorlar. Türkiyede birakalim ilce yada beldeyi bir IL'e kilise yapilmaya kalkilsa,daha insaat halindeyken halk sokaga dökülür belkide yerle bir ederler. Refarandum yapilsa,EVET diyeceklerin %10 u gececegini sanmam hangi il olursa olsun. Cuvaldiz igne meselesi...!!!
  19. Süzgeç!

    Atatürk ve Din.

    * Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. - Mustafa Kemal Atatürk
  20. Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra Sözcü gazetesinde yazılarına yeniden başlayan Emin Çölaşan bugün Org. İlker Başbuğ‘a açık mektup yazdı. “AKP ve Fethullah Gülen’e karşı dik dur paşam” dedi. CUMHURİYET KİMLERİN ELLERİNE KALDI “SAYIN Paşam, Türkiye Cumhuriyeti’nin ne durumlara düşürüldüğünü, kimlerin elinde kaldığını ve kimler tarafından nasıl yönetildiğini hep birlikte ibretle, hayretle ve utanç duyarak izliyoruz. Milyonlarca yurtsever insanımız Ergenekon davası ile korkutulmuş, sindirilmiş, susturulmuş durumda. Toplumda ses verenlerin sayısı çok az. MEDYAYI DA SİNDİRDİLER Buna medyayı da ekleyin. Bir sürü cambazlık, yalakalık ve para gücüyle medyanın önemli bir bölümü de artık onların elinde. Kendilerinden yana olmadığı (!) zannedilen korkak medya kuruluşlarını da tam anlamıyla korkutup sindirdiler. Bu iktidara karşı yayın yapabilen sadece üç gazete, bir veya iki televizyon kanalı var. Yüz kızartıcı bir durum. AKP‘YE ÇALIŞAN ZENGİN KİTLESİ Her gün attıkları nutuklarda “Demokrasi, fikir ve ifade özgürlüğü” falan gibi beylik laflar ediyorlar. Bu nasıl demokrasi, nasıl fikir ve ifade özgürlüğüdür ki, AKP iktidarının işine gelirse vardır, gelmiyorsa yoktur. Aynı biçimde işadamları korkutuldu, sindirildi. Sermaye kendi adamlarının eline geçirildi. Yeni bir zengin kitlesi yaratıldı ve bunlar tüm güçleriyle AKP‘ye çalışıyor. ORDUMUZ EN TEHLİKELİ GÜÇ OLARAK GÖRÜLÜYOR Gelelim devlete. En tepeden başlayalım. Cumhurbaşkanlığı dahil, ellerine geçirmedikleri kurum hemen hemen hiç kalmadı. Buna milliliği kalmamış eğitim, hastaneler, polis bile dahil. Yedi yıllık iktidarlan döneminde ele geçiremedikleri sadece bir buçuk kurum kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri ve yargının bir bölümü. Yargıyı da bir yıl içerisinde halledecekler. İşte Paşam, şimdi bütün amaçları sizlerin, yani komuta kademesinin kişiliğinde ordumuzu yıpratmak, küçük düşürmek, saygınlığını yok etmek… Çünkü ellerinde ordumuzu ele geçirecek bir plan yok. Atatürkçü, laik, Cumhuriyet’in ilkelerine bağlı ordumuzu kendi emelleri karşısında “En tehlikeli” güç olarak görüyorlar. İşte bu yüzden, ellerindeki korkunç medya gücünü de kullanarak sizlere saldırıp duruyorlar. Bu saldırılar çoğu zaman onların ağzından doğrudan doğruya çıkmıyor. Bu amaçla emirlerindeki satılık-korkak-zavallı medyayı kullanıyorlar. BEYİN YIKAMA KAMPANYASI SÜRÜYOR Hain plan son derece cingözce hazırlanmış. Fikir ve ifade özgürlüğü (!) var ya, o kavramlar kullanılıyor. Beyin yıkama kampanyası sürüyor, dışarıdan planlanan amansız propaganda makinesi olanca hızıyla çalışıyor. TÜRK ORDUSU İRTİCA VE KÜRTÇÜLÜK ÖNÜNDE EN BÜYÜK ENGEL Sayın Paşam bunların medyasında şimdi sizler için “İstifa edin… İstifa edecekler… Görevden alınsınlar, alınacaklar” çığlıkları atılıyor. Yani Tayyip’in en başta siz olmak üzere en yakın çalışma arkadaşlarınızı görevden almasını umuyorlar! Peki bütün bunlar niçin oluyor? Bunları siz, elbette bizlerden çok daha iyi biliyorsunuz… Çünkü Türk Ordusu, bunların en büyük iki amacı karşısına dikilmiş en büyük engel. İlki irtica. Müslümanlık değil, din tüccarlığı, din baronluğu, Türkiye’yi yavaş yavaş İslam devleti yapma niyetleri. İkincisi Kürtçülük ve bölücülük. DARBE ÇIĞLIKLARIYLA TANTANA YAPILIYOR Türk Ordusu bu hainliğin önündeki en büyük engel. İşte o yüzden size resmen düşmanlık sergiliyorlar. Ordumuzu yıpratmak için ortaya düzmece belgeler çıkarılıyor, “darbe” çığlıkları atılıp tantana yapılıyor, ülkenin gündemi hep AKP lehine bilerek değiştiriliyor. Şu son Kürt açılımı fiyaskosunda tam AKP dibe vurmuştu ki, ince planın yeni bir aşamasına geçildi… Ve ortaya yeni belgeler atıldı. Ne ilginç bir zamanlama! Gazeteler, televizyonlar ve çığırtkan yalaka medyanın eline yeni bir oyuncak verildi. Türk Ordusu’na hakaret, aşağılama ve alay etme yarışı yeniden başlatıldı. MEHMETÇİĞE KURŞUN SIKANLARIN TORUNLARI Başbuğ Paşam, bir şeyi çok iyi biliyoruz. Sizler, bu hainler tarafından bir düşman ordusu olarak görülüyorsunuz. Hiç kuşkum yok, bunlar İstiklal Harbimizde vatanımızı işgal edenleri Yunan, İngiliz, Fransız bayraklarıyla karşılayanların, onlar adına camilerde övgü vaazları verenlerin, vatan elden giderken yurdun dört bir yanında şeriatçı ve Kürtçü isyanlar çıkarıp Mehmetçiğe kurşun sıkanların torunları. ORDUMUZU KUCAKLARINA OTURTAMADILAR Bu hainler hep oldu, bundan sonra da olacak… Ve milyonlarca yurtsever insanımız onların karşısına her zaman aslanlar gibi dikilecek. Bu ülke o kadar ucuz değil. Kanla, irfanla kurulan Cumhuriyet elbette ki yobazların, Kürtçülerin, bölücülerin, ihanet şebekelerinin ellerine bırakılmayacak. Paşam, oynanan oyun çok açık. Karşı tarafın sinirleri gergin çünkü ordumuzu bir türlü kendi kucaklarına oturtamadılar, ele geçiremediler. O yüzden saldırıyorlar. PAŞAM DİK DURUN Sonuçta siz ve arkadaşlarınız da insansınız. Etten kemikten yaratılmışsınız. Sakın ola ki bu geçici günlerde moraliniz bozulmasın. Haddim olmayarak söylüyorum, dimdik durun. AKP geçicidir. Bugün iktidarda, yarın ilk seçimde bitecek. Biz ne iktidarlar, ne güçlüler, ne hainler, ne sahtekarlar gördük bu ülkede! Şimdi hangisinin esamesi okunuyor? KESER DÖNER SAP DÖNER.. Milyonlarca yurtsever insanımız sizlerin, yani ordumuzun üzerinde oynanan bu çirkef oyunun farkında. Bu ölü toprağı üzerimizden bir gün kalkacak. Sessiz çoğunluk, bu şamatacı azgın azınlığa bir gün mutlaka “Dur” diyecek. Bu yapılanların hesabı, milyonlarca yurtsever insanımız adına bir gün mutlaka sorulacak. Bizler ölmedik ve yalnız değilsiniz. Bu günler de geçecek. Yeter ki sizler sağlam durun. Ne demiş atalarımız: Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Size ve silah arkadaşlarınıza saygılarımla Paşam.” Cahil insanın yanında kitap gibi sessiz ol! HZ.MEVLANA
  21. Atatürk hiç diktatör olmadı, keşke olsaydı! Mine Şenocaklı / VATAN Tam 60 yılını Cumhuriyet tarihini ve Atatürk’ü araştırmaya adayan Turgut Özakman, “Atatürk’ün diktatör olduğunu iddia ediyorlar, ama hiç olmadı” diyor. Sonra çok tartışılacak bir söz söylüyor; “Keşke olsaydı! Bir milletin kurtuluşu için 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır.” Bu sözünün altını dolduruyor ardından: “Çünkü daha hızlı gitmemiz lazımdı. Halk hükümeti kurulmasına ihtiyaç vardı. Ama Atatürk kadar çalışan adam çok azdı. Yaratıcı zekaya sahip kadrolar yoktu...” Dersimiz Atatürk neyi anlatıyor? Bir kere Atatürk niye büyük onu bilelim. Hepimizin bilmesi lazım. Dünya tarihinde bir eşi yok. Hem vatanını kurtarıyor, hem milletini kurtarıyor, hem de emperyalizme karşı savaşıyor. Üstelik bütün bunları sıfırdan yola çıkarak yapıyor. ABD’nin eski Başkanı General Eisenhower Avrupa’ya çıktı, Almanlar’ı yendi o kadar. Şimdi adını anan bile yok. O tarihlerde Cumhuriyet ilan edildikten sonra Ahmet Emin Yalman’ın bir yazısı var. Diyor ki, “Mustafa Kemal Paşa bence Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın önderi General George Washington gibi bir köşeye çekilip kendini unutturmalı.” Nasıl bir kafadır bu. Hep de iddia ediliyor ki, diktatör olabilir. Ama hiç olmadı ki... Keşke olsaydı! Neden? Bir milletin kurtuluşu için 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl diktatörlüğe katlanılır. Keşke olsaydı, çok yavaş gitti. Hızlı gitseydi, daha çok şey yapsaydı, bugünler çok daha farklı olurdu. Mesela ne yapabilirdi? Cumhuriyet kurulduktan sonra hiçbir şeye karışmıyor. Bakanları çağırıp talimat vermiyor. Öyle sersemlikler yapan bakanlar var ki, birini çağırıp azarlasa... Hangi konularda? Her konuda. Yani çalışan adam çok az, yaratıcı zeka yok. Cumhuriyet kurulurken sadece 50 kişi asıldı! ‘Keşke diktatör olsaydı’ sözünüzü biraz daha açar mısınız? Daha hızlı gitmeye ihtiyacımız vardı, halk hükümeti olmaya ihtiyacımız vardı. ‘Nef’i hazine’ diye bir tabir vardır bilir misiniz? ‘Hazinenin menfaatine’ demektir. Maliyede bir sorun çıkarsa bütün meseleler hazinenin yararına halledilir. Bu Osmanlı’dan kalma aşağılık bir anlayış, doğrusu halk yararına olacak. Biz halk hükümeti kurduk ama halk ayağına dayanmayı başaramadık. Yani, o küçük memurdan başlayarak bunu yaratamadık. Bu çok zor bir şey tabii. Yani bin yıllık bir alışkanlığı hemen çabucak bırakıp halkın emrinde olduğunu, onun hizmetkârı olduğunu anlamıyor devlet. Şimdi de anlamıyorlar. * Birkaç yıl önce Şebinkarahisar’da konuştuğum 103 yaşındaki Bilal Dede, “Şapka yüzünden çok adam asıldı. ’Böyle devrim olmaz. Bu şapkayla namaz kılınmaz’ diyen ne kadar alim varsa biz onların cenaze namazına durduk!” diye anlatmış ve ardından da “Atatürk diktatördü amma böyle olması gerekiyordu. Bu millete onun gibi biri lazımdı. Kafasında hem akıl hem siyaset vardı. Bir daldan yaprak düşmeden o düşeceğini anlardı...” diye eklemişti. Öylesine saygı duyuyordu Atatürk’e... Bir de tanım yapmıştı, “Atatürk öyle bir adamdı ki kurt bile koyuna dalmaktan korkardı dağlarda!” diye... Bunları söyleyen bir köylü. Duyduklarını anlatmış size... Bir kere “Devrimlere karşı çıktı” diye, asılan yok. Bunu bilin... Giyim kuşam devriminde şapka, isyan için vesile azledilmiştir üç-dört şehrimizde. Rize’de, Erzurum’da, galiba Sivas ve Elazığ’da da... Onların elebaşları, yani “Şapka giymeyiz, kafirliktir! Devirelim bu hükümeti” diyenler asılmıştır. O apayrı bir hikâyedir. Onların hepsini toplarsan da bir şey etmez. Cumhuriyet’in 50 kişinin idamıyla gerçekleştiğini, inanılmaz bir büyük devrim yaratıldığını düşünün. Bu, insanın parmağına toplu iğne batması kadar basit bir şey. Kansız bir devrim olduğu zaten kabul ediliyor... Kesinlikle. Çünkü sıkıyönetim yok, sansür yok. Bunlar da bir Şeyh Sait isyanında, bir de İzmir Suikasti dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri’nde çalıştırılmıştır. Şimdi onları yazıyorum ‘Cumhuriyet’ kitabım dolayısıyla... Tam ifade metinlerini okuyunca, sonradan iyi niyetle özetlenenlerin ne kadar yanlış olduklarını ortaya koyuyorum... Öyle şeyler söylenmiş ki, onları da o özetlere koymak lazımdı ki İstiklal Mahkemeleri’nin ne kadar dikkatli, ne kadar özenerek, ne kadar saygı duyularak gerçeği ortaya çıkartmaya çalıştığı anlaşılsın. Önce insanlara vakit veriyorlar. Yani karşılarına geçirip de “Anlat!” diye başlamıyor o soruşturmanın mahkemeleri... Bizim kendi tarihimizi çok iyi, çok ciddi, çok saygı ile incelememiz lazım. Demokrasiye geçişte İsmet İnönü çok fazla telaş etti Atatürk’e ilginiz ne zaman başladı? 60 yıl önce... Anadolu’da yayan yürüdüğüm zaman... Ankara-Polatlı’dan Afyon’a yayan yürüdüm, 10 arkadaşımla birlikte. 1948 yılında... 30 Ağustos Zaferi’ne katılmak için Polatlı’dan toprak alıp götürmüştük Afyon’a. 10 günde gittik. Ertesi yıl yeni bir yoldan, Kütahya’dan Afyon’a bir daha yürüdüm. İşte o arada anı toplamaya başladım, derken bugünkü hale geldi. Peki ilk yürüyüşünüze karar vermeniz nasıl oldu? Bir dernek kurulmuştu. ‘Anadolu Oymağı’ diye... Ben o zaman Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyim. O dernek bu yürüyüşe katılacak gönüllüler arıyordu. Biri ben oldum. Hayatınız o zaman değişti diyebilir miyiz? Evet. İyi ki de gitmişim. Anıları dinledik. “Kemal’in Askerleri” o anılardan kalma bir deyimdir. Ondan sonra da, param varsa kitap aldım okudum, yoksa kütüphanedeki kitaplardan defterlere yazdım. Evvela anılarla, sonra yakın tarihimizle ilgili bilgi ve yayın toplamaya başladım... Aradan geçen 60 yılda ne öğrendiniz? Yalnız kahraman yetiştirmiyoruz biz, hain de yetiştiriyoruz. Bunların içinde, hain de var, yalancı da var. Sırf politika uğruna bunları yapan da var. Dolduruşa geldiği için onları doğru zannedip sahibinin sesi olarak konuşan plaklar da var. Cumhuriyet kurulduğu zaman da Cumhuriyet’in düşmanları var. Onlar saraylılar, hilafetçiler... Bugünkülere bakıyorum, bazıları dinci olduğu için Atatürk’e, Cumhuriyet’e karşı. Ama gencecik adamlar var, onlar niye Cumhuriyet’e karşı? Cumhuriyeti yıkıp yerine daha ileri ne kurabilirsiniz? İnsanoğlunun yaratabildiği daha ileri bir düzen yok ki! Atatürk’ün bir sözü var; “İnsanoğlunun en büyük ümidi demokrasidir” diyor. Müthiş bir söz. Atatürk tam demokrasi istiyor. Ama biz daha kuramadık. Sanıyorum İngiltere’de var. Amerika’da söz konusu değil. Almanya’daki demokrasiye de saygım yok. 3 yıl kaldım, geçiniz. Fransa’da demokrasi olsaydı ’Ermeni kıyımı olmamıştır’ diyen birini hapse atacak kanun çıkamazdı. Demek ki yok demokrasi. Belki demokrasinin yüzde 70’i vardır ama gerisi yok. Köy Enstitüleri’nin kapanmasında CHP’nin de yarı yarıya payı var Bizde demokrasinin yüzde kaçı var? Biz daha demokrasinin eşiğindeyiz. Biz seçimi demokrasinin tamamı sandık. Partiler çoğalır, seçim de yapılırsa bu demokrasidir sandık. Bunun demokrasinin onda biri olduğunu anlamadık. Tabii ki bu zorunlu, demokrasinin olmazsa olmaz bir kuralı. Ama demokrasi bundan ibaret değil. Bir kere hakikaten devletin gerçekten laik olması lazım, gerçekten bilime saygı duyması lazım. Türkiye, Atatürk’ün kurduğu düzenin üzerine ne kadar taş koyabildi? Biraz. Çok partili döneme geçilmesi, seçim yapılması, CHP’nin iktidarı kavgasız gürültüsüz Demokrat Parti’ye devredebilmesi bunlar bir ilerleme sayılıyor. Ama demokrasiye geçişte İsmet Paşa’nın çok telaş ettiği görülüyor. Bir an evvel demokrasiye geçilsin, o da demokrasi öncüsü olsun diye... Ama devrimleri, laikliği daha güvence altına alması gerekiyordu, büyük çoğunluk ondaydı. Mesela ‘Köy Enstitüleri’ni Demokrat Parti kapattı’ diyorlar ama yarı yarıya kapatan CHP’ydi. Son darbeyi vuran Demokrat Parti’ydi. CHP ile Demokrat Parti’nin uzlaşmadaki yetersizliğinden dolayı kapanmıştır Halk Evleri de... Kontrol edemeyeceklerini mi düşündüler? CHP bir devlet kurumu haline getirilmesine razı, Demokrat Parti de buna razıymış gibi görünüyor. CHP’yi Faik Ahmet Barutçu temsil ediyor. Demokrat Parti’yi Adnan Menderes... Sonra birden kopuyor. Bir kanun geliveriyor, CHP’liler de şaşırıyorlar. Ve Halk Evleri kapatılıyor. Görüşmeler yavaş yürüdüğü için... Adnan Menderes’in sabırsızlığı olabilir. Benim bütün kuşağım, biz Halk Evleri’nde yetiştik. Hiç CHP lafı falan duymadık. Parti örgütü gibi değildi Halk Evleri. Hadi tedbirli konuşayım, belki bir-iki yerde olmuştur. Ama ben Halk Evleri’nde çok çalıştım, hiçbirinde parti lafı edilmezdi. Orası bizi medeniyet için bir araya getiren bir yerdi. Artık bir daha kurulamaz. Köy Enstitüleri de, Halk Evleri de... Köy Enstitüleri Türk dehasının bir eseridir. O Köy Enstitüsü mezunlarında ne müthiş bir idealizm vardır. 8 tane adam komünist olmuşsa ne olmuş! Orduda oldu, kapattık mı orduyu? Üniversitede oldu, kapattık mı üniversiteyi? Komünist varsa, atarsın onları, biter gider. Köy Enstitüleri, Türkiye’yi kurtaracak çok büyük bir projeydi... TURGUT ÖZAKMAN DÜN NE SÖYLEMİŞTİ? Şeyh Sait İsyanı çok büyük talihsizlikti! Hem Kürtler hem de Türkler için... Kürt meselesinde Şeyh Sayit İsyanı çok büyük bir talihsizlik oldu. O çok şaşkın bir isyandı. Ne kadarı etnik isyan, ne kadarı dini isyan belli değil. Ne kadar akılsız bir iş yapılmış, ne kadar çok insan öldü. Hem Türk Ordusu’ndan hem de Kürtler’den... Üstelik Türk Ordusu’nda savaşan o kadar Kürt var ki!.. Ankara’nın Doğu’dan ürktüğü anlaşılıyor. Çünkü o dönemde İngilizler’le el altından işbirliği yapan çok Kürt var. Musul meselesinde İngilizler’den büyük bir darbe yemişiz zaten. Savaşmak gerek ama Türkiye daha yeni barışa ermiş. Yaraları yeni yeni sarılacak, savaşabilir mi? İşte tam da böyle bir dönemde isyan oluyor. Ürküntü, korku, güvensizlik var... Yoksa Kürt halkıyla hiçbir sorunumuz yoktu. Olsaydı, Lozan’a giderken Kürt milletvekilleri ’Bizi sizden ayırmak istiyorlar. Aman ha ayırmayın!’ diye İnönü’yü uyarırlar mıydı? Kürtler zaten kurucu millet! Asli unsur olmaktan çıkıp sığıntı mı olmak istiyorlar? Bazı Kürtler diyorlar ki, “Lozan’da İsmet Paşa, ’Ülkeyi Türkler ve Kürtler birlikte yönetmektedir, yönetecektir’ demişti.” Doğru... Zaten öyle değil mi? Cumhuriyetin kuruluşundan beri birlikte değil miyiz? Kurucu millet onlar. Şimdi kurucu millet olmaktan çıkıp, azınlık olarak sığıntı bir millet mi olmak istiyorlar? Elbette egemen milletin bazı üstünlükleri vardır. Egemen millet, bu üstünlüklerini tabii ki zaman içersinde törpüleyerek yavaş yavaş herkesin altında yer alacağı büyük bir şemsiye yaratır. Ama bu kavgayla yaratılmaz bu şemsiye! Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de Kürttü! Atatürk’ün üç yaveri var; biri Çerkez, biri Kürt, biri Türk. Kürt olan Mahmut Bey, daha sonra Siirt mebusu oluyor. Mahmut Soykan... Çerkez olan Altemur Kılıç’ın dayısı Muzaffer Kılıç... Türk ise Salih Bozok. Atatürk’ün manevi oğlu Abdürrahim de, Kürt’tü. Van ve Muş çevresindeki savaştan sonra Ermeniler’in dağıtıp kestiği ailelerden geride kalan yetim ve öksüz çok çocuk var. Herkes bu çocuklara sahip çıkmaya çalışıyor. Abdürrahim’i de 5 ya da 6 yaşında alıp annesi Zübeyde Hanım’ın yanına İstanbul’a gönderiyor Atatürk. ’Bu bizim evladımız olsun’ diyerek... YARIN: Özakman’ın, ’Eğer o konuda bir günahı varsa benim olsun’ dediği Atatürk’ün insani zaafı ne?
  22. Olmadi be çocuk... olmadi. Beni anlatan bir film yapmissin . Kizginim, utanç içindeyim. Sana degildir kizginligim. Filmdeki Mustafa'dan da utanmis degilim. Basaramadim, bundandir utancim. Komutam altinda, bu vatan için kanini akitan Türk askerlerinden utandim. "Özgürlük" demistim, benim karakterimdir.. "Bilim" demistim, tek yol göstericidir. Sen, "Karanliktan korkardi" demissin benim için. Korkardim evet. Bu ulusu bogmak isteyen karanliklardan çok korktum. Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadim ya. Söküp atmadim mi o karanligi bu ülkenin üzerinden? Diktatör demissin bir de. Hiç okumadin mi çocuk? Nerde benim nesilleri emanet ettigim ögretmenler? Anlatmadilar mi sana? Baskomutan olarak cepheden cepheye kosarken, ve bütün kararlari tek basima alabilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk? Böyle diktatör olur mu? Ah be çocugum. Neden, nasil düsman ettiler seni bana? Baktim asktan, sevgiden, aileden bahseden güzel seyler yazmissin bugüne kadar. Belli ki, Çaliskansin, zekisin. Dedim ya, sana degil kizginligim. Basaramamisim. Anlatamamisim demek ki özgürlügün kiymetini, bagimsiz bir ulusun, onurlu özgür bireyi olmanin ne büyük bir nimet oldugunu. Yazik olmus, onca vatan evladinin kanina, onca ananin göz yasina. Veremem ki simdi hesabi, ne o gencecik bedenlere, ne de o gözü yasli analara. "Bu muydu ugruna bizi ölüme gönderdigin vatan?" derlerse, "bu nesiller miydi, ölen evlatlarimizin kaniyla kurdugun ülkeyi emanet ettigin" diye sorarlarsa ne derim ben onlara be çocuk? Olmadi be çocuk... olmadi. Taner YENiDOGAN
  23. Sn.A.Kayanin bu sözlerine sonuna kadar katiliyorum. Medyada yansitildigi gibi PKK propogandasi yapmadiginida, gittigim gecelerinden biliyorum. PKK savunucusuydu diyenlere; asil siz I.Tatlises ve M.Kirmizigül'ü takipe alin diyebilirim. Bizim ülkemizde hep güclüler kazanir, gücsüzler kaybeder. Güclü olanlarin yandaslari cogunlukta oldugundan, el üstünde tutulmalarida ülkemiz acisindan normal sayilir. Ama asil olan gercek: Devlet yada güclü kisiliklerden destek istemeyen asil sanatcilarimizdir. A.Kaya'da bu katogiridedir.
  24. 'Çılgın Türk' Mustafa'yı eleştirdi 'Mustafa' filmiyle bazı kesimlerin eleştirilerine maruz kalan Can Dündar ile kendisine eleştiriler yönelten Turgut Özakman, 32. Gün'de karşı karşıya geldiler. İşte programda konuşulanlardan çarpıcı detaylar. Milliyet Gazetesi Yazar Can Dündar, senaryosunu yazdığı ve yönettiği 'Mustafa' filmiyle bazı çevrelerin şimşeklerini üzerine çekmişti. 'Şu Çılgın Türkler' kitabının yazarı Turgut Özakman'ın eleştirilerinin kendisini çok üzdüğünü söylemesinden sonra Dündar ve Özakman biraraya gelerek filmi birlikte izleyip karşılıklı görüşlerini paylaşmıştı. Özakman, 32. GÜn programında bu kez izleyiciler önünde filmle ilgili görüşlerini ve eleştirilerini dile getirdi. Özakman'ın filme yönelik değerlendirmeleri şöyle oldu: Mustafa Kemal Atatürk'ün adı, ortaokul birinci sınıftan itibaren resmen 'Mustafa Kemal'dir. Mustafa'lığı 13 yaşından beri yoktur. Onu Atatürk'ten koparabiliriz anlatırken ama Mustafa Kemal'i ikiye bölüp anlatmak, annesinin gözüyle görmeye çalışmak, bütün film o estetikte yapılsaydı ona da itiraz etmezdim. -Atatürk'ü biz niye anlatıyoruz? Sıradan, alelade bir insan mı? Bizim ona bir borcumuz var mı? Bizim için büyüklüğü var mı? Devletimizi kuran, dünyanın büyük, ender askerlerinden biri mi? Bir devrimin önderi mi? Bir insan olarak bizim minnet duyduğumuz bir insan mı? Onu anlatıyorsak o zaman onu doğru anlatacağız. Bütün biyografi yazarları için çok ciddi bir tarihçi vicdanı ve sanatçı duyarlılığı gerekiyor. Bunların büyükçe bir bölümünün Can'da olduğunu görüyorum ama bir çok şey gözünden kaçmış, bir çok şey aceleye gelmiş, bir takım şeyleri de işte bu yaştaki gençler Atatürk'ü bilmeden büyüyor. O bilgisizliğin bütün etkilerini ben burada görüyorum. Genel olarak bir şey demiyorum ama tashih yapılması gereken yerler var. -Atatürk'ü Atatürk yapan Çanakkale'dir. Onu sadece Conk Bayır'ı ile anlatmak kabil değil. Bir de onu 28 Temmuz diye Rumi tarihle vermişler. Ama onun doğrusu 10 Ağustos 1915 -Ceset tarlası hikayesi dokunmuş size, haklısınız. Ama o laf zaten uydurma. Yeri yok, kaynağı yok, dayanağı yok. Bir kere onu oradan silip atmak lazım. -Vahdettin konusunu Atatürk anlatıyor. Bir üçüncü kişi görüp de Vahdettin Mustafa Kemal'e tarih kitabını gösterip de 'İşte siz bu tarihe geçtiniz' demiyor. Atatürk anlatıyor, o söylüyor bize ve sonra da yorumunu yapıyor. Bu cümlenin nasıl gereksiz, yanlış anlaşılmaya müsait, yani Vahdettin'in iç yüzünü anlatıyor. Onu söyledikten sonra Mustafa Kemal'in yorumunu söylememek hakikate çok büyük ihanet olur. Burada söyleyemeyeceğim kadar sert bir yorum. Onun vatanını sevmediğni, hanedanını ve tahtını koruduğunu ve sadece kendisi adına kullanmak istediğini vs. Atatürk'ün anılarında yazıyor. Bu böyle olur. Bir şey söylüyorsanız karşıtını da vereceksiniz. Bir yerde diyor ki Atatürk meçhule gidiyor. Atatürk'ün Anadolu'ya meçhule gitmediği Tayin Kararnamesi'ne eklettiği maddelerle bellidir. Çok büyük planlarla gidiyor. Ali Fuat Paşa ile teferruatıyla konuştuğu söyleniyor. İsmet Paşa ile kısmen, Kazım Karabekir ile konuştuğu söyleniyor. Rauf Orbay ile de genişliğine kavuşmuştur... Meçhule gider değildi. Yalnızdı diyor giderken. Atatürk Çanakkale kahramanı olarak hiç yalnız olmadığının farkındaydı. 23 Nisan töreni için, dayandığı güçlerle ilerde hesaplaşacaktı diyor. Dayandığı güçler dindar, dine bağlı insanlardı. Bunlarla Cumhuriyet'in bir hesaplaşması olamaz. Bugün de olmaz yarın da olmaz. Softalarla, yobazlarladır. Atatürk diktatör değildi Bütün gücün Atatürk'ün elinde toplandığı bir an bile olmadı. Meclisi var, hükümeti var, yargıları var. Söyleyip de yaptıramadıklarını konuşalım mı? 3 kere toprak reformu için neredeyse yalvarıyor ama yapılmıyor. Meclisin fesih yetkisinin Cumhurbaşkanı'nda olmasını istiyor, 'Diktatörlük olur, hayır' diyorlar. Veto hakkını kullanmak istiyor, 'Hayır' diyorlar. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde de İkinci Büyük Millet Meclisi'nde de Ortaçağ galip gelmiştir. Atatürk keşke diktatör olsaydı da şu toprak reformunu getiritip bizim köylümüzü çiftçi yapabilseydi. -'Devrim evlatlarını yemişti' ifadesi kullanılıyor filmde. izmir suikasti dolayısıyla 10 küsur kişi asıldı. Bunların içinde Atatürk'ün arkadaşı olan bir Albay Arif bey vardır. Geri kalanları da devrimin evlatları falan değildir. Bunların devrimle ilgileri bile yok. -Yüzde 10'u okur yazar olan bir milletten bahsediliyor. Erkeklerdir onlar. Doğrusu da yüzde 7'dir onun. Kadınlar binde 4. Böyle bir ülkede kadınlara hak veriyor... -'Sonunda arkadaşlarından kopmuştur' diyor filmde. Koptuğu 2 tane arkadaşı var. Kazım Karabekir ve Rauf Orbay. Onlarla da barışmaya teşebbüs ediyor eğer Ali Fuat Paşa doğru söylüyorsa ne yazık ki bazı talihsizlikler o barışmayı da engelliyor. -Atatürk'ün eleştirilmesi bilimsel olmalı, eleştirilerin yeri filmler olmamalı. -Bu film, baba gibi, abi gibi söylüyorum. Ben onun annesiyle iş arkadaşıyım. Her gencin başarısına sevinirim ama Can'ınkine biraz daha fazla sevinirim. Her gencin hatasına üzülürüm, ama Can'ın hatasına biraz daha fazla üzülürüm. Bu film tashih istiyor. Bu filmde bazı yerlerin çıkartılması istiyor. Finali, kadın ve içki düşkünü Atatürk diye biteremezsiniz. Bu inanılmaz derecede büyük bir saygısızlıktır. -Onun ne içkisi ne kadınlarla ilişkisi tartışılır. Bu magazin yaklaşımını temizleyerek, çocuklarımızı, 'Atatürk çok sigara ve içki içiyordu' gibi böyle onlara kabus gibi çöken (Torunumun söylediklerini Can'a da söyledim) bu gölgeden bir kurtaralım. Televizyon için yeniden yapılacakmış. Herhalde bunu düzeltmek gerekir. -Eğer çocukların önüne ders gibi gidecekse, dersin uyması gereken fazilet kuralları vardır. Bazen ahlak, hakikatten daha güçlüdür. Bizim ahlaki yaklaşıma ihtiyacımız var. -Bu söylediğim hataların dışında özen gösterilmiş. Müzikler, görüntüler çok güzel, çok çalışılmış, her yere gidilmiş. Bu ilk Atatürk filmi olduğu için bu yanlışlar olabilir ama bu filmi o yanlışlardan temizleyerek iyi ve güzel bir film yapalım. Ben bunu rica ediyorum Türkiye ve Türk çocukları adına. -Vahdettin hikayesi çok istismara müsait bir şekilde anlatılmış. Onu düzeltmek zorunlu. Tarihe karşı, hakikate karşı. -Beraber filmi seyredeceğim için eleştirileri okumuştum. Ben filmde o eleştirilerin yarısını bulamadım. Çok abartılmış bir eleştiri dalgası karşısında.Örneğin, sığır sürüsünün geldiğini anlamamış da Yunan askerleri sanmış! Öyle bir şey yok filmde. Dilden dile anlatıldıkça abartı büyümüş. Şaşakaldım. Varolan şeylere dayanarak söylemeliyiz bunları. Varolmayan şeylere göre söylemenin hem filme hem de emeği geçenlere haksızlık olduğunu düşünüyorum. -İlk Atatürk filmi diye Atatürk'ün insan tarafınnı da söyleyeceğim diye birtakım gereksizliklerle süslememek lazım. Sarı Zeybek'i de izledim. Orada da Can'ın içkisi gibi bir takıntısı vardır. O takıntıdan kurtulmasını diliyorum. http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.as...p;Newsid=208755 Sn.Turgut Özakman'in eleştirileri, hicte Can Dündar'in iddialarina benzemiyor. Can Dündar kendi isteklerine göre dinlemis ve yorumlamis gibi.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.